Frida Kahlo ve Diego Rivera 40 yapıttan oluşan bir sergiyle - öykünün bir kısmıyla – 20 Mart’a dek Pera Müzesi’nde.
Yıl 1953, aylardan Nisan. Evin içinde kıyamet kopuyor. Frida avazı çıktığınca bağırmakta: “Gideceğim! Bu benim kendi ülkemdeki ilk kişisel sergim. Elbette gideceğim.” Diego karşı çıkıyor: “Mümkün değil, yataktan çıkamazsın. Doktorun kesin talimatı var.” Frida bronşit, Frida’nın bir bacağı kesilmiş, Frida’nın omurgası onlarca ameliyata rağmen bir türlü düzelmemiş. Frida kımıldayamaz halde…
Galeria de Arte Contemporaneo’da müthiş bir kalabalık. Diego uzun uzun anlatıyor: “Asit gibi yakıcı, çelik gibi sert, kelebek kanadı kadar yumuşak. Acı verici bir şeyler var onun resminde…” Bir ses: “Kapa çeneni tombul!”
Frida kapıda. Gelmiş. Doktoru dinleyip yataktan çıkmadan üstelik… Süslü yatağı ve kelebek, kuş, çiçek, aşk işlemeli yastığıyla birlikte. Örülü saçlarında gül ve kurdeleler, narin boynunda yeşim taşı kolyeler, kulaklarında zarif küpeler, yüzüklerle bezeli ellerinin uçlarında parlayan ojeler… Frida her zamanki gibi. Frida; içindeki tüm Frida’larla birlikte sıcaklık, hayat ve muhabbet eşliğinde ilk kişisel sergisinde…
Kardeşinin torunu Cristina Kahlo Alcalá şöyle anlatıyor onu: “…Her sabah kendini yeniden yapardı. Saçını süsleyecek kurdelelerin ve tırnaklarında parlayacak ojenin rengini, ellerini bezeyecek yüzükleri ve sayısız elbisesinden birini seçerken her gün yeni bir kişiyi canlandırırdı. Paletindeki renkler değişir ve giysi seçimiyle bile ifade ettiği ruh halini yansıtırdı…” Her koşulda özenli, bakımlı, coşkulu ve kendine âşıktı Frida. Öyle koşullar ki onlar…
‘DEVAM ETMELİ MİYİM?’
Giriş: 1907’nin 6 Temmuz’unda Magdalena Carmen Frieda Kahlo Calderon ismiyle bugün Meksiko’ya bağlı Coyoácan’da doğar Frida. 1922’de Meksiko’nun prestijli okullarından Escuela Nacional Preparatoria’da (Ulusal Hazırlık Okulu) eğitime başlar. Aykırıdır, bir sevgilisi vardır: Alejandro Gomez Arias. 1925’in 17 Eylül’ünde sevgilisiyle birlikte ağır bir otobüs kazası geçirir. Demir bir çubuk bedenini boydan boya deler geçer. Upuzun iyileşme döneminde resim yapmaya başlar. Önce bütün bedenini saran alçısına, sonra babasının aldığı küçük tuvallere…
Yeniden toprağa ayak bastığında resimlerini koltuğunun altına alır ve yıllar önce okulun toplantı salonunda duvar resmi yaparken gördüğü Diego Rivera’yı ziyarete gider. Tek bir soru vardır aklında: “Resim yapmaya devam etmeli miyim?” Cevap Diego’nun cüssesi kadar büyük bir ‘Evet’tir.
1928’in 21 Ağustos’unda evlendiklerinde Frida’nın anne ve babası, yeni evli çifti güvercinle file benzetir. Diego 20 yaş daha büyük olduğu ve herkes onu çirkin ve şişko bulduğu için değil, bitmez tükenmez bir güçle dev boyutlu duvarlara resimler yapabildiği için.
Başlarına buyruk bir hayat sürer, o anı yaşarlar. Bol şamatalı ve dizginsiz eğlenceler arasında düş gücüyle efsunlarlar dünyayı. Henüz pek az resim yapmıştır Frida ama inatla devam etmektedir yola. Tek bir hedefi vardır: Ressam olmak.
‘SAKAT DEĞİL KIRGINIM’
Yabancı ve sıkıcı bir Amerika tecrübesi, annesinin ölümü, doğmamış bebek yitimleri bir yana en çok kız kardeşi ile Diego’nun ilişkisi kırıyor Frida’yı. Bunu öğrendiğinde ‘Sakat değil, kırgınım’ diyor ve saçlarını dibinden kesip sanat çalışmalarını geçici bir süre için bırakıyor Frida. Bir sürü kısa ilişki, boşanma ve yeniden evlenme derken geçiyor zaman.
Geçerken de Frida’yı ünlü bir ressam yapıyor. 1 Kasım 1938’de ilk kişisel sergisi New York’taki Julien Levy Gallery’de açılan Frida’nın ‘Çerçeve’ isimli resmini Louvre Müzesi satın alıyor, katalogun önsözünü André Breton yazıyor. Genellikle kendini resmediyor Frida. Yaşamının büyük bölümünü yatakta başının üzerinde asılı duran ve ‘geceleriyle gündüzlerinin celladı’ olarak adlandırdığı aynaya bakarak geçirdiğinden olabilir bu. Ya da her koşulda ve her zaman asıl tutkusu kendisi olduğundan. Ya da ikisi birden…
‘UMARIM ÇIKIŞ NEŞELİDİR’
1944’te, kötüleşen sağlık durumu nedeniyle çelik korse giymeye ve günlük tutmaya başlıyor Frida. Bir gün ‘Ayaklarım… Uçmak için kanatlarım varken size ne ihtiyacım var!’ yazıyor günlüğüne, bir başka gün ‘İçimdeki Frida’nın hepsi kayboldu’… Sayısız belkemiği ameliyatına, sağ bacağının diz altından kesilmesine ve kıpırdayamamasına rağmen 1953 Nisan’ında ülkesindeki ilk kişisel sergisinin açılışına gidiyor Frida, öyle bağlı hayata. Bir yandan da günlüğüne şu cümleyi yazacak kadar yorgun: ‘Umarım çıkış neşelidir. Bir daha asla dönmemeyi umut ediyorum.’
Frida, 1954’ün 13 Temmuz’unda çıkıp gidiyor hayattan. Bir daha asla dönmeyecek şekilde. Ölümü uzun süre kabullenemeyen Diego, onun bir resmini yapıyor ve Frida’ya olan sevgisini insanın kalbine işleyecek şekilde gelecek kuşaklara aktarıyor. Yaşayan bir kalp şeklindeki resmin altında şöyle yazıyor: ‘Gözlerimin çocuğu, benim küçük Frida’m için, 13 Temmuz 1955, bir yıl önce bugün…’
JÜLİDE KARAHAN
İnfomag / Ocak 2011
.......
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder