30 Nisan 2007 Pazartesi

Yine de oynar mısın benimle?

Adalı ve cesaretli bir martı. Jonethan gibi yükseklerde değil gözü. Tek isteği biraz eğlenmek. İnsandan yana tenha bir sokakta yere düşmüş boş bir naylon poşetle oynayarak bile yapabilir bunu. Ama yalnız olmaz. Yalnız oynanmaz. Oyuna ada sakini kedileri de dâhil etmeli. İlk arkadaş kirli tekir bir kedi. Martının kurduğu oyun şöyle: Poşeti kediden kaçırıp biraz öteye bırakacak. Karşısındaki kedinin şaşkınlığı ve merakı an be an artarken o, yoldan geçen masum bir martı edasıyla salına salına dolaşacak. Tam kedi poşeti koklayıp araştırmaya başladığında hop, yine aynı numara. Kedi, yüzünde 'bu martı ne yapmaya çalışıyor' ifadesiyle daha bir meraklı, bir o kadar da sinirli artık. Poşetin pek kıymetli bir şey olmadığına kanaat getirince de çekip gidiyor haliyle. Martı için fark etmez, adada bir sürü kedi var. Bir diğeriyle oynuyor aynı oyunu. Uçup gittiğindeyse ardında kaldırımın kenarına uzanmış bir sürü yorgun argın kedi bırakıyor. Hikâye tamamen gerçek. Dönüp dönüp izlenebilecek kadar da ulaşılır. Siemens Sanat'taki 'Açık Oyun Alanı' sergisine gidip Ayşe Değirmencioğlu'nun 'Şehir Sakinleri' isimli video yerleştirmesini bulmak yeterli.

Mekâna gittikten sonra bahsi geçen videoya ulaşmak biraz zor ama. Kapıdan girildiği andan itibaren türlü oyun sarıyor çünkü insanın çevresini. Giriş kolay, çıkış zor; hep bir oyuna devam hali. Bülent Ortaçgil'in "Küçüktüm ufacıktım/Şimdi büyüdüm çocuğum var/Ben hep sorular sorardım/Karşımda aynı sorular/Oyuna devam..." dediği gibi, bitmiyor hiç oyunlar. Şarkıyı dilinize dolamanız çok muhtemel sergiyi gezerken: "Su olsam, ateş olsam/Göklerdeki güneş olsam/Konuşmasam taş olsam/Yine de oynar mısın benimle?"

'Açık Oyun Alanı'ndaki neredeyse tüm işler 'evet' cevabını veriyor bu soruya ve sizi dahil ediyor oyunlarına. Kendinizi tutmanıza gerek yok zira, izleyenlerin katılımıyla her defasında yeni bir oyuna dönüşüyor işler. Pastel boyaları elinize alıp, küçük masadaki kâğıtlara bir şeyler karalayıp, sonra da onları duvara asarak başlayabilirsiniz mesela. Sanatçı Çağlar Uzun iki renk vermiş yalnız size; yeşil ve pembe. Her oyunun elbet var bir kuralı; bozanı da... Hep sanatçılar izleyiciyi şaşırtacak değil ya. Cebinize başka renkler koyup gidebilir, bu sefer de siz sanatçıyı şaşırtabilirsiniz. Ama bu konuda kazanan yine onlar olacak gibi. Zira, 80 yaşındaki nine ve dedelerle 4-5 yaşındaki çocukların 'yakan top' oynadığına tanıklık etmek de var işin içinde.

Serginin ebesi Marcus Graf'ın nihai hedefi izleyiciyi şaşırtmak değil sadece. Oyun oynarken hayal etmeyi, mücadeleyi, kazanmayı, kaybetmeyi, müzakereyi, reddetmeyi, düşmeyi ve tekrar kalkmayı öğreniyoruz ona göre. Bütün bunları öğrenseniz de öğrenmeseniz de yine de oynamak ve çocukluk oyunlarını hatırlamak isterseniz 3 Haziran'a kadar Siemens Sanat'a gidebilirsiniz.

Jülide Karahan

Zaman Gazetesi/30 Nisan 2007

...

Hiç yorum yok: