19 Haziran 2011 Pazar

ALIŞILDIK HAREM KAVRAMINI TERSYÜZ EDİYORUM


Türkiye’yi, renkli sürprizlerle dolu bir hikâye kitabına benzeten Elif Şafak son romanının çalışmaları için uzun zamandır Londra’da. Siyah Süt isimli kitabının ABD baskısının kapağındaki ‘harem’ kelimesinden rahatsızlık duymadığını söyleyen yazar, “Ben alışıldık harem kavramını tersyüz ediyorum.” diyor.



Elif Şafak epeydir Londra’da. Bazı günler sırf yürüyor ve düşünüyor, bazı günler kapanıp yazıyor, bazı günlerse tüm zamanını çocuklarına ayırıyor. Bazen şimdide yaşıyor, bazen 1970’lerin Londra’sında. Çünkü üç çocuklu bir göçmen ailenin seyrüseferini anlattığı son romanının bir kısmı 70’lerin Londra’sında geçiyor. “Renkli sürprizlerle dolu bir hikâye kitabı” diye tanımladığı memleketi onu, köşe yazılarından ve hakkındaki gazete haberlerinden izliyor. Bir de verdiği nadir söyleşilerden…

Guardian Gazetesi’nin web sitesinde edebiyat, kültür ve kadınlık ekseninde makaleler yazmaya başladınız. Teklif nasıl yapıldı? Yazıların içeriğiyle ilgili herhangi bir talep geldi mi?

Teklif Guardian editörlerinden geldi. Web siteleri için Avrupa’nın farklı köşelerinden sekiz ayrı yazar ve düşünür seçtiler. Bunların arasında son derece ilginç bulduğum Slavoj Zizek de var. Ben de düşündükleri o isimlerden biriydim. Teklifi getirdiklerinde seçeceğim konular ve stilim konusunda tamamen esnek davrandılar. Fikren ve kalben yakın bulduğum için teklifi kabul ettim.

İlk yazınızda 19 yaşındaki Hatice Fırat’ın hikâyesini anlatmış ve “Bu ülkede kadınlar en çok, en çok sevdikleri tarafından incitilir.” demiştiniz. Çok içimizden bir hikâye bu. Neden o?

Bu beni çok üzen, düşündüren bir nokta. Hakikaten bu ülkede kadınlar en çok sevdikleri insanlar tarafından horlanıyor, incitiliyor. İster köylü olsun ister şehirli, ister eğitimli olsun ister eğitimsiz. O kadar çok kadın benzer problemler yaşıyor ki... Kendi kocası, abisi, babası ya da sevgilisi tarafından horlanıyor kadınlar. Bunlar sokaktaki yabancı insanlar değil; en yakınları, en sevdikleri. Hatice Fırat’ın hikâyesi çok üzücü. Unutulmaması için onu hatırlamamız, konuşmamız, yâd etmemiz lazım.

Bundan sonraki yazılar nasıl olacak? Örneğin seçimlerle ilgili bir şey yazmayı düşünüyor musunuz?

Konular gündeme göre değişiyor, seçimleri hem öncesinde hem sonrasında analiz edebilmek önemli ama şimdiden bir şey söyleyemiyorum.

Romanın yanı sıra haftada iki yazı Habertürk’e, ayda bir Guardian’a… Nasıl yazıyorsunuz? Teslimleri hep son dakikada mı yapıyorsunuz mesela?

Ben hem son derece dağınık, düzensiz hem de disiplinli bir insanım. Çelişki gibi geliyor ama hakikaten bu böyle. Mesela öyle her gün düzenli bir şekilde, hep aynı saatlerde filan çalışmam. Ama yazmaya başladığımda kelimeleri ciddiye alır, çok emek veririm. O yüzden yazılar da böyle yazılıyor. Yazana kadar kafam dağınık; yazmaya başlayınca ise daha berrak.

Yeni romanın bir bölümü -bildiğimiz kadarıyla- 1970’ler Londra’sında geçiyor. Çok karakterli, çok şehirli, çok zamanlı bir hikâye; bir göçmen ailenin seyrüseferi. İskeleti gözünüzün önünde olmalı. Nasıl bir iskelet?

Bu roman çok hüzünlü, düşündürücü, derin ve sarsıcı. Göçmen bir ailenin yolculuğunu takip edeceğiz. 1970’lerin sonlarında Londra’da yasadıkları, iniş çıkışları, kalp kırıklıkları... Romanın bir kısmı Anadolu’da bir köyde, bir kısmı İstanbul’da, bir kısmı Londra’da, minik bir kısmı da Abu Dabi’de geçiyor.

Zaman Kitap’ın Nisan sayısında şöyle bir soru/yorum vardı: “Siyah Süt ABD’de çıkıyor. Kitap otobiyografik bir romandı ama ABD’de anı olarak sunuluyor. Türkiye’de roman, ABD’de ise anı kitapları daha çok sattığı için elbette. Buna bir pazarlama stratejisi diyelim. Peki, kitabın İngilizcesinin kapağındaki ‘harem’ kelimesi neyin nesi?”

Bu ayrıntılar belki çok bilinmiyor ama kitaplarımızın kapaklarını biz yazarlar tasarlamıyoruz. Bu daha çok yayınevlerinin, yayıncıların verdikleri bir karar. Bu işin bir boyutu. Öte yandan Siyah Süt’ün kapağındaki ‘harem’ kelimesi beni rahatsız etmiyor. Çünkü ben burada alışıldık harem kavramını zaten tersyüz ediyorum. Daha bu hafta Virginia Üniversitesi’nde Orta Doğu Çalışmaları alanında uzman profesör Farzaneh Milani konuşmasında tam da bunu vurguladı. “Alışıldık o oryantalist harem algısını tamamen sarsan bir kullanım var burada…” dedi, ben de katılıyorum buna.


***

GETTOLARIMIZDAN ÇIKMAMIZ LAZIM!

TED Yayılmaya Değer Fikirler Konferansı’ndaki konuşmanızda anneannenizden ve çemberin gücünden bahsetmiş; konuyu sosyal ve kültürel çemberlere bağlamıştınız. Nasıl çemberler bunlar?

Çemberlerden bahsettim, doğru. Bir de gettolardan ve hudutlardan. Hepimiz doğuştan itibaren bir ailenin, bir çevrenin içinde şekilleniyoruz ve ekseriya bize benzemeyen insanlara şüpheyle bakıyoruz. Herkes kendi kültürel ve zihinsel gettosundan görüyor. Ama o gettolardan çıkmak lazım dünyayı daha iyi anlayabilmek, okuyabilmek için. Edebiyat bizi gettolarımızdan alıp insanlıkla bütünleştiriyor.

O konuşmadaki bir başka hikâye de aynaları kadifelerle örtmek veya ters çevirerek duvara asmak üzerineydi. Namaz kılarken yapılır sanılır, siz bunu bir insanın kendi yansımasına uzun süre bakmasının sağlıksızlığını temel alan Doğu geleneklerine bağladınız. 18 dakika içinde çok açmadınız. Şimdi açar mısınız?

Eski bir gelenek bu aslında. Aynaları sırtını çevirerek asarlar duvara. Hem sırtı daha güzeldir, süslüdür; onu görmek için. Hem de aynaya uzun süre bakmamak için. Buna benzer bir algı, ilginçtir, Borges’in hikâyelerinde de vardır. Orada da aynalar sonsuzluğa acılan kapılar gibi algılanır. Anadolu’daki bir âdetin Güney Amerika’daki bir adetle örtüşmesi bana ilginç geliyor. Bambaşka kıtalarda, bambaşka zamanlarda yasayan insanların aynı âdetleri çıkarmış olmaları çok çarpıcı.


***

ELİF ŞAFAK


Strasbourg doğumlu Elif Şafak ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü bitirdi, yüksek lisansını aynı üniversitede Kadın Çalışmaları Bölümü’nde, doktorasını ise siyaset bilimi alanında tamamladı. İlk öykü kitabı Kem Gözlere Anadolu’yu 1994’te yayımladı. İlk romanı Pinhan’la 1998 Mevlana Büyük Ödülü’nü aldı. Bunu; Şehrin Aynaları ve Türkiye Yazarlar Birliği Ödülü’nü kazandığı Mahrem izledi. Ardından her ikisi de çok satan ve geniş bir okur kesimine ulaşan Bit Palas ve İngilizce kaleme aldığı Araf geldi. Kadınlık, kimlik, kültürel bölünme, dil ve edebiyat konulu yazılarını topladığı Med-Cezir’i Baba ve Piç izledi. Ardından aylarca satış listelerinden inmeyen Siyah Süt ile Aşk geldi. Şu anda son romanı üzerinde çalışan yazar, Kâğıt Helva ve Firarperest isimli iki derlemeyle bekleme süresini keyiflendirdi.


JÜLİDE KARAHAN

INFOMAG / HAZİRAN

...

Hiç yorum yok: