18 Eylül 2007 Salı

Bienal, sonunda halka indi!

10. Uluslararası İstanbul Bienali, onuncu gününü doldurdu. Mekânlarını genişletip sanatı halkın ayağına götüren bienalde, şimdilik önemli bir iş kazası yaşanmadı. İMÇ'de esnaf adres göstermekten yılsa da kalabalıktan memnun olanların sayısı bir hayli fazla. Çöpçüler de artık alışmış, ortalıkta duran eserleri arabaya yüklemiyorlar.

Yaşlıca bir adam, Unkapanı'ndaki bir kahvehaneye oturmuş çayını yudumluyor, bir yandan da dert yanıyordu: "Olaysız bir günümüz geçmez oldu. Boyunlarında B harfi asılı çeşit çeşit insan, ortalıkta avare avare dolaşıyor bir haftadır. Bakalım ne çıkacak altından?" Gazeteleri karıştıran bir başkası, gözlüklerinin üzerinden bakıp sesleniyor ona: "İlahi Muhsin Amca, hadi gazete okumuyor, televizyon izlemiyorsun; afişleri de mi görmedin? Bienal var, bienal, sanat yani... Onu geziyorlar..." Gücendi, ama "Neyin peşinde bu kadar insan?" diye sormadan edemedi Muhsin Amca.

İstanbul'un dört bir yanındaki afişlere "Sanat hiç bu kadar iyimser olmamıştı" sloganıyla yansıyan 10. Uluslararası İstanbul Bienali, on gündür misafirlerini ağırlıyor. Küratör Hou Hanru, 96 sanatçı ve sanatçı grubunun 150'yi aşkın çalışması için, "Bu karmaşık ve sindirmesi zor bir proje, ağır gelirse kabahatlisi benim." diye uyarmıştı daha ilk günden herkesi. Tek tek, sindire sindire dolaşmak hayli zor. Sanatçı Sarkis'in, bienali daha uzun bir süreye yayma önerisi boşuna değil. Arkasında Koç Holding gibi büyük bir sermaye desteği ve 3 milyon Euro'luk bütçesiyle gözlerden ziyade zihinlere sesleniyor sergiler.

Hamburger ve kola değil, bezelyeli enginar

"Ne önerirsiniz?" sorumuza "Vakit geçirmeli, iletişim kurmalı, bir daha bir daha dönüp gezmelisiniz." cevabını veren Hanru, bienalin hamburger ve kola gibi değil, bezelyeli enginar gibi tüketilmesini salık veriyor. Uzatılan hiçbir kayıt cihazını geri çevirmeyen zarif küratör, 'küreselleşme' kelimesini içeren, o da yetmezmiş gibi 'sistemin içinde sisteme karşı' diye başlayan klasik soruları bile usanmadan tekrar tekrar cevaplıyor. 'Çinli kardeşlerini toplayıp gelmiş' türünden yorumlara da "Doğululaşma eğilimi var tabii. Etkinliklerin kimilerini Asya yakasına taşıdık mesela." şeklinde nükteli karşılıklar veriyor. Gecegezenler projesiyle Kartal'dan Şirinevler'e 120 ayrı mekana dağılarak 'şehrin bir parçası olmak' klişesinin hakkını vermek isteyen 10. İstanbul Bienali'nin tek derdi uykusuzluk. "Uyumayan şehrin bienali de uyumaz." diyen küratör, gecegezen videolarla yetinmeyerek Antrepo'daki rüya eviyle sabaha kadar ağırlama niyetinde sanatseveri.

Duvarlardaki 'Dünya Fabrikası' yazıları hiçbir işe yaramıyor. İMÇ'nin 5, 6 ve 1. Blok'una yayılmış işleri bulmak epey zor. Mecburen etrafa soruyorsunuz. Bienal masası var; ama size sıra gelmesi zor. Zira görevliler "Neler oluyor burada, İMÇ yıkılmasın diye eylem mi var? Konser de olacak mı?" gibi sorularla meşgul. Aralarında yer tarif etmekten illallah diyenler olsa da, esnaf kalabalık görmekten memnun. Şendoğan Büfe'nin sahibi, "Abla parayı koyacak yer bulamıyorum. Hiç böyle paralı kalabalık görmediydim." diyor mesela. Tembih edilmiş olacak ki çöpçüler de etrafı temizlerken, sürekli "Abla bunu atayım mı?" diye soruyor. Dikkatli olmakta fayda var, zira ne olduğu anlaşılamayıp çöp sanılarak atılan nice yapıt geçti güncel sanat tarihinden. İMÇ'nin yıldızı Sora Kim'in 'Capital Plus Kredi Birliği Nedir?' isimli çalışması. Capital Plus Kredi Birliği ağırlık, uzunluk, miktar ve tutar üzerinden mevduat kabul eden hayali bir finans kuruluşu. İlgi, belki de tepki çeken bir diğer çalışma da Burak Delier'in Parkalinç isimli montu. Esnaf, 100 Euro'ya satılan montun benzerini yapıp daha ucuza satmayı planlıyor!

'O bir sanat eseri değil'

AKM'yi gezmek yorucu, kimilerine göre de sıkıcı. Sergilenen çalışmaların çoğunun fotoğraf ve video olmasından değil, binanın maddeten sıcak, manen soğuk olmasından kaynaklanıyor bu. Havasız kalıp bir an önce çıkmak istiyorsunuz. Çıkmadan önce Nina Fischer ve Maroan el Sani'nin 'Dünyanın Bütün Hafızası' başlıklı videosunu izlememezlik etmeyin. Paris'in merkezindeki eski Fransa Ulusal Kütüphanesi'nin boşluğunu, tek bir kitabın bile yer almadığı binlerce rafı yavaş takip çekimle izlemek gerçekten ürkütücü. Alttan alta pek çok soru var AKM'de. Erdem Helvacıoğlu'nun "Bir mekânın sesi neleri içerir?" sorusuna cevap aradığı 'Sessiz Duvarlardaki Hatıralar' binada yapılmış gösteri ve söyleşi seslerinden oluşuyor. İstanbul halkının belleğinde yer edinmiş tarihsel bir yapı kendi kendine söyleniyor sanki. Soru basit: "AKM kalmalı mı yoksa başka bir yapıya mı terk etmeli yerini?" Dikkat çeken işlerden biri de Didier Fiuza Faustino'nun hemen girişteki derme çatma Avrupa Birliği kulübesi. "Hiç girmesek daha iyi" dedirtecek cinsten... Yere saçılmış harfler, ortaya dökülen hayalleri mi anımsatıyor, yoksa Avrupa Birliği ülkesi olmayı becermiş bir ülkenin enkazını mı? Giriş katından itibaren yükselen üzeri ampul kaplı kolonun kimin eseri olduğunu sormaya kalkmayın sakın. Zira o, bienal işlerinden biri değil.

Heyecan, ince zeka ve tartışma

Antrepo'da 42 ayrı yapıt var. Önce AES+F'nin 'Son Ayaklanma' isimli iki dev resmine bakmalı. "Kurban ve saldırgan, erkek ve kadın arasında fark kalmadı. Dünya ideolojinin, tarihin ve ahlâkın sonunu kutluyor..." diyen sanatçı grubu, 52. Venedik Bienali'ne 'Son Ayaklanma'nın videosuyla katılmış ve çok beğenilmişti. Tartışılacak eserlerin başında Extramücadele'nin 'Ne?' başlıklı afişleri geliyor. Ziyaretçiler afişlerdeki boşlukları doldurabiliyor. Nihai amaç şu: "Bir gün gelecek Türkiye'de yaşayan bütün azınlıklar 'Ne mutlu ki Türkiye'de yaşıyorum!' diyecek. Hadi hayırlısı..."

İnce zeka arayanlar Ken Lum'un 'Farkındalık Evi'ne mutlaka girmeli. Üç koridorla çevrili karartılmış bir odadan oluşan mimari yerleştirmenin derdi Yunus Emre'nin "Mânâ Evine Daldık" şiirini okutabilmek. Aynanın karşısındaki duvara tersinden yazılmış şiiri ancak aynada kendinize bakarak okuyabiliyorsunuz. Sanatçılarından Buthayna Ali'nin dediği gibi herkes kendi salıncağını seçecek işte.

Deniz Ilgın

18 Eylül 2007/Zaman

Hiç yorum yok: