2 Temmuz 2011 Cumartesi

Alnımızın akıyla çıktık çok şükür!


İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı, kapılarını önceki gün saat 18.00'de resmen kapattı. Ajansın Genel Sekreteri Yılmaz Kurt, Atlas Pasajı'ndaki ofisinin kapısını son kez kilitlerken sorularımızı cevapladı. "Keşke 2010 tecrübesiyle 2011 başkent yılımız olsaydı." diyen Kurt'un içi rahat.


İstanbul'un karla karışık yağmurla başlayan 2010 Avrupa Kültür Başkentliği macerası 19 Aralık akşamı Harbiye Kongre Merkezi'nde gerçekleşen mütevazı bir resepsiyonla sona ermedi aslında. O akşam sadece bir noktalı virgül konuldu maceranın ortasına. Noktayı; 27 ay önce bir cumartesi sabahı kendini İstanbul'da bulan 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı (AKB) Genel Sekreteri Yılmaz Kurt koydu. Tam olarak 30 Haziran Perşembe günü saat 18.00'de. Ayrıntılar, Atlas Pasajı'nın kapıları son defa kapanırken konuşuldu; eşik sohbeti tadında...

Yarın sabah bir rüyadan mı, kâbustan mı uyanacaksınız?

Rüyadan. Bugün bile aynı telaş: Devir, protokol, teslim tutanağı... Yarın sabah, 120 ile giden araba bir anda duracak. Şöyle öğleye kadar evde kalmayı düşünüyorum. Çok uzun zamandır ilk kez olacak bu.

Sonra ?...

Tatile... Önce Karadeniz yaylalarında 2010'un ufunetini dağıtacağız, sonra memlekete.

Dönüş ne zaman ve nereye?

Bir ay sonra inşallah. İstanbul'a. Hemen Ankara'ya dönmeyi düşünmüyoruz.

Hemen mi, hiç mi düşünmüyorsunuz?

Çok bize bağlı değil ama bana kalırsa hiç.

Ankara'da pembe bürokrasi dosyaları; burada müzik, edebiyat, sanat... Cennete düşmüşsünüz bir yerde.

Cehennemin kıyısındaki cennet diyelim biz ona. İstanbul ve Ankara'daki hayat çok farklı. Hele 2010 hikâyesi, farklı bir hayat içinde farklı bir hayat. Ankara, ek göstergeye endeksli yaşamların şehri.

2010'dan sonra hayatınızda kalacaklar neler?

Kocaman bir boşluk. Hayatıma öyle çok şey girdi ki... Mesela gazetelerin kültür sanat sayfaları. Önceden göz ucuyla bakardım, şimdi okumazsam rahat edemiyorum.

MEDYA BAZEN ÇOK ACIMASIZ OLUYOR

O sayfalar ajansa demedik şey bırakmadı. Üzünce böyle kıymetli olunuyor demek! Gerçi bir an geldi, bir şey oldu; yerlere göklere sığdıramaz olduk. Ne diyorsunuz buna?

Başlangıçta ajans kendini anlatamadı ama medya da bazen çok acımasız oluyor. "2010'a şu kadar kaldı, ortada hiçbir şey yok, cümle âleme rezil olacağız." Bu nasıl bir felaket tellallığı? Birden herkes uzman olup AKB'de şu olur mu, bu olur mu? diye ahkâm kesiyor. Hâlbuki hazırlıklar belli bir takvim ve plan içinde devam etti o sırada. Restorasyonlar bitmeye durdu, iddiaların sesi kesildi. Şeffaf bir yönetim sergiledik, sürekli rakam açıkladık aslında ama yine de "800 milyon Euro harcandı, ortada bir şey yok" dendi. Bugün itibarıyla 462 milyon TL ile 3 yılı kapattık.

500 olması bekleniyordu, kalan paraya ne oldu?

Bütçenin % 60'ı kentsel dönüşüm projelerine ayrılmıştı ama harcama % 50'lerde kaldı. Kentsel dönüşüm projelerine 222 milyon TL harcandı. 178 binanın bir kısmının restorasyonu tamamlandı, bir kısmınınki ise devam ediyor. Bugün 10 milyon dolar verseniz, hadi yapın deseniz, yapılmaz. Yapılmadı da... İstanbul'un sorunu sadece para değil. Para olsa da olmuyor. Paramız vardı, harcayamadık işte. 55 milyon TL nakit parayı İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve İl Özel İdaresi'ne devrediyoruz. Bu kadar sürede bu kadar yapabildik. Bu bir başlangıç. Bundan sonra da devam etmeli. İstanbul'da 38 bin tescilli yapı var, bir o kadar da tescilsiz...

Kaç yapı devredildi?

60 civarında. Onların restorasyonu bu yıl sonuna kadar bitecek.

Patinaj çektikleriniz, bir arpa boyu yol gitmedikleriniz?

Bir tek AKM. Yok, bir de Rami Kışlası var. Onun projesini tamamladık ama hayata geçiremedik. En büyük sıkıntı proje. Daha önce de niye kültür merkezi yapmadınız diye sormuşlardı. Proje vardı da biz mi yapmadık demiştim. Önce iyi bir proje; sonra kurul onayı, ihale, sözleşme... Çabucak olmuyor.

HERKES AJANS DEVAM ETSİN İSTİYOR AMA...

Şekib Avdagiç çok net. Nokta diyor, 2010 Ajansı bitti diyor, perde kapandı diyor. Sizinle daha önce de konuşmuştuk, dost sohbetlerinde başka bir yapılanmanın adı geçiyordu... Nedir son durum?

Çok insan söylüyor, istiyor, diliyor. Gazeteciler yazdı, hatta cumhurbaşkanımız da bu konudaki dileğini dile getirdi bir konuşmasında, devam ettirmeliyiz diye... Ama elimizde mevcut bir yasa var, 5706 sayılı.

Bugün 30 Haziran, öldü o yasa.

Bu güne kadar ona bağlıydık. Devam etmesi bu yapıyla zordu, ajans AKB için kurulmuştu.

Başka bir yapı söz konusu mu? Siz neden İstanbul'da kalıyorsunuz mesela?

Değişik alternatifler konuşuldu ama temenni, iyi niyet, arzu mahiyetinde... Gerisi siyasi irade ve hükümetin tasarrufu. Böyle bir şeye ihtiyaç olduğuna karar verilir, kanun çıkar, düzenleme yapılırsa neden olmasın ama tüm bunlar bizim dışımızda, üstümüzde. Bana İstanbul'la ilgili bir görev tevdi edilirse elimden geleni seve seve yaparım. Öyle diyeyim.

Keşke var mı?

Keşke'yi sevmiyorum ben.

Şöyle soralım: Gözümüz arkada kaldı çünkü...

Çabuk bitti. Bu ekip bu birikimle daha çok şey yapabilirdi. Biraz daha hizmet edilmeliydi İstanbul'a. AKB'de malum yıla 1 kala proje defteri kapanıyor normalde. Yani bizim 2008 sonunda projeleri almış, değerlendirmiş, seçmiş, programı oluşturmuş olmamız gerekirdi. Sonrası uygulama ve iletişim... Ama ajans 2008'in ilk çeyreğinde ancak kurulabildi. En baştaki zamanlama hatası. Kervan yolda düzüldü. Keşke 2010 tecrübesiyle 2011 başkent yılımız olsaydı.

Gözümüz arkada kalmadı çünkü...

Atlas Pasajı yıkılacak, herkes altında kalacak ve İstanbul ele güne rezil olacak gibi bir izlenim, dahası beklenti ve hatta arzu vardı. Bu bizi çok üzdü. Ama Allah'a şükür öyle bir şey olmadı. Alnımızın akıyla atlattık.

O senaryonun sahipleri - Hani 2500 başvuru oldu; yüzde 20'si kabul, yüzde 80'i reddedildi - onların hamileri mi?


Ne desem... Şunu atladılar: İstanbul'un bir konudaki başarısızlığı İstanbul'un başarısızlığı olur. Dışarıdan bakan kimse ajansın başkanını, genel sekreterini; şehrin valisini, belediye başkanını bilmez. Sadece İstanbul'u bilir; koskoca İstanbul bunun altından kalkamadı der. Öyle olmadı çok şükür, müsterihiz.

Meşhur 'Palmer Raporu'na göre akla kara 10 sene sonra anlaşılacak. On yıl sonra; İstanbul gerçekten başarılı bir Avrupa Kültür Başkenti'ydi diyebilmemiz için cümle şöyle sürmeli: Çünkü falanca uygulama 2010'da başladı. Var mı böyle bir cümlenin malzemesi?

Opera, dans, şiir ve ud festivalleri... 2011'den sonra bakmak lazım tabii. Hele İstanbul gibi bir şehirde etkiyi hemen göremeyiz. Turist sayısı, otellerin doluluğu ölçülecek. Bakalım.

Turist demeyin. İstanbul bu, turist zaten gelir. Nasıl bir felsefe ve kültür politikası kalacak belleklerde?

2010'dan sonra İstanbul ismi kültür sanatla daha çok yan yana gelecek. Dışarıdan bakıldığında Türkiye eşittir deniz, kum güneş ve yıkık bir sütun. İstanbul eşittir lokum, kebap, dansöz. Ama şimdi bir kültür sanat güzergahı oldu şehir. Gün geçtikçe daha çok hissedilecek bu. Özellikle çağdaş sanat alanında...

586 proje 9.862 etkinlik. Tazyikli su gibi. Tenimize işlemedi...

Doğru. Çok fazla oldu. Bu hem katılım hem kamuoyu paylaşımında sorun çıkardı. Ama bir yandan da 15 milyonluk bir şehirden söz ediyoruz; Tuzla'dan Çatalca'ya... Hiç etkinlik yapılmadı diyenler de oluyor. Haliç'e iki kova su dökmüşüz gibi muamele görüyoruz.

Paydaşların en büyük eleştirisi proje değerlendirme kriterlerinin net olmaması. Kayırma iması var burada. Gerçekten net değil miydi?

Kriterlerden değil, kültür sanatın doğasından kaynaklanan bir problem bu. Çünkü sayısal ya da ölçülebilir bir değerlendirme söz konusu değil. Tamamen sübjektif. Her müellif kendi projesinin çok mükemmel olduğunu düşünüyor ki önümüze getiriyor. Ama onu değerlendirenler de yine o alanın uzmanları. Hepsinin kabul edilmesi zaten fiilen mümkün değil. Bu sadece bizim değil, diğer kültür başkentlerinin de en çok karşılaştığı sorun.

Yumuşak bir karın. Şimdiki aklınız olsa ne yapardınız?

Başvuruları sınırlı tutardık, ucunu açık bırakmazdık. Kabul edilen proje sayısını da daha az tutardık.

Danışma Kurulu'na yeterince danışmadınız mı?

Yoo, danışma kurulu toplantıları yasanın çizdiği çerçeve dâhilinde çok nizami şekilde her ay yapıldı. Gelenlerin hepsi görüşünü bildirdi, sorularını sordu, cevaplarını aldı. Başkan sivildi, Hüsamettin Kavi. Toplantılar onun yönetiminde gerçekleşti. Yürütme Kurulu da öyleydi, onun yapısında da kamuyu temsil eden 3 üye vardı. Çoğunluk ve başkan yine sivildi.

Neden hükümet çok baskı yaptı gibi bir izlenim vardı?

Çünkü 2010 AKB Ajansı kamu kaynağı kullandı. Devlet verdiği paranın hesabını sorar. Harcama belgeleri anlamında... Bunu müdahale diye görülüyorsa evet oldu. Olur, olmalıydı ve yine olsa yine olur. Bu kadar kesin. Kamu verdiği beş kuruşu takip eder.

Azınlıklara özel bir ilgi, alaka var mıydı?

Evet, zaman zaman böyle eleştiriler aldık. Ama sonuçta AKB unvanını şehrin kozmopolit yapısına borçluyuz. Çok büyük coşkuyla karşılandık. Onların ifadesini aktarayım: "Biz 2010 sayesinde bir devleti ve devlet adamlarını daha yakından gördük ve aslında uzun yıllardır bir mesafe varmış gibi davranılmasının boş olduğunu gördük." Mübadele Müzesi olsun, İstanbul'un Rum Mimarları sergisi olsun... Sergiyi Selanik ve Atina'ya götürdük, oradaki sevinci görmeliydiniz. Hepsi, ikinci kuşak artık ama İstanbulluyuz biz diyorlar. Bir de 'azınlık' anlaşmalarda geçen bir tabir sadece. Onlar Türk vatandaşı; yaşamlarıyla, kültürleriyle İstanbullular. Kültürün, sanatın ırkı yok zaten.

BİR GÜN 2010'UN HİKAYESİNİ YAZARIM BELKİ

2010'un en çarpıcı olayı neydi?

Sanki U2 konseri, köprü yürüyüşü... Onunla ilgili de mesela U2 çok öne çıktı diye pişmanmış, öyle yazıldı. Orada bile bir başarı gölgeleme gayreti.

Öyle bir şey yoktu değil mi?

Tabii ki yoktu. Son derece mutluydular. Tekrar çağırsak eminim yine koşa koşa gelirler.

Kişisel hayatınız açısından en unutulmaz anılar?

Efsane İstanbul sergisini unutamam. Arvo Pärt konseri benim için çok etkileyiciydi. Arvo Pärt bana, ismime hitaben Adem'in Yakarışı'nın bir parçasını gönderdi, eliyle yazmış, ismime hitap etmiş. Bono'yla köprüde yürüdük, uzun uzun sohbet ettik. En unutulmazı ise, bakın bu çok özel, iskeleye çıkıp Ayasofya'nın tavanına avucumu yaslamaktı.

Anılarınızı ne zaman yazacaksınız?

Burada 5. defterimi bitirdim, bir sürü not aldım. Onları kendi penceremden yazmaya çalışacağım; tatilde başlayabilirim. Fiilen, hukuken ve zihnen uzaklaşınca bakalım nasıl bir 2010 hikâyesi çıkacak ortaya? İsmi hazır: 'Bir Atlas Hikâyesi'.

JÜLİDE KARAHAN

ZAMAN KÜLTÜR / 02.07.2011

Hiç yorum yok: