29 Ocak 2010 Cuma

TANIMAK, BİLMEK, ANLAMAK…

Yıldız Kenter, belki de hayatındaki 300. röportajını vermektedir. Ve bir o kadarıncı fotoğraf çekimini... Röportaj yapıla gelirken denklanşöre basan fotoğrafçıya dönen Kenter, “Siz beni hiç sahnede izlediniz mi?” der aniden. Beklenmedik bu sorunun beklenen cevabı “Hayır”dır. Usta oyuncunun yüzü düşer, sesi yükselir: “Beni sahnede hiç izlememiş, hakkımda hiçbir fikri olmayan biri fotoğrafımı çekiyor. Hiç aklım almıyor. Nasıl olacak bu? O kare beni ne kadar anlatacak, nasıl yansıtacak?”

Birini tanımak, bilmek, anlamak ve hatta bir yüzün özünü iyice görmek; kıvrımları, ışığı ve değişen anlamları yakalamak için ne kadar gerekli? Ne kadar tanımalı modeli? Ve elbette tüm bunlar fotoğrafın başarısında ne derece etkili? Emine Ceylan’ın geçtiğimiz günlerde CDA Project’te açılan ‘Zaman Yolculuğu’ sergisine dek bu sorulara kesin cevaplar vermemiş olabiliriz.

Ama sanat tarihinin ünlü tablolarını fotoğrafla yeniden üreten Emine Ceylan, model olarak hayatında kendisinden sonra en iyi bildiklerinden birini, 13 yaşındaki kızı Asiye’yi kullanınca işler değişti. Çünkü fotoğrafçı ile modelin 13 yıllık tanışıklığı, fotoğraflara derinlemesine işlemişti. Emine Ceylan, ilham perisi olarak gördüğü kızı ve projesinin çıkış kaynağı için şöyle demiş bir röportajında: “En aşina olduğum yüz onunki, en iyi bildiğim yaşam geçişi onun yaşamı, umut ettiğim birçok şeyi elle tutulur hale getirebiliyorsam o yüzden. Zamanın geçişini hissettiren her şey bir hüzün kaynağı oluyorsa biraz da nedeni O…”

YAVAŞ VE EMİN ADIMLARLA

1955 doğumlu Emine Ceylan, önce fotoğrafa merak salan kardeşi Nuri Bilge’ye modellik yapmış bir süre. 1979’da üniversiteyi bitirdikten sonra ise bir yandan diş hekimi olarak çalışırken bir yandan da muayenehanesinin banyosunu karanlık odaya çevirmiş ve baskıya girişmiş. Fotoğrafçılığa doğru yavaş ve emin adımlarla ilerleyen Ceylan’ın ilk modelleri de hastaları imiş.

1999 yılında asıl mesleği diş hekimliğini bırakarak yalnızca fotoğraf ve edebiyata yönelen Ceylan, 2007 yılına kadar çalışmalarını karanlık odada sürdürmüş. Yurtiçi ve yurtdışında 13 kişisel sergiye imza atan sanatçının Kış Yolculuğu (2007) isimli bir de öykü kitabı bulunuyor.

Photographs (1988), İklimler (1988) ve Fotoğraflar (1997) isimli üç fotoğraf kitabının da sahibi olan Ceylan; dramatik kurgulu, melankolik ve elbette siyah - beyaz işlerle biliniyor. Hatta bundan iki yıl evvel Milli Reasürans Sanat Galerisi'nde, kardeşi Nuri Bilge ile açtığı ‘Babam İçin’ isimli sergide iyiden iyiye hissedilmişti bu. Bilhassa fotoğraflara hapsolan bulutlar düşünüldüğünde…

YENİ ARAYIŞLAR PEŞİNDE

Ama şimdi, ‘Zamana Yolculuk’ sergisinde görüldüğü üzere yeni arayışlar peşinde Ceylan. Sergide, sanat tarihinin ünlü tablolarından esinlenmiş tamamı renkli (ikisi akrilik boyamayla desteklenmiş) fotoğraflar var. İlk kez bu derece renkli bir çalışmaya imza atan sanatçı, bununla yetinmeyip fotoğrafın sınırlarını da zorlamış.
Duyduklarımızın resmin ayak sesleri olduğunu söylemek için vakit henüz erken. Ama şu söylemi de atlamamalı: “Ben fotoğrafçıyım ama her zaman resme daha çok hayranlık duydum. Kızımda klasik bir yüz güzelliği hep vardı ve ben o yüzde Rönesans resimlerindeki ifadeyi buldum.”

Sanatçı haklı. Asiye’nin yüzünde 1600’lerin romantizmini yaşıyor, 1800’lerin arayışlarına şahit oluyor ve günümüzün denemelerini buluyorsunuz. Çok klasik ve çok güzel bir yüz karşınızdaki. Ama sadece o kadar değil… Emine Ceylan, bir başka klasik ve güzel bir yüzle yapamazdı bu çalışmayı. En azından ortaya çıkan eserler bu denli içten, bu denli samimi olamazdı diyelim. Ceylan'ın 1996 yılında dünyaya gelen kızı Asiye, sanatçının hayata bakışını ve sanatını büyük ölçüde etkilemiş de olmalı.

ZAMAN YOLCULUĞU

Sergiye dönersek; hani sanat tarihine mal olmuş tabloların yer aldığı bir müzeyi gezdikten sonra üzerinize değişik bir hal çöker… Hani derin derin nefes almak, sonra yavaşçacık hareket etmek istersiniz ve hatta ayaklarınız yere basmıyor gibi olur… Emine Ceylan’ın CDA Project’teki ‘Zaman Yolculuğu sergisini gezince de benzer şeyler uyanıyor insanda.

Galeriye girişimizde bizi karşılayan Vermeer’in ünlü ‘İnci Küpeli Kız’ından, Frida Kahlo’nun ‘Otoportre’sine, 136 milyon dolarla sanat tarihin en pahalı resmi konumundaki Klimt’in ‘Adele Bloch-Bauer’in Portresi’nden Balthus’un ‘Genç Kız ve Kedi’sine, Fisher’in ‘Sahilde Güneşlenenler’inden Ceylan’ın hayran olduğu Rus ressamlardan Nikolai Pintakhin’in ‘Uyku’suna neler yok ki! Sergi, tam anlamıyla sanat tarihinde bir zaman yolculuğu…

Emine Ceylan, kızı Asiye'yi geçmişi bugüne bağlayan bir aracı olarak kullanırken sanatseverleri zamanlar ötesi çağlara doğru bir yolculuğa çıkarıyor. Rönesans döneminden bugüne; güzel kadınların, gencecik kızların, minicik çocukların seneler öncesindeki duruşları, ifadeleri ve hatta hissettikleri Asiye’nin yüzü ve bedeninde yıllar sonra yeniden canlanıyor.

Daha önce de not düştüğümüz üzere çalışmaların hepsi tamamen fotoğraf değil. Bazılarının çevreleri boyama, bazılarının yarısı fotoğraf yarısı boyama… Sanatçı her ne kadar ustalara sadık kalmaya çalışsa da bazı çalışmalarda, örneğin Picasso’nun kübik resimlerinde kendi yorumumu katmış fotoğrafa. Bazı çalışmalardaysa sadece atmosferi yakalamış, o kadar…

Bu yarı resim yarı fotoğraflar bize, zamanlar ötesi çağlarda bir yolculuk vaat etmekle kalmadı; anne kızın işbirliğinin nasıl sonuçlanacağına dair yeni fikirler de verdi. Ve tabii birini tanımak, bilmek, anlamak ve hatta bir yüzün özünü iyice görmek üzerine bir daha düşünme fırsatı…


Jülide Karahan

Şubat-Mart 2010 / Fotoğraf Dergisi

Hiç yorum yok: