Bir paragraf, bilemediniz bir sayfa yeter bir romanın Selim İleri'nin yıllanmış daktilosundan çıktığını anlamaya. Sayfalara sinen hüzünden midir bilinmez; ama o sanki hep aynı öyküyü anlatır okuruna. Yazarın son romanında ne günümüzün mutsuz insanları, ne yakın geçmişin yarı kurgu yarı gerçek mutsuz insanları var bu defa.
Yine geçmiş, yine okumalardan beslenmiş ve yine mutsuz biri; ama yepyeni bir roman dili ve biçimiyle... Bizans tarihinin en acımasız imparatoriçelerinden İrene'nin alev gibi saran hikâyesini anlatıyor İleri, 'Hepsi Alev'de.
"Dünyaya bakışımın, ömrümün belli bir noktasından sonra vardığım birtakım fikirlerimin sözcüsü İrene." diyen yazar, imparatoriçenin 8. yüzyıldan kalan çığlığını duyuruyor okura. Yıllar öncesinden günümüze ulaşan bu çığlık, şimdi gerçek olmuş kehanetlerini de beraberinde getiriyor ayrıca. İrene'nin dedikleri bir bir çıkıyor: "Askerî zaferin üstünlüğü çağların tutkusu olacak. İnsanlık, çağımdan da geriye gidecek; insanın insana kötülüğü büsbütün artacak. Yüksek Sanat kimseyi kurtarmayacak. Doğu ve Batı daha binlerce yıl birleşmeyecek."
İrene'nin Prinkopo'daki (Büyükada) ara sürgünlüğü döneminde kendi kendine yaptığı hesaplaşmalar üzerine kurulan romanda; onun tutkularına, hırslarına, hayallerine, pişmanlıklarına ve kaybedişlerine şahit oluyoruz. Atinalı fakir bir aileye mensup olmasına rağmen önce imparatorun eşi, sonra da bizzat imparator olan İrene, Ortodoks kilisesinin tasviri yasakladığı bir dönemde sanatseverliği ve kendi oğlunun gözlerine mil çektirecek denli acımasızlığıyla hatırlanıyor tarihin sayfalarınca. Sonraki yüzyıllarda 'azize' ilan edilen imparatoriçenin son sözleri duyduklarımız. Zira, Lesbos'da (Midilli) intiharı andırır bir içekapanışla ölene kadar konuşmuyor bir daha.
Neden illa İrene?
"Sizi tarihin o sayfasına götüren nedir?" sorusuna "O çıktı benim karşıma. Hesapsız, birdenbire. Osmanlı tarihiyle, IV. Murat'la ilgili bir roman yazmaya uğraşırken Bizans tarihine de bakmam gerekti. Başka bir şey arıyordum aslında. Açar açmaz İrene'i gördüm." cevabını veriyor İleri. "Kadınlar hep böyledir, birdenbire çıkarlar, ama hepsi roman kahramanı olmaz." hatırlatmasını yapıp "Neden illa o?" dediğimizde, "Bu güzel bir soru, ama yazar da bilmiyor cevabını. İnanın o bana kendini yazdırdı." oluyor aldığımız, alacağımız cevap.
Aslında tüm insanlığın, tüm zamanların meselesi, imparatoriçenin idealleriyle zaafları arasında kalması. "Selim İleri'nin de idealleriyle zaafları çatışıyor mu böylesine; yoksa İrene'nin dediği gibi 'ruh soyunmamalı, kapalı mı kalmalı?'" "Çatışmalarım oluyor elbet benim de. Yalnız bütün bu hesaplaşmalar için birtakım yoksunluklardan kurtulmuş olmak gerek." diyor ve ekliyor İleri: "İnsanlar ekmek kavgası içinde durup da kendi kendilerini bu denli sorgulayamaz."
Yüksek sanat ülküsünü topluma anlatamayınca çaresiz kalıyor İrene, yazarının toplumsal sorunlar karşısında çaresiz kalmış nice kahramanı gibi. "Niye mutsuz, niye çelişkiler içindeler hep? Sizin mutsuzluğunuzdan, sizin çelişkilerinizden mi besleniyor karakterleriniz?" dediğimizde "Çok ilginç bir şey bu!" irkintisinin ardından geçmişe giderek açıklamaya uğraşıyor İleri, belki de kendine açıklamakta bile zorlandığı şeyleri: "Yıllar önce bir film izlemiştim. Bitmeyen Aşk'tı adı. Robert De Niro ile Meryl Streep'in oynadığı. Bir yılbaşı günü tanışan mutsuz bir adam ile mutsuz bir kadının aşklarına dair. İlişki noktalanmış ama filmin sonunda yine bir yılbaşı günü ikisi de aynı kitapçıya gitmişti birbirlerinden habersiz. Birbirlerini düşünerek bakıyorlardı kitaplara. Biri bir uçta, öteki diğer. Karşılaşma olasılıkları çok düşük. Seyirci olarak birbirlerini görmelerini istemiştim bütün kalbimle. Ha gördüler, ha görecekler derken gördüler, film mutlu bitti Allah'tan. Üzerimden büyük bir yük kalkmış, mutlu olmuştum. Ama o filmin senaryosunu ben yazsaydım mutsuz bitirirdim, karşılaşmalarına izin vermezdim illa ki."
'Hepsi Alev'de İrene'nin ağzından 'Mutluluğun sanatı yoktur. Sanat mutsuzluktur.' diyen yazara, "Sanat eseri mutlu olursa değeri mi kaybolacak, öyle mi hissediyorsunuz?" sorusunu yönelttiğimizde aldığımız cevap şaşırtmıyor bizi: "Biraz öyle galiba. Sanat eseri mutluysa hafiflermiş, sonu mutlu olursa değerinden kaybedermiş gibi geliyor bana. Seyirci olarak tüm kalbimle mutlu sonu istesem de her ne kadar..."
Doğu ve Batı birleşseydi...
İktidar ve sanatla eğrilen kitabın sonlarında yaşam derdindeki ahalinin sanata önem vermeyeceğini, sanatın onları kurtaramayacağını fark eden İrene, 'Neydi daima yoksulluğa sebep?' diye düşünüyor ve kendine yeni bir ülkü belirliyor: Doğu ile Batı'nın birleşmesi. "İrene, Büyük İskender, Fatih... İktidar hırsının gerisinde yeryüzünü değiştirme, var olan dünyayı başka bir dünya haline getirme arzusu var hepsinin yüreğinde." diyen İleri, imparatoriçenin çağını aşarak bize ulaşan çığlığının son sesini onun eski püskü kelimeleriyle şöyle iletiyor: "Doğu ve Batı birleşseydi, belki insanın insana zulmü sona erebilirdi... Bu birleşme, bu kardeşlik... Son umudumdu... Doğu'yu Doğu'ya, Batı'yı Batı'ya bırakıyorum, düşmanlıkları bilendikçe bilensin."
Jülide Karahan
20 Ocak 2007/Zaman
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder