1 Kasım 2006 Çarşamba

Ben sömürgeci dönemin ürünüyüm

Sudan kökenli yazar Cemal Mahcub (Jamal Mahjoub), dünyaya gözlerini herkesin eşit; ama bazılarının daha eşit olduğu bir ülkede, İngiltere'de açmış.

1960 doğumlu yazar İngiltere, Sudan ve Danimarka'dan sonra şimdi İspanya'da yaşıyor. Batı coğrafyasında "öteki" olmanın zorluğunu iliklerine kadar hissettiğini her fırsatta vurgulayan yazar, bu hali, roman kahramanlarının da yazgısı yapıyor. "Hiçbir şey Benetton reklamlarındaki kadar günlük güneşlik değil." diyen Mahcub, Türkiye'de Yapı Kredi Yayınları'ndan çıkan Raşid'in Dürbünü ve Cinlerle Yolculuk ile tanındı. Mahcub, TÜYAP 25. İstanbul Kitap Fuarı'nın bu yılki yabancı konukları arasında. Ülkemizde geçtiğimiz ay Alametler Saati adlı yeni kitabı yayınlanan yazarla, yağmurlu bir İstanbul günü, doğduğu ülke Sudan'ı, Doğulu bir yazar olarak Batı'da yaşamanın anlamını ve eserlerini konuştuk.

Romanlarınız, Arap dünyasında özellikle Sudan'da nasıl karşılanıyor?

Bilmiyorum. Eserlerim Arapçaya çevrilmedi, yakın zamanda da çevrilecek gibi görünmüyor. Sudan'da da yaygın oldukları söylenemez. Kitaplarım hakkında bir şeyler kaleme almış Sudanlılar, genelde Batı'daki üniversitelerde çalışan akademisyenler.

Hikayeleriniz Sudan'ın tarihi zemininde geçiyor. Ülkenize olan vefa borcunuzu mu ödüyorsunuz?

Hayır, sadece o kadar değil. Öğrenme ve anlama ihtiyacı daha çok. Her şeyden önce ben ilgileniyorum Sudan'ın tarihiyle. Çünkü bu aynı zamanda benim hikayem. Sömürgeci dönemin ürünüyüm ben. Britanya 1898'de Sudan'a girmiş olmasaydı, annemle babam hiç tanışamayacaklardı mesela. Kendi hikayemi merak ediyorum.

Edebiyat, bir şeyleri öğretsin, anlatsın hatta değiştirsin istiyor musunuz? Daha doğrusu buna inanıyor musunuz?


Edebiyat, o 'bir şey' dediklerinizi değiştirebilir; ama doğrudan değil. Aslında eskiden edebiyatın doğrudan değiştirme gücü olduğuna inanırdım. İlk romanım, petrolün bulunuşu ve iç savaşa sürüklenen Sudan'la ilgiliydi. İnsanların görüşlerini etkilemeyi ummuştum; ancak işler öyle yürümüyor. Bunlar, bir romancının işi değil. İnsanların bakış açısı değişiyor tabii, ama bunun politik arenadaki meyvelerini toplamak mümkün görünmüyor.

Günün birinde Batı ile Doğu'nun uzlaşacağını düşünüyor musunuz?

Batı ile Doğu'nun uzlaşamayacağı bir nokta görmüyorum ben. Batı, pek çok şeyi Doğu'dan aldı. Ortak nokta çok aslında; ama farklılıklara vurgu yapılıyor, çatışmalar tetikleniyor. Batı, ayakta kalabilmek için kendine bir canavar aradı ve bu da 'Yeşil Tehlike' oldu.

'Tehlike'den kastınız İslamiyet mi?

Hayır. Ana problem hep aynı, ekonomik ve politik. Şu anda her şey bazı politik grupların elinde. Son üç yılı bir düşünün. Nedeni belirsiz savaşlar... Amaç petrolü kontrol etmek. İslamiyet, yaşadığımız çağa damgasını vuran Doğu-Batı çatışmasında kilit rol oynuyor gibi görünebilir. Ama esas sorun İslâmiyet değil, politik özgürlüksüzlük. İnsanların istekleri hep aynıdır. Yaşama hakkı, güvenlik, yemek, ev, iş, çocukları için daha iyi bir gelecek. Müslümanlar, dünyadaki tüm insanları öldürmek istiyor olabilir mi? Tabii ki hayır. İnsanları dinlemeyi reddederseniz onlar da saldırır.

Hikayelerinize dönersek, Batı'nın mistik Doğu edebiyatı arayışına cevap veriyor gibisiniz. Mistik ve etnik ayrıntılar, oryantalizm... Doğulu bir yazar Batı'ya illa böyle mi açılır?

Bilmiyorum. Bunu özellikle yapmaya çalışmıyorum. Kitaplarım Batı'ya sesleniyor; ama Doğu'ya da söyleyecek bir şeyleri olduğuna inanıyorum. Bazı klişeler olduğu ve bunların çok sattığı doğru. Ama ben gerçeklik üzerine kuruyorum romanlarımı. Eğer inandığımı, düşündüğümü, hissettiğimi yazmazsam bir süre sonra tıkanır, tükenirim. Bir de Türkiye'de üç tanesi yayımlandı; ama aslında benim yedi romanım var ve hepsi birbirinden farklı.

Kahramanlarınızı yollara düşürüyor ve çözümü o yollarda aratıyorsunuz. Yaşadığınız ülkeleri düşünürsek siz de yollardasınız, peki ne arıyorsunuz?

Ben daha iyisini arıyorum hep. Bir kitap yazmaya başlarken onun yazacağım en iyi roman olacağını düşünüyorum. Bitince de birkaç hafta 'evet, en iyisi bu oldu' diye mutlu mutlu dolanıyorum; ama sonra 'hayır galiba değil' demeye başlıyorum.

Amin Maalouf'u artık okumuyorum

Türkiye'de isminiz Amin Maalouf ile birlikte anılıyor. Mesela sizi tanımayan biri, herhangi bir kitapçıya girse ve 'Nasıldır?' dese, 'Çok iyidir, Amin Maalouf'u seviyorsanız mutlaka onu da seversiniz.' cevabıyla karşılaşıyor...

Birkaç kitabımız birbirine benziyor, Raşid'in Dürbünü mesela. Bazı benzer his ve düşüncelere sahip olmamız doğal. İkimiz de Doğu kökenliyiz ve Batı'da yaşıyoruz. Daha önce gerçekten okurdum onu; ama artık okumuyorum. Hatta yeni kitaplarını merak etmeme rağmen okumuyorum. Bütün kitaplarım düşünüldüğünde çok farklı olduğumuz anlaşılır. Onun yaptığı, tarihin bir parçasını alıp irdelemek. Ben tarihi kusursuz ya da mutlu bir tablo olarak aksettirme niyetinde değilim.

'Nobel politiktir'

"Orhan Pamuk'un Beyaz Kale, Kara Kitap, Yeni Hayat, Kar ve Benim Adım Kırmızı'sını okudum. Kar gerçekten iyiydi. Nobel'e gelince o zaten politik bir ödül ve politik bir karar. Taa başından beri. Orhan Pamuk ilk değil. Sadece dünyanın en iyi yazarı olmak yetmez. Büyük yazarların çoğu da almamıştır zaten. Formül şu: Çok iyi bir yazar ve ... Yanında 've' yoksa olmaz. Ama ne olursa olsun, Türkiye için çok sevindirici."

Jülide Karahan

01 Kasım 2006/Zaman

Hiç yorum yok: