Zaman hakikaten izafi. Bazen öyle bir an geliyor ki 8000 yıllık tarih, küçücük bir ‘şimdi’ye sığıyor. O anlardan birine şahitlik etmenin ve ‘şimdi’nin içinde 8000 yıl öncesine gitmenin tarifi şöyle: Öncelikle bir tam gün gözden çıkarılır ve Emirgan’daki Sakıp Sabancı Müzesi’ne gidilir. Sonra ‘Efsane İstanbul: Bizantion'dan İstanbul'a - Bir Başkentin 8000 Yılı’ isimli sergi itinayla gezilir. İşin püf noktası, görünenden hareketle hikâyeleri hayal etmektir. Evet, 8000 yıllık yolculuk başlıyor; hem de ‘şimdi’.
Önümüzde, insanlık tarihinin bin bir türlü meselesine şahitlik etmiş bir şehrin, İstanbul'un, 8000 yıllık geçmişi duruyor. Katman katman, satır satır… Sergi, tarih öncesi çağlarda iki kıtayı birleştiren limanın oluşmasıyla başlıyor. Denizlerin yarılması, suyun dolması ve şehrin limana sahip olması devir devir karşımızda. Büyükçe ağaç tomrukları arasına yerleştirilmiş animasyon video, hem çocukça bir merakı hem de şehri ele geçirmek isteyen imparatorların ihtirasını koyuyor içimize. Hikâyenin özeti ekranda, detayları ise sergi salonlarında.
HİKÂYENİN ÖZETİ
MÖ 660 yılında kurulan Bizantion; Pers, Atina ve Sparta egemenliklerinin ardından Helenistik dönemde bağımsızlığını kazanır ama mutluluk uzun sürmez çünkü kent MÖ 146 yılında Roma vesayetine girer. Hıristiyanlığı benimseyen İmparator Constantinus, 330 yılında eski pagan kenti Bizantion’u başkent ilan eder ve şehrin adını değiştirir. 6. yüzyıla gelindiğinde Konstantinopolis, geç antik dünyanın siyasi ve ticari merkezi olmakla kalmaz; kutsal emanetlerin toplanmasıyla ‘İkinci Kudüs’ haline gelir.
Karanlık Çağlar’da (7 ve 8. yüzyıllar) karanlık günler geçirse de büyüklüğü ve zenginliğiyle harikalar şehri olmaya devam eden Konstantinopolis, tarihindeki en büyük darbeyi 1204’te Haçlı saldırılarıyla alır. Şehir yağmalanır, Hippodrom’dan sökülen altın yaldızlı bronz at heykellerine varana dek pek çok ganimet Venedik’e götürülür. (Sergide bu ganimetlerden kimi örnekler var. Atların da bire bir kopyaları… )
Hemen hemen altmış yıl süren Latin egemenliğinden sonra, 1261’de VIII. Mikhail Palaiologos’un şehri geri almasıyla Konstantinopolis bir kez daha Bizans İmparatorluğu’nun başkenti olur. Öldürücü darbe için 1453’ü beklemek gerekir. Osmanlılar’ın Konstantinopolis’i fethi her ne kadar Bizans’a son vermişse de, şehrin yeni bir kimlikle yeniden doğmasına vesile olur. (Sergide, Osmanlı kuşatması sırasında Haliç’in girişini kapatmak için kullanılan zincir de var.)
Efsaneye göre; Osmanlılar şehri almadan birkaç gün önce, Konstantinopolisliler Ayasofya’nın kubbesi üzerinde tuhaf bir ışık görür. Bunu kiliseden ayrılan Kutsal Ruh olarak yorumlayan kimi vatandaşlar şehri terk ederken pek çoğu kalmayı tercih eder. Fetihten sonra kendini Roma Kayzeri ilan eden Sultan II. Mehmed, izlediği akıllıca politika sayesinde şehri eski görkemi ve renkli kalabalığına yeniden kavuşturur. Yıllar içinde Bizans kiliselerinin mozaik bezeli kubbeleri camiye dönüşürken, yeni camilerin zarif minareleri kentin siluetine yerleşir.
Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışı, işgal, Kurtuluş Savaşı, Cumhuriyet’in ilanı ve başkentin Ankara'ya nakli, İstanbul’un tarihinde yeni bir sayfa açar. Hâlâ açık olan o sayfada enerjisiyle herkesi kendine hayran bırakan bir şehir var. Adı İstanbul.
BİZANS MI, SELÇUKLU MU, OSMANLI MI?
Küçük bir yerleşim yeriyken imparatorluklara başkentlik yapmış bir şehrin kaydını tutan sergide İstanbul'a dair neler yok ki… Heykelden sikkeye, el yazmasından minyatüre, kaftandan sorguca, kutsal kitaplardan tablolara, tesbihlerden ikonalara 500’ü aşkın eser… Salonların birinde İstanbul'un kubbelerinin birer birer yansıtıldığı büyükçe bir canlandırma var ki tüm önemli camii ve kliselerde tek tek dolaştırıyor insanı.
Daha önce Paris'te küçük bir provası yapılan serginin en iyi tarafı kültürlerin devamlılığı ve birbirleriyle ilişkisini bir bütün halinde sunması. Müzenin her salonu İstanbul'un ayrı bir dönemini anlatsa da geçişleri görmek mümkün. Seramik sanatında öyle parçalar var ki; Bizans mı, Selçuklu mu, Osmanlı mı anlaşılmıyor. Kültürlerarası alışveriş dedikleri tam da bu olmalı. Bir şehrin içinde nelerin birbirine devredildiğini anlamak için bile gidilmeli sergiye. Yurtdışından 39, Türkiye’den 19 olmak üzere toplam 58 müzeden türlü çabayla derlenen eserlerin yerini, günümüzü anlatan bölüm itibariyle fotoğraflar alıyor. 20. yüzyılda hâlâ ülkenin dünyaya açılan penceresi olan şehir, bugün dünya için bir çekim merkezi.
8000 yıl öncesine uzanan geçmişiyle gurur duyuyor İstanbul. Onu ilk kez ziyaret edenleri, hatta yıllardır üzerinde yaşayanları şaşırtmayı da pek seviyor. Denizi ve toprağının altında uyuyan geçmişiyle hâlâ pek çok sır saklıyor şehir içinde. Keşfe açık.
Bu sırların bir kısmını keşfetmek için 4 Eylül'e kadar yolunuzu Emirgan’daki Sakıp Sabancı Müzesi'ne düşürmeli ve İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın desteklediği yılın belki de en önemli sergisi ‘Efsane İstanbul: Bizantion'dan İstanbul'a - Bir Başkentin 8000 Yılı’nı görmelisiniz. Bu şehre ait olmanın gururla karışık mutluluğunu hissederken İstanbul’u yeniden keşfetme arzusuyla dolacaksınız.
JÜLİDE KARAHAN
İNFOMAG/TEMMUZ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder