Safiye Behar, 1890'da Galatasaray Hamalbaşı Caddesi'ndeki 18 numaralı apartmanın birinci katında doğar.
Marx'ı, Proudhon'u, Lenin'i tanıyan ve sosyalist yazarlardan çok etkilenen Behar, gençliğinde Mustafa Kemal'le tanışarak onunla uzun süreli bir aşk yaşar. Cumhuriyet'in kurulduğu yıllarda Şikago'ya taşınmasına rağmen İstanbul ile bağlarını koparmayan genç kadın, Atatürk'le mektuplaşmaya devam eder. Paşanın ölümünden sonra İstanbul'daki evini kapatarak Türkiye ile olan tüm ilişkisini kesen Behar, 1965'te Şikago'da ölür.
Bu hikâye, Avusturyalı sanatçı Michael Blum'un 9. Uluslararası İstanbul Bienali için hazırladığı "The House of Safiye Behar/Safiye Behar'ın Evi"nin bir parçası, hatta kendisi. Tarihin tozlu sayfaları arasında yakalanan boşluklar üzerine kurulan, birinci elden; ama yine kurgu bir kaynaktan beslenen anlatı; İstanbullu sanatseverleri ezberlerinin dışına çıkmaya davet ediyor. Troçki'nin Meksika'daki, Freud'un Viyana'daki ya da Marx'ın Trier'deki, "dönemine şahitlik etmiş olandan turistiğe dönüşmüş" evleriyle benzerlikler taşıyacak müze ev, 16 Eylül'den itibaren bienal mekânlarından biri olan Deniz Palas Apartmanı'nda gezilebilecek.
'Araştırmalara kapı açmak istedim'
Blum'un bienal için tasarladığı işi, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş dönemine farklı bir açıdan bakılmasını amaçlıyor. Sanatçı, tarihin "kesin, doğru ve değişmeyen olduğu" görüşüne sorularla yaklaşırken izleyiciyi de sorgulamaya davet ediyor. Tarih ile kültür üretimini mizahi ve eleştirel bir dille irdeleyen Blum, "Atatürk'ün hayatı kesin çizgilerle defalarca yazılmıştı. Bu beni rahatsız etti. 'Tarih nasıl yazıldı, kim yazdı, bilinenler yeterli mi?' sorularına cevap ararken yeni araştırmaların yolunu açacağımı da düşündüm." diye söze başlıyor. "Cumhuriyet dönemi reformlarında etkisi olmuş bu kadının varlığına inanmayanlar olabilir, çünkü doğru kabul edilenler sadece yazılanlar." diyen sanatçı, çelişkide kalanları araştırmaya davet ediyor. "Doğru ya da değil, neye göre karar veriyoruz? Tarih, mutlak doğru gibi anlatılır; ama aynı zamanda üzerinde oynanan, ekleme ve çıkarma yapılan bir şeydir. Safiye, hiç tanınmadı çünkü Atatürk ve çevresindekiler yaşananları gizlemeyi bildiler." diyerek kurgusunu sonuna kadar sahiplenen sanatçı, sergideki mektuplardan birine atıf yaparak İsmet İnönü'nün bile bu ilişkiden haberi olmadığını söylüyor.
Böyle bir müze ev oluşturma fikri, kurgunun bir parçası olarak, Behar'ın mimar torunu Melih Tütüncü ile geçtiğimiz yıl Şikago'da tanışan Blum'un Türkiye tarihini araştırmaya başlamasıyla şekillenmiş. 2005'in Mart ayında İstanbul'a gelen sanatçı, Behar'ın terk edilmiş ve kullanılamayacak durumda olan evini bulmuş; ama Galatasaray'daki dairede bunu gerçekleştirmek mümkün olmayınca mekân olarak orayı andıran Deniz Palas Apartmanı'nda karar kılınmış. İstanbul ve Şikago'daki dairelerden toplanan eşyaların yanında torundan alınan belge, fotoğraf ve günlüklerden oluşacak müze, Melih Tütüncü ile yapılan ve anneannesini anlattığı söyleşinin videosunu da içeriyor. Belgelerin içinde Atatürk'ün Behar'a 1911, 1923 ve 1932'de yazdığı mektupların yanı sıra çevirisi yapılmış bir Nazım Hikmet kitabı da var. (Memleketimden insan manzaraları). İnsan Michael Blum'u dinleyip projesinin ayrıntılarına vakıf olunca olup bitenin gerçekliğine inanmaya başlıyor. Bakalım bienal başlayıp sergi gezildiğinde izleyiciler, tarihçiler ve eleştirmenler bu işe ne diyecek?
Fotoğrafçılık ve tarih okudu
1966 Kudüs doğumlu Michael Blum, Fransa'da Ecole Nationale de la Photographie okulunda aldığı fotoğrafçılık eğitimine Paris Üniversitesi'ndeki tarih bölümünde devam etti. Fransa, Hollanda, İngiltere, Kanada ve Brezilya başta olmak üzere çok sayıda ülkede çeşitli kişisel ve karma sergiler açan; 'Homo Oeconomicus' ve 'potlatch.doc' adlı kitapları bulunan Blum'un, çeşitli çağdaş sanat müzelerinde de eserleri bulunuyor. Sanatçı 9. Uluslararası İstanbul Bienali'nin davetlisi olarak Türkiye'ye geldi.
Jülide Karahan
05 Eylül 2005/Zaman
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder