30 Nisan 2011 Cumartesi

OYA

Kışın buz gibi soğuğu, yazın civciv sıcağı, baharın şıkır şıkır yağmuru yeryüzüne indiğinde evlerinden çıkmaz hanımlar. Pencereden dışarıya bakar, evin sağını solunu toplar, mutfağa girip bir şeyin altını yakar, başka bir şeyinkini söndürürler. Gün geçmek bilmeyince de oyalanırlar. Oya ile...

Hakkında yapılmış nadir araştırmalara göre Türk-çeden başka bir dilde karşılığı yok. Sadece Türkçe'de var, sadece bizde. Sabah itibarıyla karşımıza çıkan ilk iki kişiye söylüyoruz adını: "Oya" Tepkiler aynı: "Bu kadar narin/güzel/hoş bir şey olabilir mi?"

Aklına bir yemeni oyası gelen herkesin yüzünde aynı gülümseme, dilinde aynı iltifat ama cebinde ayrı hikâye. Musa Bey, küçük bir kâğıt parçasına çizerek anlatıyor: "Camekânlarda saklanır bunlar. Yemeniler üst üste, oyaları görünecek şekilde sıralanır; bir misafir geldiğinde, bir misafirliğe gidildiğinde içlerinden biri çekilir alınır. Hediye niyetine... Karar vermek zordur, hepsi birbirinden güzeldir. Bazen başlarında 'o mu olsun, bu mu olsun' diye birkaç saat geçirilir."

Gözünün önüne motifleri tek tek getiren Ahmet Bey ise "Küpe çiçeğini bilir misin?" diye başlıyor söze: "Aynısı, aynısı... Karşısına geçip de yapıyorlar sanki. Yöreden yöreye de değişir bunlar. O ufacık, o basitçik şeyin ardında binlerce yıllık bir kültür, bir gelenek, bir hayat görüşü vardır da bilmez kimse."

Balık kılçığı, damat bohçası

Kışın buz gibi soğuğu, yazın civcivli sıcağı, baharın şıkır şıkır yağmuru yeryüzüne indiğinde evlerinden çıkmaz hanımlar. Öylece pencereden dışarıya bakarlar, mutfağa girip bir şeyin altını yakar, başka bir şeyinkini söndürür, evin sağını solunu toplar; gün geçmek bilmeyince de oyalanırlar. Oya ile... Oya, narin ve sıradan ama renkli ve huzurlu meşgalesidir hayatın.

Onsuz olmaz. Bir genç kızın çeyizinde türlü çeşit oyalı 100 kadar yemenisi yoksa doğru düzgün eşi dostu da yok demektir ki bu fena bir şeydir. En çok ipek, sonra pamuk ve sentetik iplerle; genellikle tığ ama bazen mekik ve firketeyle; çoğunlukla yemeni, yazma ve mendil, nadiren de yatak örtüsü ve keselere işlenir. Tüm Anadolu'da ama en çok Rize, Konya, Bursa, Kahramanmaraş, Elazığ, Afyon, Adana, Kastamonu, İzmir, Balıkesir, Kütahya, Muğla, Ordu, Bolu ve İçel'de ihtimam gösterilir ona. Elinde oyası olanlar daha bir hanım hanımcık, daha bir mutlu mesuttur.

İsimleri de motifleri de çeşit çeşittir: Tohum, balık kılçığı, damat bohçası, cimcime, tombul gıdığı, farekulağı, dal böceği, küpeli, kefiye, cihan yandı, nikâh sepeti, iki gelin bir kaynana, kızılcık, kabak çiçeği, yaprak dökümü, gönül dolabı... Bazen isimleri benzer, kendileri bambaşka çıkar. Elazığ'da yapılmış bir kabak çiçeği oyası İzmir'dekine hiç benzemez mesela. Biri daha kanlı canlı; diğeri daha soluk renkli, bükük boyunlu... Kesin olan bir şey daha: Sanattır oya. Yapanın gözünün nuruyla birlikte günün derdi, tasası, sevinci, rengi ve estetik zevki geçer ona.

Hakkındaki nadir araştırmalardan birini Halk Kültürü Bilgi ve Belge Merkezi yapıyor, yıllardır oyaların kaydını tutuyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı Araştırma ve Eğitim Genel Müdürlüğü de aynı oya gibi küçük ve narin bir kitap çıkardı geçtiğimiz hafta: "İğne Oyaları". Kitabın içinde öyle uzun uzun makaleler yok; sadece çeşitli yörelerden, çeşitli motiflerde oya fotoğrafları. j.karahan@zaman.com.tr

***

Hepsi kültürel mirasımız

Doğanay Çevik'in editörlüğündeki 'İğne Oyaları' kitabını, 5 bin farklı oyanın yer aldığı bir web sitesi izleyecek. - Halk Kültürü Bilgi ve Belge Merkezi'ne kayıtlı el sanatları ürünleri arasında İğne Oyası'nın yanı sıra Nazar Boncuğu, Baston, İşleme Sanatı ve Folklorik Giysili Yapma Bebek de var. Günün birinde her biri UNESCO'nun İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirası listesine girecek. Kültür Bakanlığı Araştırma ve Eğitim Genel Müdürlüğü bunun için girişimlerde bulundu.

JÜLİDE KARAHAN

ZAMAN CUMAERTESİ / 30.04.2011

Hiç yorum yok: