Elini annesininkinden kurtarıp fotoğrafa doğru koşuyor çocuk. Coşkulu sesi sergi salonundaki hüzünlü/huzurlu Doğu müziğini gölgeleyerek çınlıyor. Fotoğraftakileri gerçek birer doğa görüntüsü sanıyor; o yüzden böyle içtenlikle hayran. Manzaraları/dünyayı onun gibi görebilmek için en az iki metreye ihtiyacı var bir yetişkinin.
İlk fotoğraf mesela; iki metre uzaktan bakınca fevkalade bir doğa manzarası. Sisler içinde bir ev; görkemli, zengin, hüzünlü, yalnız. Bir metreden itibaren başlıyor tuhaflık ve 30 santimetrede bitiyor rüya. Yaklaştıkça büyü bozuluyor/büyüdükçe masallar küçülüyor. Babam ve Oğlum’da "İnsanlar büyüdükçe hayalleri küçülür mü baba?" demişti Deniz. Küçülür, bozulur; büyüdükçe ve yaklaştıkça böyle bir sürü şey olur.
Yine de güzel şey büyümek. O fotoğrafları/dünyayı mavi yeşil birer güzellik olarak gören çocuğa sorsak başından aşkındır derdi. Uyu, uyan; bekle dur hâlâ büyümemişsin. Olacak gibi değil! Karşıdan karşıya geçerken birinin elini tutman gerekir, erkenden yatman sonra; hele o içmen gereken süt yok mu; aman, Allah…
Hâlbuki büyüyünce; çevresiyle, dünyayla, olan bitenle meselesi olan bir fotoğrafçı olabilir insan. Belgesel fotoğraflar çekip; onları kesip biçmeden, boyayıp süslemeden ‘En önemlisi gerçeklik’ gibi keskin köşeli cümleler kurarak yeryüzü günlüğü tutabilir. Ya da dışarıyı bırakıp içeriye, kendi içine, insanlığın içine doğru kavramsal ve soyut yolculuklar yapar; oralarda rastladıklarını ayna yapıp yüzümüze tutar.
YERYÜZÜ GÜNLÜĞÜNE TUTULAN AYNA
Şimdi karşımızda; dünyayla meselesi olan gerçek bir hikâye yanı sıra geçmişle birtakım içsel hesaplara giren bir masal var. Masalla hikâye yan yana, iç içe. Birileri yeryüzü günlüğüne tutuyor aynayı; masal anlatarak hikâyesini koyuyor ortaya. O birileri Çinli fotoğrafçı Yao Lu. İstanbul Modern Fotoğraf Galerisi’ndeki sergisinin adı da ‘Yao Lu’nun Yeni Manzaraları’.
Fotoğraflarda; bulutların arasından bir görünüp bir kaybolan yüksek yüksek dağlar, gökyüzünden taşan görkemli şelaleler, dünyayı sarmalamak isteyen dev ağaçlar… İki metre uzaktan bakınca her şey Çin’in antik resim geleneğindeki gibi huzurlu ve şiirsel. Yakından bakıncaysa makyajın altındaki pürüzler gibi çöpler, inşaat atıkları, moloz yığınları...
Nasıl? Lu’nun anlatımıyla şöyle: “Olimpiyatlara hazırlanırken Pekin'in her yerini inşaat atıkları kaplamıştı. Toz kalkmasın diye çoğu zaman yeşil, bazen de siyah renkli bir örtü örtülürdü o atıkların üzerine. Yalnızca Pekin'de değil, bütün büyük şehirlerde durum böyle olunca bu manzarayla klasik resimler arasında ilişki kurmak kaçınılmazlaştı. Görüntüler bana Song Hanedanı döneminin klasik resimlerini hatırlattı. Onları fotoğraflayıp üzerlerine pagodalar, evler, kayıklar, ağaçlar ekledim ve doğa harikası manzara resimleri elde ettim.”
ÇARESİZ BİR KAYIP DUYGUSU
Bir an için düşlere daldık, dağ ve nehirler arasında kaybolduk diyelim; karşımıza hemen sarı kasklı işçilerle gri renkli iş makineleri çıkıyor ve her şeyi alaşağı ediyor. Sanatçıyı alaşağı edense yok olanlara duyduğu özlem. Yao Lu, küratör ve eleştirmen Feng Boyi ile yaptığı söyleşide şöyle anlatıyor çaresiz özlemini: “Her zaman nostaljik bir karakterim vardı. Doğum yerime dönüp yapılan değişiklikleri gördüğümde içim kayıp duygusuyla dolmuştu. Ama aynı zamanda, durumun bütün ulusun varoluşu ve gelişimiyle ilgili olduğunu anlayıp engellemenin mümkünsüzlüğünü kabullendim. Benimkisi çaresiz bir kayıp duygusu.”
O çaresiz kayıp duygusu 2007 Venedik Bienali’nde sergilenen bir siyah beyaz videoda ne güzel anlatılmıştı! Yıkılıyor sonra yeniden yapılıyordu her şey; yapılıyor ve sonra yeniden yıkılıyordu. Komik ve garip ama en çok hüzünlü. Kültürü ve siyaseti kim bilir kaç kez değişmiş/değiştirilmiş bir ülke Çin. Geçmişi, geçmişinin kökleri tahrip edilmiş; iki önemli miras kalmış elinde. Biri binlerce yıl öncesinden bugüne gelebilmiş klasik edebiyat ve resim, diğeri 20. yüzyılın enkazı kominizm.
DAYAK BULDUN YE, AMA DUYDUN KAÇ
Ülkenin yaşadığı değişimler orada yaşayanları etkileyecek elbette. Özellikle de sanatçıları… Onlardan biri de üniversitede resim eğitimi gören, 2000 yılında diplomasını alır almaz Pekin'deki bir günlük gazetede çalışmaya başlayan, içindeki sesler bir türlü susmayınca da Avustralya'ya gidip fotoğrafçılık üzerine yüksek lisans yapan Lu. Ülkesinin yaşadığı değişimlerin sanatsal sezgilerini desteklediğini düşünen Lu, tüm o dar görüşlü politikaları yapıcı bir eleştiriye dönüştürmeyi öyle bir başarmış ki… 2008 BMW - Paris Photo Çağdaş Fotoğraf Ödülü sahibi sanatçının yıldızı parlak.
Teknolojinin nimetlerini son damlasına kadar kullanarak çöpe yeni bir ruh kazandırmış biri karşımızdaki. O yeni ruh, bir zamanlar var olmuş büyülü görselliği onca tahribat ve çirkinliğe rağmen hissettiriyor insana. Sanatçının niyetlerinden biri de bu olsa gerek. Mesele çağrışımlara açık olabimek…
Ama – dayak buldun ye, ‘ama’yla başlayan bir cümle duydun kaç- o kimi/çoğu fotoğrafın güzelim/alışılageldik/gözün sevdiği kare ve dikdörtgen dururken yuvarlanması ya da değişik şekiller alması ne demeye? Fotoğrafların etraflarının bembeyaz çerçevelenmesi sonra… Nedir bu ‘Ben yapayım, ben plastiğim’ çığırtısı! Ne diyelim, küratör Engin Özendes’in vardır bir bildiği.
11’i sadece bu sergiye özel 31 fotoğraflık ‘Yao Lu’nun Yeni Manzaraları’ için son tarih 22 Mayıs. Bir tavsiye; 2 metreden izleyin, 1 metre çizgisini geçmeyin!
JÜLİDE KARAHAN
FOTOĞRAF DERGİSİ / NİSAN-MAYIS
...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder