Yağmurlu bir İstanbul sabahında, bu saatlerde dışarı çıkmaya alışık olmayan pek çok insan, Picasso'nun eserlerini görecek olmanın heyecanıyla düşmüştü yollara.
"Picasso İstanbul'da" sergisi, kapılarını bugün halka açıyor olsa da, dün gün boyu önemli konukları ağırladı. Aralarında iş, sanat, basın, spor ve siyaset dünyasından pek çok kimsenin bulunduğu tanınmış isimler, Picasso'nun eserlerini ilk günden görmenin ayrıcalığına ermek için yağmur çamur demeden çıkıp gelmişti. Konukları 'bir düğün sahibi telaşı ve mutluluğu içindeki' Güler Sabancı ve Müze Müdürü Nazan Ölçer karşıladı. Sakıp Sabancı Müzesi'nin giriş salonunda sergiyi gezmeyi bekleyen mahmur gözler, birbirini selamlayadururken biz, Picasso'nun fotoğrafını çekmiş Ara Güler Usta'nın gelmesini bekledik iki kat heyecanla. Çünkü sergiyi onunla gezmeyi planlamıştık. Usta gelip de sergiyi gezmeye başladığımızda duvardaki bibliyografiden çok daha fazlasını öğrendik. "Ben pek anlayamadım bu işleri." diyen dostlarına, "Ben de anlamıyorum, zararı yok. Anlamadığımız için mühim zaten. Herkes anlasa bu kadar mühim olmazdı." diyen Ara Güler; "anlamadıklarını" anlattı bize. "Picasso'ya klasik bir soru sorulmaz; 'Sanat hakkında ne düşünüyorsunuz?' gibi büyük bir laf edilmez." diye söze başlayan Güler'e, 4 gün şatosunda kaldığı, iltifatına mazhar olduğu ve pek çok unutulmaz fotoğrafını çektiği Picasso'yu sorduk. Üstelik oldukça klasik bir soruyla başlayarak...
Picasso kimdir sizin için?
Ben, bir sürü önemli adamın fotoğrafını çektim. Konuştuğum en mühim insan, yaşadığım en ayrıcalıklı 4 gündü onunla geçen zamanım. Beni aydınlattı. Birçok şeyin farkında değildim. Ya da farkındaydım; ama bir insanın bu kadar rahat olması olacak şey değil. Kati surette hiçbir şey umurunda değil adamın. Beğenilsin beğenilmesin, bakılsın bakılmasın, umurunda değil. Ben çizerim, diyor; isteyen bakar istemeyen bakmaz diyor. Böyle bir adamdı, aşmıştı her şeyi. Hiçbir titre dayanmadan meşhur olmuş bir adamdır Picasso; bir köylü çocuğudur. Bir dünyayı yıkıp yerine yeni bir perspektif getirdi. Sadece resim çizmeyle sınırlayamayız onun insanlığa katkılarını. Yeni bir felsefe; görsel olarak insanlığa yeni bir bakış kazandırdı. Bir fotoğraf makinesiyle ne yapsanız bunlar kopyadır. Tabiatı, ağacı, vapuru çizmek de röprodüksiyon sayılır. Hayatın röprodüksiyonudur bunlar. Hayatı tuvale geçirmeyi yıktı o, kafasının içindeki dünyayı aktardı. İnsan beynini yıktı. Bilinen, alışılan her şeyi sıfırladı.
1971 yılında, Picasso'nun evinde, dört günlük bir fotoğraf çalışması yaptınız. İlk karşılaşmanız nasıl oldu?
Arkadaşı Albert Skira götürdü beni Picasso'ya. Cenevre'de Skira yayınevi patronu. Picasso kabul etti dedi. 90 yaşındaydı. Tarih 20 Nisan 1971 Salı. Onda 90 yıllık bir birikim bende bir Leica. Bir dünya kapandı, bir dünya açlıdı. Cannes'ın 9 km. kuzeyinde tepelerin arasına sıkışmış bir şatosu vardı. Şatosunda, kapıda karşılaştık. "Şimdi en çok korktuğum yere, dişçiye gidiyorum, birazdan geleceğim sen burada otur bekle." dedi. Biz misafire diyebilir miyiz böyle. Beni takacağı yoktu tabii.
Dünyasının kapılarını araladı mı size?
Sevdi galiba beni. "Niye bu kadar çok çekiyorsun resmimi? Ben de senin bir resmini yapayım bari." dedi. Dünyanın en büyük ressamı, beni çizecek, düşünebiliyor musunuz? 90 yaşındaydı. Unutur şimdi, dedim. Hemen kağıt bulmak lazımdı. Kocaman odada boş bir kağıt arıyorum, bulamıyorum. Kağıt bulamazsam çizemeyecek, belki de sonra unutacak. Baktım, köşede yığınla kitap var. Dedim, kitapların birinci sayfası boş olur. Çizdireyim, orayı keserim... Kitaplardan birini aldım ve verdim eline. Başladı çizmeye. Sen Cezanne'e benziyorsun dedi, beni çizeceğine kafasındaki Cezanne'i çizdi. Altına da "Ara Güller'e..." deyip imzaladı.
Nerede şimdi o resim?
Evde, evimde. İmzaladı, tarih attı. Kitaba baktım. Kitap da antika. Kitaptan sadece 50 tane basılmış. Norman Grantz diye bir koleksiyoncunun Picasso'dan satın aldığı resimleri içeren bir kitap. Kitaba bir şey olmasın diye kesemedim de. Kaldı mı resim içerde! Felaket bir olay... Ne yaptım? Reprodüksiyon yaptırdım. Duvarda asılan reprodüksiyondur. Çalmak isteyen onu çalar. Orijinali kitabın içinde. Kitap da sarılı sarmalı evde.
İlk ne zaman 'Ben Picasso'yu çekmeliyim' dediniz?
Ben herkesi çekmek istiyordum. Bir gün jeton düştü. 'Lüzumsuz politikacıları çekeceğime mühim adamları çekeyim.' dedim. Peşlerine düştüm. Bazılarını çektim, bazılarını çekemedim.
O dört günden sonra kendisiyle başka diyoloğunuz oldu mu?
Çektiğim resimleri götürdüm. Bir kez daha görüştük.
Yıllar sonra Picasso ile İstanbul'da yeniden karşılaşmak nasıl bir duygu?
Hiçbir şey hissetmedim. Sen ne diyorsun? Biz, bunlar gibi yüzlerce tabloyu, onun şatosunda kitap için resim çekerken elden geçirdik. Bu fenadır, bunu çekmeyelim dediği şey, 400 bin dolardır.
Yani buradakiler, denizde bir damla mı?
Ben, bütün Picasso'ları görmüşümdür. 1956'da, Louvre'da açılan retrospektif sergiyi gezdim. Ama ondan sonra da yaptı bir sürü. Hiç temposu düşmedi Picasso'nun; her zaman aynı kalitede eserler verdi. O kadar çok resim yapmış ki, retrospektif sergisini yapmak için şehir kurmak lazım. Mesela 'Ütü yapan kadın'; siyah beyazdır, karakalemdir. Sonradan onun renklisini yapmış. Eskiz yapardı çok fazla. Bir desen çizer, değiştirir, değiştirir... Eşek çiziyorum diye başlar, bir kule çizer. Sanat tarihçilerinin de pek aklı ermez bu modern sanata.
Sizin kafanızdaki kalıpları kıran bir etkisi oldu mu Picasso'nun?
Ben yeniden forme oldum onu tanıdıktan sonra. Hiçbir şeyi takmaz oldum. Eskiden ben de normal, klasik düşünen biriydim. Adamın rahatlığı beni mahvetti. Kimseye aldırmıyor. On tane tablosunu satsa Beyoğlu'nun yarısı eder.
Jülide Karahan
24 Kasım 2005/Zaman
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder