"Türkiye'ye gelmemize birkaç gün kala, 30 Temmuz'da Bağdat'ta tiyatro binamızın yakınında bir bomba patladı. 'Güle Güle Godot'nun son provasını yeni bitirmiştik. Artık bir sahnemiz yok; ama devam edeceğiz tiyatro yapmaya. Varlığımızın başka bir sebebi yok çünkü..."
Bu sözler, Irak Devlet Tiyatrosu Genel Sanat Yönetmeni Abdul Hafez Abdullah'a ait. II. Uluslararası Mekan Tiyatro Festivali için İstanbul'a otobüsle ancak üç günde gelebilen topluluk, 15 Ağustos Pazartesi günü Tarihi Galata Köprüsü'nde sahneleyeceği "Güle Güle Godot" isimli oyunla ülkelerinde yaşanan insanlık dramını ve umudun kısık sesini duyurmaya çalışacak. 1968 yılında kurulan ve bugüne kadar 209 oyun sergileyen topluluğun 5 ayrı sahnesinden sadece biri günümüze kadar gelebilmiş. Ülkenin yaşadığı iki savaş, onların dört sahnesini yerle bir etmiş. Son kaleleri de geçtiğimiz günlerde bir bombalı saldırı sonucu büyük hasar görmüş. Topluluk, bütün bu olanlara rağmen, oyunlarını sergileyebilmek için davet edildikleri hiçbir festivali kaçırmıyor. Çünkü, kendilerine verilen her fırsat, paha biçilmez değerde onlar için. Irak Devlet Tiyatrosu Genel Sanat Yönetmeni Abdul Hafez Abdullah ve oyunun yönetmeni Hatem Oda Shalash ile sürekli savaş oyunları oynanan bir ülkede tiyatroyu, yaşamı ve umutları konuştuk.
Hemen her gün bombaların patladığı, onlarca insanın öldüğü bir ülkede tiyatro yapıyorsunuz. Güvenlik gibi bir temel ihtiyaç eksikken; nasıl sanata böyle canla başla sarılabiliyorsunuz?
Tiyatro bizim var olma savaşımızın bir parçası. Saddam devrildikten sonra birbirimize daha çok yakınlaştık. Kendi yağımızla kavrularak bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Güvenlik problemlerini önemsemiyoruz. Amacımız tiyatro yapmayı sürdürmek. Biz oyunu oynadığımız sırada bir bomba patlayabilir; ama bunu düşünerek ve bekleyerek de yaşayamayız.
Halkın tiyatroya yaklaşımı nasıl? Seyirci de sizin kadar cesur mu, izlemeye geliyorlar mı?
Halk dışarı çıkmaya çekiniyor zorunlu olmadıkça. Bazen hiç seyircimiz olmuyor. Ama yazarlar, şairler, tiyatroyla ilgilenenler, entelektüel birikimlerini ülkenin geleceği için seferber etmeye hazır olanlar var. Bazen, nadir de olsa 100 kişiyi buluyor izleyici sayısı. Çok mutlu oluyoruz.
Tiyatronuz Saddam rejimine, 1991 Körfez Savaşı'na ve 2003 Irak Savaşı'na tanıklık etti. Bu süreçler sanatınızı ve oyunlarınızı nasıl etkiledi?
Yaşadıklarımız sanata yansıyor, bu kaçınılmaz. Sanatı icra etmek için politik ortamın da uygun olması gerekiyor. Ama önemli olan vazgeçmememiz. Seyircisiz, sahnesiz, parasız kaldık. Evimizden çıkamadığımız, provalara gidemediğimiz çok oldu. Bunlara aldırmadık hiç.
Beckett'in "Godot'u Beklerken" isimli oyununun ismini değiştirmiş, "Güle Güle Godot" demişsiniz. "Godot"yu, yani simgelediği "umut"u beklemekten vaz mı geçtiniz?
Hayır, umudumuzu dışarıdan gelecek bir güçte aramaktan vazgeçtik sadece. Umudun kendisi yaşamamızın da sebebi zaten. Irak halkı; küçük de olsa bir umut taşımaya devam ediyor, vazgeçmedik bekleyişten. Aslında anlatmaya çalıştığımız tam da Irak halkının bu umuda dair düşleri. Zaten karakter isimleri dışında oyunu yeniden yazdık, Irak'ın savaş sonrası toplumsal yapısına göre yeniden uyarladık.
"Godot", dışarıdan ülkeye yön veren ABD ve siz de ona "Güle güle" mi demek istiyorsunuz?
Biz, temel hak ve özgürlükleri istiyorduk, demokratik koşullarda yaşamanın özlemi içindeydik. Baskılar kolumuzu, kanadımızı kırmıştı. Değişimler, ABD'nin zorlamasıyla ve onun çıkarları doğrultusunda yapılıyor. Bundan rahatsızlık duyuyoruz, sömürülmek istemiyoruz. Keşke dış müdahaleler olmadan kendi içimizde geçirebilsek demokratikleşme sürecini. Irak'taki ABD varlığından rahatsızız. Başta söyledikleri gibi, gitmelerini bekliyoruz.
Oyunlarınızda vermeye çalıştığınız mesajın, sanatın önüne geçtiğini düşünüyor musunuz?
Sanatı politikaya alet ettiğimizi düşünüyorsanız, tam anlamıyla öyle değil. Çoğumuz güzel sanatlar fakültelerinde eğitim aldık. Şartlarımız farklı olsaydı başka konuları da taşırdık sahneye. Oynadığımız oyunlarda yoğunluklu olarak Irak toplumunun sorunlarını işliyoruz, yaşadıklarımızı bir kenara bırakamayız. Uluslararası kamuoyunda sesimizi duyurabileceğimiz umudunu da yüklüyoruz sanatın sırtına. Sivil halkın durumu, bizim dikkat çekmek istediğimiz. İnsanların duygularını, savrulmuşluklarını duyurmak niyetimiz. İnsanlara doğrudan anlatalım olanı biteni istiyoruz. Şanssız bir ülkeyiz biz. Varlıklı ve zenginiz. Ama Abbasi döneminden itibaren zulüm bitmedi hiç.
'Şimdi özgürüz; ama güvende değiliz'
"Körfez Savaşına kadar tiyatro çok iyi gidiyordu. Savaşla ve Saddam'ın başa geçmesiyle birlikte tiyatro Saddam için çalışmak zorunda kaldı. Onu pohpohlayan oyunlara izin vardı sadece. İstediğimiz oyunları oynamamız, düşündüklerimizi söylememiz söz konusu bile değildi. Çok ciddi özgürlük sorunu vardı. Hele demokrasiden söz etme olanağı kesinlikle yoktu. Tam bir astım kestim dönemiydi. Kendimizi güvende hissediyorduk, tek iyi şey buydu. Şu aşamada ekonomi daha iyiye gidiyor, düşündüklerimizi söyleyebiliyoruz. Demokratik kıpırdanmalar oluyor. Şimdi sorun ensemizdeki ölüm korkusu. Yani güvende değiliz. Özgürüz; ama provalara gelip giderken hep tedirginiz. Tercih yapmamız gerekse şimdiki dönemi yani özgürlüğü seçeriz. Bir sanatçı olarak düşündüğünü, hissettiğini anlatabilme nefes almak gibi bir şey çünkü."
Jülide Karahan
13 Ağustos 2005/Zaman