23 Ekim 2010 Cumartesi
İSTANBUL: “DOĞDUĞUM DEĞİL, ÂŞIK OLDUĞUM ŞEHİR”
Ahmet Ümit son romanı ‘İstanbul Hatırası’nda şehri mekân değil, kahraman yaptı. Bu söyleşiyle durum tersine döndü; Ahmet Ümit kahraman, İstanbul mekân.
Romanın mekânı değil kahramanı İstanbul. Önceki romanlarınızda da İstanbul’a özel bir yer vermiştiniz. İstanbul’u yazmak nasıl bir tecrübe?
İlk başlarda düşünerek yazdığım bir şehir değildi İstanbul. Burada yaşadığım için doğal olarak şiirlerime, hikâyelerime, romanlarıma sızıyordu. İstanbul’u tanıyıp keşfettikçe işler değişti. Yeryüzünün en derin tarihe ve kültüre sahip şehrinde yaşıyorum. İstanbul, romanlarımda çok daha bilinçli bir şekilde yer almalı diye düşündüm. Daha önceki kitaplarımda da İstanbul adı yoğun olarak vardı ama bu şehir başlı başına bir kahraman olarak ilk kez ‘İstanbul Hatırası’nda okurun karşısına çıktı. Bu şehri yazmak zor. ‘İstanbul Hatırası’ 10 yıldır kafamda dolaşıyordu ama nasıl yazacağım bir türlü netleşmiyordu. ‘Bab-ı Esrar’ biterken kristalize oldu.
‘İstanbul Hatırası’ kafanızda dolaşırken bir yandan da birçok roman mı yazdınız?
Birçok yazar böyledir. Bir roman sonuçlanırken bir başkası doğuyor. Yazmaya başlamadan önce roman kafamda bitmiş oluyor, bitmeden yazmaya başlamam. Yazarken de araştırma ve yazma sürecinin sorunlarıyla boğuşmaya devam ediyorum. Romanın yarısı geçtikten ve kitap bitmeye yüz tuttuktan sonra da yenisi kafamda şekillenmeye başlıyor.
İstanbul’u keşfetme sürecinde neler yaşadınız?
İstanbul’u kendiliğinden anlatmaktan bilinçli anlatmaya geçme sürecim ‘Patasana’ ile başladı. ‘Patasana’ İstanbul’u değil Gaziantep’i anlatan bir roman. Fakat bu topraklardaki derin tarihi ve kültürü fark ettim. “İstanbul yaşadığım şehir. Burayı neden yazmıyorum ki?” dedim kendi kendime. Örneğin Taksim’den inip Unkapanı köprüsünü geçtikten sonra sağda tuğla yapılar var, fil ahırıymış onlar. Kimsenin aklına gelmez. Bunun gibi yüzlerce örnek… Farkına varmak için derinlemesine bir okuma yapmak gerekiyor. Türkiye’de yazarlar bunu pek önemsemiyor; kendilerini Osmanlı’yla sınırlıyor. Selçuklular’ı, Roma’yı, Hititliler’i kimse yazmıyor. Ben insanı anlatıyorum. Mekândan ve tarihten ayrı bir insan yok. Dolayısıyla bugünkü insanla 5 bin yıl önceki insan arasında ne fark var? Hepimiz bu topraklarda yaşamışız ama arada 3 bin yıl var. Ne oldu? İnsan ne kadar değişti?
Karşılaştığınız cevap ne?
Çok da değişiklik olmamış. Teknoloji ve yaşam biçimleri değişmiş. İnsanın bencilliği, saldırganlığı; aynı zamanda şefkati ve yaratıcılığı aynı. İnsan yapısı hep aynı. 5 bin yıl önceki iktidar savaşı neyse şimdiki de o.
İstanbul’u sokak sokak gezer misiniz?
Tabii. Esas olarak benim çalışma tarzım şu: Genel bir okuma yaparım. Sonra romanımın konusu neyse o konu üzerine bir araştırma. Öylesine de gezerim, onu da çok yaparım.
Ahmet Ümit İstanbul’da ne yapar? Ne tavsiye eder?
İstanbul’da yaşamak esasen büyük bir zevk. İnsanların çoğu mesaileri gereği bu zevkten mahrum. Ben bazen kahvaltı için boğaza giderim. Sıkılırsam atlayıp tarihi yarımadaya; Ayasofya ya da Yerebatan Sarnıcı’na… Süleymaniye Camii, Topkapı Sarayı, Kariye’ye sonra… Osmanlı dönemi eserleri için Dolmabahçe Sarayı’na... Hepsini bir kenara bırakıp Adalar’a... İstanbul binlerce olanağı bir arada sunuyor. Önemli olan gözlerinizi güzellikleri görebilecek kadar açmanız. Burada yaşayan insanların çoğu şehrin farkında değil. İstanbul’un taşı toprağı altın değil kültür ve tarih.
Romanla ilgili tur düzenlediniz. Okurla buluşmak nasıldı?
Türkiye’de ilk kez yapıldı bu. Bir romanın turu. Cinayet mahallerini gezdik. İnsanlar romanın atmosferini hissetiler. Romanın içinde yaşıyor gibi oldular. Benim için de enteresan bir deneyimdi.
İstanbul Hatırası’nı yazarken bilgi ile hikâye arasında nasıl bir denge kurdunuz?
İşin özelliği bu. Ben romancıyım, tarihçi değil. Tarih konusunda söylediğim şeyler tartışmalı da olabilir, yanlış da... Roman insan ilişkilerini, hayatı anlatır. Malumatfuruş olmamalı. Mesela Başkomiser Nevzat’ın annesini tarihçi yaptım. Yahut olayın içine Topkapı Müzesi Müdürü Leyla Barkın’ı ekledim. Adem Yezdan bir turizmci ama tarihle ilgili. Böylece sohbetlerinde tarihten söz açılabildi. Durup dururken tarihten bahsetmediler. Bunun bir matematiği var tabii. Önce bir kurgu oluşturuyorsunuz, sonra karakterleri…
Romanınızın en önemli temalarından biri de İstanbullu olmak. Komiser Nevzat tam bir İstanbul beyefendisi. İstanbullu kim?
İstanbulluk diye bir şey artık kalmadı. Bir kere şu yanılgıdan kurtulmak gerekiyor. İstanbul’da doğmuş olmak İstanbullu olmak demek değil. O kadar çok göç alan bir şehir ki burası… Artık kimse İstanbullu değil. Bu roman İstanbullu olmakla ilgili ve İstanbullu olunmamasına karşı yazıldı. İstanbullu olmak bu şehrin tarihini, kültürünü bilmek ama daha önemlisi bu şehirde yaşamanın getirdiği sorumluluklarla yaşamak. Nedir bu sorumluluklar? Bu şehrin doğasını, tarihini, kültürünü korumak; bu şehirde yaşamanın gerektirdiği sosyallik ve empati içerisinde yaşamak.
Cinayet romanlarında parayı ve kadını takip etme trükü vardır. Burada her bölüm bir para ile açılıyor. Paralar neyi sembolize ediyor?
Eski bir aşkı takip etmek de var kitapta. Ama buradaki para İstanbul tarihini anlatmak için bir trük. Paraları bulan Başkomiser Nevzat o dönemi araştıracak. Bu şehri kim kurmuş, Ayasofya’yı, surları kim yapmış? Bu şehir için Fatih’in önemi nedir? Mimar Sinan’ın önemi nedir?
‘İstanbul Hatırası’ bu şehre olan vefa borcunuzla ne kadar ilgili?
Evet. Bu şehrin ekmeğini yiyorum. İstanbul’da doğmadım ama bu şehirde âşık oldum, baba oldum, dede oldum. Bu şehri kurtarmak için bir sürü imza atıyorum. Ama bunlar yeterli değil. Daha büyük şeyler yapmam lazım. Bu kitapla biraz rahatladım.
JÜLİDE KARAHAN
SKYLIFE/EKİM 2010
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder