Sıcaktan, rutubetten ve turistlerden bunalan Venedik'te güvercinlerle sanatseverler mutlu sadece. Güvercinlerin mutluluğu her mevsim, sanatseverlerinki ise 21 Kasım'a, yani 52. Uluslararası Venedik Bienali bitene kadar...
Atların havada asılı kaldığı, güvercinlerinse uçmak yerine yürümeyi tercih ettiği bir yer Venedik. Rengârenk sokaklarıyla dev bir sergi salonunu andıran şehrin üzerine 21 Kasım'a kadar bienalin gölgesi düştü. Bu gölge altında soluklanıp, 52. Uluslararası Venedik Bienali'nin öyküsünü dinledik. "Duygularınla düşün, aklınla hisset/Şimdiki zamanda sanat" koymuş küratör Robert Storr bu öykünün başlığını. "Şimdiki zamanda sanat; çünkü sadece şu anda yaşıyoruz ve şu anda ürettiklerimizle varız." diyen Storr, sanatın çatışmalara sihirli bir çözüm getireceği vaadinde bulunmuyor hiç. Farklı birikimlerle oluşturulan her eserin kendi sesi, görüntüsü, kokusu, dokusu ve tadı var. İnsan elinden çıktıklarını unutmuyor; insanı ezmeye, korkutmaya, yabancılaştırmaya çalışmıyorlar. "Bu saçma sapan şeyler de sanat mı!" hayıflanmasına çok uzaklar.
Bienalin ana mekânları Arsenale ve Giardini'de 77 ülkeden 100'ün üzerinde sanatçı var; ama aslında şehrin dört bir yanı sanat eserleriyle kaplı. Hepsini keşfetmek 'imkansız'. Hele sıcak ve nemli sokaklar ile adres tarif etmekten bunalmış Venedikliler düşünüldüğünde... Gerçi kimileri için 'imkansız', 'sadece biraz zor' anlamına gelebiliyor.
Hayatın karmaşasına kapılarak duyarsızlaşmış kimseler, unuttukları pek çok hisse küratörün de salık verdiği üzere anlık da olsa kavuşabiliyor Arsenale'deki sergide. Tomer Ganihar'ın yaralı oyuncak bebekleri karşısında, gerçek insanlara karşı kalkan olarak kullandığımız duyarsızlık işlemiyor mesela. Yaralıların oyuncak bebek olması, insanı çocukluğuna götürüyor olsa gerek... Kimi çalışmalara anlaşılmadık şekilde bağlanmak işten bile değil. Yang Fudong'un siyah-beyaz görüntülerden ibaret videosunun başında dönüp durmanın açıklaması bu olmalı.
Perdeleri aralayıp başka bir odaya her geçişinizde bambaşka bir his, ses, doku ve koku bekliyor sizi. Böyle perdelerden birinin ardındaki karanlık bir odadaki ilk his keskin ahşap kokusuna dair. Garanti Bankası sponsorluğundaki Türkiye Pavyonu burası. Hüseyin Alptekin'in 'Şikâyet Etme' isimli çalışmasındaki kulübelerin içlerinde olup bitenler koku ve görüntü kadar ilgilendirmiyor izleyicileri. Vasıf Kortun küratörlüğündeki Türkiye Pavyonu'ndan hemen sonra göz kamaştıran bir aydınlık içindeki Afrika Pavyonu geliyor.
Bienalde hırsız var!
Arsenale'nin doğusundaki eski tersane ve depolarda Türkiye, Afrika, Çin ve Hindistan için yeni sergi alanları oluşturulmaya çalışılıyor. Hindistan diplomatik nedenlerle katılamamış olsa da, Çin ikinci kez aynı mekânda. Çin Pavyonu'nun küratörü, 10. İstanbul Bienali'nde karşılaşacağımız Hou Hanru. Çalışmaları, beyaz duvarlara çeyiz gibi sermeyi sevmeyen Hanru, yağ tanklarını bile kaldırmamış mekândan. Tüm tavanı renkli kumaşlara sarılı mızraklarla kaplayan küratör, tankların aralarına LCD ekranlar serpiştirip kiraz ağaçlı bahçeyi de sergiye dahil etmiş.
Giardini'ye giden yollar pek çok yapıtın ev sahibi. Dar sokaktaki çamaşır asılı iplerin birer eser olduğunu ertesi gün de onları yerlerinde görünce anlayabiliyorsunuz ancak. İzmir fuarını hatırlatan bahçede irili ufaklı pek çok ülke pavyonu var. Kırmızı ön cephesiyle Fransa en romantik olanı. Çalışmanın hikâyesi şöyle: Sanatçı Sophie Calle, bir adamın bir kadına duyduğu hisleri anlattığı tek sayfalık bir e-mail alır. Kadını seven; ama terk eden adamın mektubu 'kendine dikkat et' cümlesiyle biter. 107 kadından bu maili anlamalarını, yorumlamalarını ve cevaplamalarını isteyen Calle, mektubu okuyan kadınları fotoğraflar ve videoya alır. Tüm yorumları da sergiye dâhil eder. Bunca kadının parkta, merdivende, müzede, ütü yaparken, mutfakta patates soyarken aynı mektubu okuyup bir adamı anlamaya çalışması oldukça içli.
Önünde metrelerce kuyruk olan tek pavyon Almanya'nınki. Kuyruğun sebebi Isa Genzken'in yerleştirmeleri değil yalnız. Sergi, tek bir seferde sadece 25 kişi tarafından gezilebiliyor. Kapıdaki görevlinin dediğine göre bienalin açıldığı gün işlerin birinin bir parçası çalınmış ve böyle bir önlem alınması zorunlu olmuş.
Jülide Karahan
14 Haziran 2007/Zaman
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder