7 Temmuz 2009 Salı

Afganistan ve bir çift yeşil göz

Afganistan ve fotoğraf dendiğinde, delici gözleriyle insanın içini sızlatan ‘Afgan Kızı’nı hatırladık yıllarca. Rus işgali altındaki Afgan halkının dramını anlatan o bir çift yosun yeşili gözün hikâyesi ülkesiyle özdeşleşeli tam 25 yıl oldu aslında. ‘Asrın fotoğrafı’ olarak anılan ‘Afgan Kızı’nı foto muhabir Steve McCurry 1984 yılında Pakistan’daki bir mülteci kampında çekmişti. Aynı yıl National Geographic dergisinin kapağına taşınan bu kızın kimliği uzun süre araştırıldı ve sonunda bulundu. O, Tora Bora bölgesinde yaşayan Şerbet Güle’ydi.

Yıllar sonra; iç savaşlar, açlık ve yoksulluk Şerbet’in yüzünü biraz değiştirmişti; ama gözlerindeki keskinlik ve bakışlarındaki anlam aynıydı. 2002 Nisan’ında ‘Afgan Kızı’nı yeni yüzüyle tekrar kapağa taşıyan National Geographic, ona en büyük hayalini sordu. Şerbet, tek isteğinin ‘hacca gitmek’ olduğunu söyleyince de Dergi, Şerbet’i ailesiyle birlikte hacca gönderdi. Böylece Afgan topraklarında yaşayan bir ailenin dileği gerçekleşti. Fakat sadece bir ailenin… Diğerlerininse bırakın dileği, neredeyse hayali bile yok artık.

Afganistan diye bir ülke…

Afganistan, bir çift yeşil gözden ibaret değil elbette. Ülke, koskoca bir insanlık dramı barındırıyor içinde. Önce komünist işgal rejimine karşı verilen bağımsızlık savaşı, ardından mücahit guruplar arasındaki iktidar kavgası, sonra da Taliban’la muhalifleri arasındaki iç savaş… Kimilerine göre ‘sabah erken kalkanın darbe yaptığı’, kimilerine göre ‘Amerika’nın oyun bahçesi’, kimilerine göre ‘uyuşturucu ve terör yuvası’ bir ülke Afganistan.

Dünyanın bir yerinde Afganistan diye bir ülke olduğunu ve o ülkede yaşayanların bildiğimiz yaşama ne kadar uzak olduğunu 11 Eylül 2001’den itibaren dinledik, izledik ve gördük biz. Ne zaman ki Amerika; Afganistan’daki mağaraları apar topar bombaladı, ne zaman ki taşı toprağı birbirine katarak Usame Bin Ladin’i aradı… İşte o zaman fark ettik ki yanı başımızda normal bir yaşamdan çok uzak bir ülke var.

Şimdi; birtakım kalkınma projeleriyle heba edilmiş, hüzünden başka bir şey çağrıştırmayan bir yer Afganistan. Savaş ve barış, direniş ve kalkınma, istila ve özgürlük arasında… Demokrasiye ihtiyaç var, hem de ivedilikle. Ama sanki bir şeyler unutuluyor, bir şeyler hep gizli saklı. Gelen haberler şöyle: Mühendisler kaçırılıyor, kamplarda uyuyan insanların üzerine ateş açılıyor, gece çalışmaya herkes korkuyor, artık kimse bu ülkeye gitmek istemiyor.

Işıyan Sabahlara Doğru Afganistan

Yine de her şeye rağmen cesaret edenler var. Fotoğraf sanatçıları Gülnur Sözmen ve Caner Şenyuva gibi… İkili taa son günde, hatta havaalanında işlemlerini sürdürürken bile tereddütteymiş aslında. Ama vazgeçmemiş, gitmiş ve fotoğraflamışlar ülkeyi. Biriktirdiklerini de Rezan Has Müzesi’nde 31 Temmuz’a dek sergiliyorlar şimdi.

‘Işıyan Sabahlara Doğru Afganistan’, alabildiğine kahverengi bir sergi. Her açıdan. Yoksulluk, kimsesizlik, terk edilmişlik, yıkılmışlık, toz-duman… Kahverengiye dair ne varsa bu sergide. Belki de o yüzden; ‘başka bir renk, başka bir hayat bulabilirim’ umuduyla ellerini dürbün yapmış uzaklara bakıyor mavi poşulu adam.

Savaş ile yaşam arasına sıkışmış Afgan halkının hayatından kesitler sunan ve yaklaşık 50 büyük fotoğraftan oluşan sergi, kelimenin tam anlamıyla belgesel film tadında. Hatta aynı ‘My Forbidden Face’ isimli kitapta olduğu gibi sivillerin kendi çaplarında bizim yaptığımıza benzer şekilde ‘yaşamaya çalıştıklarını’ görebiliyorsunuz sergide. ‘Savaş, mayın, Taliban vs.’ dışında; aynı kitaptaki küçük kız ‘Latifa’ gibi yaşayan karakterler çıkıyor karşınıza.

Çaycıdan şekerciye, fırıncıdan hamala, berberden fotoğrafçıya, kuşbattan kavuncuya, halıcıdan tütsücüye, leblebiciden demirciye, mozaik ustasından arabacıya… Herkes var sergide. Seyyar fotoğrafçının elinde taşıdığı dekor, şekercinin şeker macununu yoğurduğu sargılı eli, tank hurdalarıyla birlikte yaşamayı kanıksamış mahalleli, geleceğini bilmeyen gözleri sürmeli çocuk...
Anladığımız o ki; çay ve çayhaneler, şeker ve şekerciler pek önemli orada. Belki de yaşamın tek tatlı unsuru olduklarından.

Her bir fotoğrafı; sanatçıların Afganistan’da yaşadıklarını, konuştuklarını ve düşündüklerini tahmin ederek seyredebiliyorsunuz. Bir ayrıntı daha: Fotoğraf isminin en az fotoğrafın kendisi kadar önemli olduğu, özenle seçildiği bir sergi bu. ‘Mezarlıkta oyun’ ismini görmeseniz belki de o kadar etkilenmeyeceksiniz çocukların bakışlarından. Kısacası sergi, fotoğrafın ruhu olduğunu bir kere daha kanıtlıyor bize. Digital oyunlara pek başvurmadan üstelik.

Artık söz, yaşanan ağır şartlara rağmen Afganistan’da da ‘hayatın’ var olduğunu anlatan fotoğraflarda. 31 Temmuz’a kadar…


Jülide Karahan

Photodigital /Temmuz-Ağustos 2009

.............