10 Ocak 2011 Pazartesi

MISIR'DAN BEKLEDİĞİM HABER SAHNEDEN GELDİ


1975 Ankara doğumlu Mete Horozoğlu, animatörlük ve 657'li asistanlık günlerinin ardından kendini sahnede buldu. "Hisseder, içimde duyardım. Nasıl desem? Büyük bir şey olacağını bilirdim. Mısır'da bir akraba çıkacak ve bana büyük bir miras bırakacak sanırdım." diyen Horozoğlu'nun beklediği o büyük 'şey' oyunculukmuş meğer...



Siz nerelisiniz?

Yakın çevremin en çok sorduğu sorudur bu: 'Ya Mete nerelisin sen?' Ailem şu anda Antakya'da yaşıyor, ben de fırsat buldukça giderim oraya. Ankara doğumluyum ama anne baba Bursalı. Boşnak'ız biz. Babam Ankara'ya iş kurmak için gidiyor. Bir ara işleri bozuluyor ve önce Yalova, sonra Karamürsel'e taşınıyoruz. Karamürsel Ticaret Lisesi'nde okudum ben. Mezun olunca Ankara'da yaşayan ablamın yanına gittim. Orada iki yıllık yüksek muhasebeyi kazandım ama okula gitmek yerine Antalya'ya kaçtım. 3-4 yıl animatörlük yaptım. Sonra eşin dostun ısrarıyla üniversiteyi bitirmek için Ankara'ya döndüm. Okula gidip durumu öğreneceğim sabah, tam ayakkabılarımı bağlarken kapı çaldı. Postacı, 'Mete Horozoğlu' dedi. Üç senedir yokum, şehirdeki ilk sabahımda postacı bana mektup getiriyor. İmza mimza, bir baktım 'Okulla ilişiğiniz kesilmiştir' yazıyor kâğıtta. Böyle kaldım tabii. Napalım napalım derken ablamın bir arkadaşı vasıtasıyla seslendirme yapmaya başladım. Oradan Devlet Tiyatrosu'nda figürasyon, sonra da üniversite. Planlasan olmaz. Seslendirme, figürasyon, sınava hazırlık, kazanma; hepsi 6 ay sürdü. 22 yaşında yeniden üniversiteli oldum.

Hepsi tesadüf mü bunların? Hiç kararlılık yok mu?

Yok. Ankara Devlet Tiyatrosu'nda figürasyon yapmaya başladığımda '4. Murat' sahneleniyordu. Çok etkileyiciydi. 'Bu ne, nasıl yapılır bu iş?' diye sormaya başladım. Dediler, 'okulu var.' 'Nasıl hazırlanılır, ne yapılır?' diyor soruyorum 'Sireno da Berjerak' diyorlar; o ne, hiçbir fikrim yok. Hayatımda sadece bir oyun izlemişim. Okuduğum kitap yok doğru düzgün. Bir Jack London 'Beyaz Diş', bir de nereden geçtiyse elime Montaigne 'Denemeler'. Neyse girdim sınava, kazandım: Eskişehir Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuarı Oyunculuk Bölümü.

İki kitapla üniversite, iyiymiş. Sonra?

Eskişehir'de saracak bir şey yok, oturup çalıştık. Bir de ne oldu biliyor musunuz? Siz buna da tesadüf dersiniz şimdi... Ankara'da ablamın evindeyim, Eskişehir'e gideceğim diye hazırlık yapıyorum. Kapı çaldı. Açtım. Bir abla, komşumuzmuş, tanımam etmem. 'Tiyatro bölümünü kazanmışsın' dedi. 'Evet' dedim. 'Ben Dil Tarih'teydim, yarım bıraktım. Sana kütüphanemi hediye etmek istiyorum.' dedi. Shakespeare ve Çehov külliyatları, hocalarda bile olmayan oyunlar, denemeler... Koca bir kütüphane. Bir başladım okumaya. Onu okuyunca bunu da okumak istiyorum. Delice bir şey. Hâlâ o karanlığa düşerim, okunacak o kadar çok şey var ki...

En çok kimi sevdiniz?

Sabahattin Ali. Ben tutkulu insanları severim. Onun 'Değirmen' öyküsünde bir Çingene var; böyle bir aşk, böyle bir memleket hikâyesi yok. Bir senaryolaşsa... Senaryolaşabilecek o kadar çok hikâyemiz var ki... Kendimize kendimizi anlatmamız lazım. Memleketin insanını, hayallerini, meselelerini anlatmalıyız sahnede. Batı kaynaklı oyunlar 'kötü' demiyorum ama Batı bir sürü şey yaşıyor, bizden farklı. 11 Eylül'den sonra Amerika'daki insanın korkusuyla benim memleketimdeki insanın korkusu aynı olabilir mi? Sen o korkudan beslenen bir oyunu burada oynadığında buradaki insan alıcı olur mu? Olmaz, olmuyor zaten.

İstanbul'a ne zaman geldiniz?

Üniversiteyi 2001'de bitirdim. 2 yıl asistanlık yaptıktan sonra 2003'te istifa edip İstanbul'a geldim.

Kadrolu muydunuz?

Tabii tabii. 657'li. İstifa edince annemle babam küstü bana. Delilik. 657 önemli bir şey. Ben diyorum 'Tiyatro amaçlarına ulaşamadı'; babam diyor 'Ne diyorsun sen?' Zaten konservatuarda okurken de babam hep sorardı: 'Ne iş yapacaksın sen şimdi?' 'E baba işte tiyatro, oyunculuk...' 'Tamam da ne iş yapacaksın, nasıl para kazanacaksın?' 'Ya baba, oyunculuk işte...'

İstifa için önemli bir şey lazım... O neydi?

İstanbul'da bir şey yoktu. Eskişehir'de ise çok güçlü bir şey vardı: Başarısızlık.

Nasıl?

Mezun olduktan sonra üniversite tiyatrosu yapmaya başladık: Tiyatro Anadolu. 2 sene canımızı dişimize taktık, oyunlar hazırladık, bir şekilde götürdük ama istediğimiz gibi olmadı, en azından benim istediğim gibi... Hayat öyle de giderdi ama bende şey var, bir iş yapıyorsam illa düzgün olacak. Yaparken kendimi iyi hissetmem gerekiyor. İşi düzgün yapmak en büyük ahlak. Şimdi böyle anlatıyorum da komik bir yandan. Her şey zaten planlanmış olmalı. Tesadüf değil tevafuk, her şey planlı ve birbirine bağlı. Neyse önce sınıf arkadaşım Tansu (Biçer) istifa etti, sonra ben. Tansu İstanbul'a gelip o zamanlar yeni kurulan Semaver Kumpanya'ya katıldı.


Siz ne yaptınız?

Ben de istifa edip Tansu'nun yanına geldim. Aynı eve. Ev demeyeyim ona, oda. Beşiktaş'ta iki oda, bir salon ev vardı ama bizim ancak bir odayı dolduracak kadar eşyamız... Bir odada duruyorduk böyle 4, 5 kişi. Tansu, Semaver'e gidip geliyordu, ben de gidip gelmeye başladım ama Semaver'de oynamam çok sonradır.

Niye öyle oldu?

Hayatla alakalı meseleler bunlar. Orada tiyatro yapmak için ciddi bir kararlılık gerekiyor. İki seçenek vardı önümde: Ya girip piyasada bir şeyler kazanacağım ya da Semaver'e vakfedeceğim kendimi. Aileden üç beş lira geliyorsa tamam diyorsun, ben bu standartlarda yaşarım. Ama o üç beş lira da yoksa... Bende öyle oldu. Hiç yoktu. Çalışıp kazanmak zorundaydım. 'Ben bir süre tiyatro yapamayacağım, para kazanmam lazım' dedim ve reklam görüşmelerine başladım. Her günüm Semaver ekibiyle geçiyordu, o ayrı.

Sihirli değnek neydi?

Bahçeşehir Üniversitesi İleri Oyunculuk yüksek lisans programı... Işıl Hoca (Kasapoğlu) söyledi bize, 'böyle bir program var, Haluk Bey (Bilginer) ders verecek' diye. Tansu'yla sınava girdik, kazandık. Programın ilk yılı diye ve Haluk Bey'in desteğiyle hepimiz bursluyduk. O sınıfta kim varsa harika işler yaptı. Hepimiz için çok faydalı oldu.

Mezun oldunuz mu?

Evet.

Teziniz neydi?

Anton Çehov'un 'Bir Evlenme Teklifi'.

Siz teklif ettiniz mi?

Ettim. Bu yaz evleneceğiz inşallah. Hayırlısı...

Yüksek lisansın sihirli değnek etkisi yapan olayı tam olarak neydi? Size ne yaptılar orada?

Çetin Sarıkartal bir şey denemek istedi ve çok kıymetli hocalar yardımıyla bunu üzerimizde denedi. Anahtar kelime 'olmak'tı galiba. Canlandırmak deriz biz, can veririz. Bizde, Anadolu'da olmak vardır. O adam olursun. Sen sinirlenmezsin artık, o adam sinirlenir. Sen o olursun. Biraz daha içsel ve uhrevi bir çalışma. Ama bir de Mete diye dolaşan biri var. Bu ikisini dengelemeyi başaran iyi oyuncu olur. Dengelenmesi gereken bir şey daha var: Ego. Günlük hayatta egoyu sıfıra indirirken, sahnede göklere çıkarmak gerekir. Bu dengeyi kurmak ömrümüzün sınavı zaten.

Hiç egonuzun altında kalıp ezildiniz mi?

İlk gençliğimde feveran ettiğim ve zararını gördüğüm oldu ama artık daha dengeliyim. Bu biraz da inançlı olmakla ilgili. Yalnız şunu itiraf etmeliyim: Yaptığım işin övülmesi benim için hâlâ çok önemli.

En çok övüldüğünüz iş?

Nefes. Mete Yüzbaşı'nın üzerine çıkabilecek miyim, bilmiyorum. Elde olmayan 21 aylık bir hazırlık sürecinin etkisiyle tabii. Çekip gitme isteği çok oldu. Bu da ego. Ama sabrettik, istişare ettik; emek vardı, hak vardı. Öfkemizi işi iyi yapmaya kanalize ettik, kendimize söz geçirdik.

Kendinize söz geçirebiliyor musunuz artık?

Dünyanın meselesi o değil mi? Hepimiz bir şey için geliyoruz. Yaptığımız işler, yaşadığımız hayatlar teferruat. Asıl olan ruhumuzu eğitmek. 'Nasıl daha iyi insan oluruz'un cevabını bulmak.



JÜLİDE KARAHAN

8 Ocak 2011 / Zaman Cumartesi

..........

Hiç yorum yok: