Geçtiğimiz günlerde İstanbul’a gelen Steve McCurry, güçlü bir hikâyenin fotoğraf için ne kadar önemli olduğunu anlattı.
Foto muhabiri Steve McCurry’nin ismini çoğu kişi hatırlamaz ama Rus işgali altındaki Afgan halkının dramını yansıtan yeşil gözlü ‘Afgan Kızı’nın fotoğrafını görmeyen, görüp de hatırlamayan yoktur. Bu etkileyici gözlerin kâşifi geçtiğimiz günlerde İstanbul’daydı. McCurry, şehirde kaldığı üç-beş günde sayısız fotoğraf çekti ve çektirdi. Kayıt cihazına epey mesafeli davranan McCurry; en çok Doğu ülkelerindeki farklı kültür, dil ve dinlerle harmanlanmış insan yüzlerini fotoğraflamayı seviyor.
Üç gündür İstanbul’dasınız. Neler fotoğrafladınız?
Sultanahmet Meydanı ve civarındaki sokaklarda dolaştım. Pek çok fotoğraf çektim ama özellikle kediler ve uyuyan insanlar takıldı objektifime. Parklarda gölgelere sığınmış uyuyan insanlar ve mezar taşları üzerinde gezinen kediler...
İstanbul’a daha önce de çeşitli sebeplerle gelmiştiniz. Bu şehirde muhakkak fotoğraflanmalı dedikleriniz neler?
Bu İstanbul’a dördüncü gelişim. Her defasında bambaşka hikâyelerle karşılaşıyorum. Milyonlarca hikâye var burada; hangisini sayayım?
Hangisi daha önemli? Renk, ışık, hikâye, teknik…
Hepsi eşit derecede önemli.
Hikâye diyeceksiniz zannediyordum…
Evet, aslında düşününce hikâye daha önemli.
Neden?
Neden mi? Siz de bir gazetecisiniz ve hikâyenin neden daha önemli olduğunu en az benim kadar biliyor olmalısınız.
Yazıda evet hikâye ama fotoğrafta başka kriterler de olmalı.
Fotoğrafta da önemli olan hikâyedir. Her fotoğrafın bir hikâyeye ihtiyacı vardır. İyi bir hikâye fotoğrafın altın bileziğidir.
Bruno Barbey Magnum’un belgeselden sanat fotoğrafına kaydığını söylüyor. Katılıyor musunuz?
Evet, haklı. Magnum’da böyle bir yönelim var. Şu anda Magnum’daki fotoğrafların yüzde 70’i artistik.
Kendi fotoğraflarınız için ne söyleyebilirsiniz? Sizde de öyle bir yönelim var mı?
Ben belgesel fotoğraflar çekiyorum.
Poz vermiş insanların olduğu fotoğraflarınız için artistik diyemez miyiz?
Olasılıklı ama ben öyle düşünmüyorum ve öyle çalışmıyorum. Stüdyoda çalışmıyorum her şeyden önce. Makinemi alıyor ve dünyayı dolaşıyorum. Belgeliyorum. O yüzden de kendimi belgesel fotoğrafçı olarak görüyorum. Bir fotoğraf hem artistik öğeler taşıyıp hem belgesel nitelikli olabilir ayrıca. O kadar keskin çizgiler yok ikisi arasında. Bir de ben kimseden poz vermesini istemiyorum. Bekleyip anı yakalamaya çalışıyorum.
O zaman doğru soru geliyor: Doğru zamanda doğru yerde olmayı nasıl başarıyorsunuz?
Kimse doğru zamanda doğru yerde olamaz. Bunu kimse tam olarak kestiremez. Sadece deneyebilir ve eğitimle tahminlerini güçlendirebilir. Bu tamamen deneyim ve sabırla ilgili. Çoğu zaman iyi bir şeyler çıkacağını hissediyorum. Dünyayı anlamak, öngörmek ve zamanla bunun tecrübesini kazanmak çok önemli.
Bir fotoğraf karesi için çok uzun süreler beklediğiniz oluyor mu?
Sabırlı olmak elbette gerekli ama öyle saatlerce süren sıkıcı beklemeler olmuyor. Seyretmek ve beklemek önemli ama asıl mesele bakmak ve görmekte. Bakmayı bilmek ve hissetmek lazım. Bir de bazen olur, bazen olmaz. Dün şanslı bir gündü mesela. Öylesine dolaşırken, sadece 15 dakika içinde çok güzel kareler yakaladım. En sevdiğim fotoğraf olan ‘Kum Fırtınasında Dua Eden Kadınlar’ı da hiç beklemediğim bir anda, tamamen şans eseri çektim.
Yılın dokuz ayı seyahatte olmak nasıl bir şey? Sizi bekleyenler olmuyor mu?
Evet, aslında her defasında beni bekleyenler oluyor. Ama şimdiye kadar ciddi bir problemle karşılaşmadım. Bazen yakınlarım da benimle geliyor, herkes hayatından memnun. Her şeyden önce ben kendimden memnunum. Yer değiştirmeyi seviyorum, bu benim tercihim.
STEVE MCCURRY
1974’te Pennsylvania Eyalet Üniversitesi’nin Güzel Sanatlar ve Mimari Bölümü’nden mezun olan Steve McCurry, spor ve moda fotoğrafları çekip onların haberlerini yaparak gazeteciliğe başlamış. Bir süre sonra yerinde duramaz olunca para biriktirerek Hindistan’a gitmiş. McCurry’nin hikâyesi 1979’da gittiği Hindistan’da başlıyor.
Sonrası malum, rüzgâr nereye sürüklerse… İran - Irak Savaşı, eski Yugoslavya’nın parçalanması, Beyrut, Kamboçya, Filipinler, Körfez Savaşı, Sri Lanka ve Afganistan da dâhil olmak üzere uluslararası çatışmaların ve iç savaşların yaşandığı pek çok bölge… 1984’te Pakistan’daki bir mülteci kampında gördüğü Sharbat Gula’yı fotoğraflayan ve bu fotoğrafı 1985’te National Geographic’in kapağına taşıyan McCurry, 1986’dan beri Magnum Photos üyesi. Kariyerine National Geographic’te devam eden New Yorklu fotoğrafçının ‘Magazine Photographer of the Year’, ‘World Press Photo Award’, ‘Oliver Rebbot Memorial Award’ gibi uluslararası birçok ödülü ve yedi kitabı bulunuyor.
AFGAN KIZI
‘Asrın fotoğrafı’ olarak anılan ve dünyaca ünlü bir ikona dönüşen Sharbat Gula’nın fotoğrafı 1985’te National Geographic’te yayınlandığında büyük yankı uyandırır. Sovyetler Birliği ve Afganistan arasındaki savaş sırasında öksüz kalan ve Pakistan’daki bir mülteci kampında Steve McCurry’nin karşısına çıkan Gula’dan uzun yıllar haber alınamaz. 2002 yılında Afgan Kızı’nı bulmak için ciddi şekilde harekete geçen dergi, kızın fotoğrafını bütün mülteci kamplarına dağıtır ve sonunda izini bulur.
Afganistan’ın ücra bir köşesinde kocası ve üç çocuğuyla birlikte zor şartlarda yaşayan ‘Afgan Kızı’ epey değişmiştir. Gula’nın yeni fotoğrafları eskisiyle karşılaştırılır ve göz irisinden onun aynı kişi olduğu anlaşılır. 2002 Nisan’ında Afgan Kızı’nı yeni yüzüyle tekrar kapağa taşıyan National Geographic, Gula’nın hacca gitme hayalini gerçeğe dönüştürmekle kalmaz ona finansal yardım da bağlar.
JÜLİDE KARAHAN
SKYLIFE / EYLÜL 2010
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder