Aliye Berger 'Güneşin Doğuşu'nu bitirdiği anda, hatta resmin Yapı Kredi'nin yarışmasına götürüldüğü sırada orada olan biri var yanımızda: Ressam Bilge Alkor. Anlatıyor: "Resmi taşıyorlar, gidiyor artık. Aliye Hanım 'Bir dakika, bir dakika; şunu da koymam lazım, bir ekleme daha yapmalıyım...' diye tablonun başında. Elinde fırça, son saniyeye dek bir renk, bir figür, bir nokta daha ekleme telaşında."
Bazı sergiler sadece sergi olmuyor. İnsan onları gezerken resim, heykel, video ve yerleştirmelerin yanı sıra bir dönemi, bir olayı, bir duyguyu; yani bir kitapta, bir derste, bir komşu ziyaretinde kolayca karşılaşamayacağı şeyleri buluyor. İstanbul Modern'de 22 Ocak'a dek sürecek 'Hayal ve Hakikat' tam da böyle bir sergi. Türkiye'deki Modern ve Çağdaş Kadın Sanatçıların 1900'lü yılların başından bugüne uzanan üretim sürecini bir bütün olarak anlatmak; serginin yola çıkış gayesi. Bu gaye vesilesiyle tam 74 kadın sanatçı karşımızda.
Kimilerine çok yakın hissediyor insan kendini, kimileriyle tanışmak istiyor. Örneğin Aliye Berger'le (1903 - 1974)... Keşke mümkün olsa! Ayşe Kulin'in 'Füreya' isimli romanında bizzat Füreya Koral'ın ağzından anlattığına göre; deli-dolu, neşeli, renk düşkünü, fular tutkunu... Her şeyi; üzüntüyü de sevinci de sonuna kadar yaşayanlardan. Eşini kaybedince sarılıyor sanata; gravüre ilk başta. Tam bir alaylı aslında ama Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir Kabaağaçlı) ile Fahrelnissa Zeid'in kardeşi, Füreya Koral ile Nejad Melih Devrim'in teyzesi olduğu düşünüldüğünde bir o kadar da mektepli. Sergide; 1954'te Yapı Kredi Bankası'nın 10. kuruluş yıldönümü nedeniyle düzenlenen 'İş ve İstihsal' konulu resim yarışmasında birincilik kazanan 'Güneşin Doğuşu' isimli tablosu. Aliye Berger'in ilk yağlıboyası... Bu yüzden ödül alması büyük tartışma konusu. Bir de resmin renk ve biçim tekniklerinin akademik kurallara uymaması söz konusu. Berger, herhangi bir taslağa bağlı kalmadan öyle güzel bir özgürlük içinde yapmış ki tabloyu!
Başka bir şey istesek...
Olacakmış! Çünkü 'Güneşin Doğuşu' bittiği anda, hatta tam yarışmaya götürüldüğü sırada orada olan biri var yanımızda: Ressam Bilge Alkor. Anlatıyor: "Resmi taşıyorlar, gidiyor yani artık. Aliye Hanım 'Bir dakika, bir dakika; şunu da koymam lazım, bir ekleme daha yapmalıyım...' diye tablonun başında. Elinde fırça, son saniyeye dek bir renk, bir figür, bir nokta daha ekleme telaşında. Galiba hiç bitmeyecek bir eser olarak kaldı onun hayatında." Ortaokul yıllarında Aliye Hanım'dan ders alan Bilge Alkor'un aklında ise renkler: "Evini görseydiniz, hele yatağını... Kat kat, rek renk yorgan ve çarşaflar. Düğün yatağı gibi. Tam bir kadındı o; duyarlılığı, zarifliği, insanın içini okuması ve deli dolu havasıyla... O havaya rağmen öyle gerçekçiydi ki aslında. Hayaller içinde yüzmezdi hiç... Aklımda en çok 'Tren kaçıyor, atlamam lazım...' lafı kaldı."
Böyle düşününce Bilge Alkor da öyle. Müthiş bir üretim içinde. 'Hayal ve Hakikat' sergisinde 70'li yıllarda yaptığı 3 eseri var. Bir Bizans ailesi, bir kendi ailesi, bir de evrensel bir aile. Şimdi ise, gençliğinde düşünüp de yapamadıklarıyla karşımızda. "Bazı şeyler için yaş almayı, yaşamayı beklemek lazım." diyor ve ekliyor: "Hep düşünmüştüm ama yapmak için yaş almam gerekti. Çünkü sonuçta bu, bir donanım meselesi. Teknik değil, yaşantı olarak... Örneğin fotoğraf; eskiden beri tutkumdu. Fotoğraf makinesiyle dolaşan bir ressamdım hatta. Ama ilk defa 3-4 yıl önceki 'Sihirli Flüt' isimli sergimde denedim... Fotoğrafla resmi birleştirmeyi. Geçen yıl Maçka Modern'deki bir fotoğraf sergisinde de fotoğraflarımla vardım."
Alkor'un yağlıboyayla fotoğrafı birleştirdiği ve Bozcaada'da topladığı kumtaşlarından çokça yararlandığı 'Meleklerin ve Şeytanların Aynalarında/ İnsanlığın Hâlleri' isimli sergisi şu günlerde 44A Sanat Galerisi'nde. Sergideki şeytanlar tetikleyici, melekler üzgün. Sebebini anlamak için yolunuzu 30 Ekim'e dek galeriye düşürün!
***
Uluslararası mısın, değil misin?
Tüm festival ve etkinliklerin çok önemsediği bir kelime var: Uluslararası. Kimileri ölesiye peşinde, kimileri ise 'sana ihtiyacım yok artık' tribinde. Örneğin bu yıl 30. yaşını kutlayacak İstanbul Kitap Fuarı nasıl mutlu nasıl mutlu. Sebebine gelince... TÜYAP Kültür Fuarları Genel Koordinatörü Deniz Kavukçuoğlu'nun ağzından: "İstanbul Kitap Fuarı, 'uluslararası' sözcüğünü kullanma hak ve yetkisini resmen kazandı. Bundan sonra dünya fuar takvimlerindeki yerimizi layıkıyla alacağız."
'İsimsiz (12. İstanbul Bienali), 2011' şeklinde yazılmayı çok önemseyen 12. İstanbul Bienali ise uluslararası kelimesini tamamen atmış durumda. Bilerek ve isteyerek. İstanbul Bienali Direktörü Bige Örer açıklıyor: "İstanbul Kültür Sanat Vakfı olarak 2011 yılında düzenlediğimiz bienal ve festivallerin isimlerinden 'uluslararası' sözcüğünü çıkarma kararı verdik. İKSV, ilk Uluslararası İstanbul Festivali'ni bundan neredeyse 40 yıl önce, 1973 yılında düzenlediğinde, festivalin en büyük iddialarından biri olan uluslararası niteliğine vurgu yapmak amacıyla bu ismi kullanmıştı. Yıllar içinde büyüyen, çoğalan ve gelişen festivallerimiz bugün İstanbul'da düzenlenen kültür-sanat etkinlikleri arasında uluslararası niteliği en çok öne çıkanlar arasında. Biz de bir festivalin ya da bienalin uluslararası niteliğinin adında değil, içeriğinde saklı olduğunu düşünerek bu yıldan itibaren etkinliklerimizin isimlerindeki 'uluslararası' ibaresini kaldırdık. Bu bizim için pratik bir önem de taşıyor, bienalin ve festivallerin daha kolay anlaşılır ve kısa isimlere sahip olmasını önemli buluyoruz. Bir anlamda uluslararası sözcüğünü çıkararak isimlerdeki ağırlığı attık. İstanbul Bienali'nin ve İstanbul Festivalleri'nin uluslararası olup olmadığını anlamak için artık isimleri bir referans değil. Yani o kadar uluslararasılar ki artık bunu tekrar etmeye gerek yok."
JÜLİDE KARAHAN
9.10.2011 / ZAMAN PAZAR
..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder