16 Şubat 2006 Perşembe

'Ben hâlâ şairim, gizli şuaradan'

14 Şubat, Dünya Öykü Günü'ydü. Pen Yazarları'nca onaylanarak uluslararası kimlik kazanan öykü gününde sunulan "öykü bildirisi"ni, 50 yılını kahramanlarına adamış Tarık Dursun K. kaleme aldı.

"24 saat hikâye yaşıyoruz, yaşadıklarımızı karşımıza çıkanlara anlatıyoruz. Her şeyden bir hikâye çıkar, ama hikâyeci hikâye anlatan değil yazandır." diyordu Dursun K. 1931 yılında İzmir'de doğan, nereye giderse gitsin bir yanını hep kalbini çalan bu şehirde bırakan yazar, okurunun yolunu da illa ki düşürüyor İzmir'e. Edebiyat eleştirmeni Feridun Andaç'ın onun için "İzmir tarihinin belleğidir" demesi boşuna değil. Sait Faik nasıl İstanbul'un, Halikarnas Balıkçısı nasıl Bodrum'un yazarıysa Tarık Dursun K. da İzmir'in hikâyecisi...

75. yaşını geride bırakan yazar, görmüş geçirmişliğin birikimiyle kitapçı vitrinlerine, Aykırı Yayınları'ndan çıkan kitabı 'Hepsi Hikâye'yi hediye etti geçtiğimiz günlerde. Taze hikâyelerin yanı sıra eski tanıdık metinlerin de yer aldığı kitapta; İzmir'in sokakları, yokuşları ve iskeleleri çıkıyor yine karşımıza. Vakti zamanında yolunu şiirden geçiren yazarın şiirle harmanladığı hikâyelerde, pek çok romantik hal de bekliyor okuyucuyu. "Şiiri denemiş olmak kelime ekonomisini öğretti bana." diyen Tarık Dursun K. ile yeni kitabını ve öykülerini konuştuk, hem de kelime ekonomisi yapmadan...

75. yaşınızı "Hepsi Hikaye" adlı öykü kitabınızla kutluyorsunuz...

Bir yanlışı baştan düzelteyim, 'Hepsi Hikaye'nin yirmi beş kadar uzunlu kısalı, eski yeni hikayeleri bir arada toplamaktan öte bir art niyeti yoktu. Yayınlanır yayınlanmaz yayınevinin sorumlusu "Bu kitabınız 75. yaş yılı kutlaması olsa ne güzel olur değil mi?" dedi. Ben de ağzımın bir kenarıyla "Ya evet, çok güzel olur." dedim. İşin bu denli ciddiyetle harmanlanacağını bilseydim... Bir küçük itiraf size, 75 yaşında olmak marifet değil. Her şey olumlulukla olumsuzluk arası, (zaman kısalığı demelerine getiriyorum) insan kendini frenlemese, dayanılmaz bir hıza kaptırabilir. Avni Arbaş'ın Foça yıllarında "resim yapayım, resim yapmalıyım" diye bir elinde fırça, öbür elinde baston, ille de resim yapmaya çabalamasını şimdi daha iyi anlıyorum. 75 yaşmış, pöh!

"Hepsi hikaye" sözünden "geç bunları, hepsi hikaye zaten..." tarzında karamsar bir ruh hali duyumsuyorum...

Doğru; ama o 'karamsar ruh hali' yalnız bu kitaba girmiş hikayelere özgü değil. Benim hikâye geçmişimde var o sizin duyumsadıklarınız. Bu bir insan doğası olayı; herkesten kaçırıyoruz, iş hikâyeye gelince... 'Dürüst olmanın zamanını' söyler hikâye, önce kendinize, sonra okurlarınıza karşı; siz de boyun eğer, içinizdeki alacayı yaza yaza kağıda dökersiniz. Tıpkı ayrılık öncesi insanı basan kara hüzün gibi, pek karamsarlık değil, olmaması da gerek zaten.

Öykülerinizde hep aynı tanıklık, aynı romantik haller... Bir de bu halleri ikili konuşmalar şeklinde kâğıda döküyorsunuz. Niçin yapıyorsunuz bunu?

Şenlik olsun diye belki de. Az önce konuştuk, kişinin doğası yaptığı işe yansır. Siz bana şunu söyleyin; güzel mi, hoş mu, sizi alıp koluna takarak bir başka dünyaya, hikayenin o büyülü dünyasına götürdü mü? Karşılığınız 'evet' ise yazar da, hikaye de işlevini yerine getirmişler demektir. Hem bu ne ceberutluk, hikâyeden ne demelere başka başka işler istiyorsunuz?

'Hepsi Hikâye'de "Aktarılan her şey gerçek, insanlar, kentler, olaylar.. onları bu hikayelerde yaşatmak bir gönül borcu idi." diyerek baştan uyarıyorsunuz bizi. Sahiden bütün öyküler gerçek mi? Foça'yı hiç görmeden anlatan Rekin Teksoy gibi yapmıyorsunuz inşaallah.

Hayır, yapmadım, yapamıyorum. Çok azı öldü o 'kahramanlar'dan. Size bir şey diyeyim mi, biz gerçi "kısmeti kapalı bir gençlik"tik, ne var ki, kendi kısmetlerimizi kısmetsizliklerimizle birleştirdik ve ortaklaşa bir kısmet yapındırdık. Öykülerin sahici ya da kurmaca olmaları neyi değiştirir? Size okutturdular mı kendilerini, içiniz bir hoş oldu mu, bir anlığına bile olsa durup düşündünüz mü; hayatı, insanları, insanın birbirine ettiklerini, aşkları, kadınları ve erkekleri... Ve anılarınızın gayyasına inebildiniz mi? Siz ona bakın.

Her şeyi geçtik de ne demelere aynı öyküleri yeniden anlatıyorsunuz? Gerçi biz hiç bilmiyormuş gibi sonuna dek okuyoruz ya... Mesela yıldızlı bir cümle kurdunuz mu, arkasından Coya ve İsm'al dayınızın geleceğini biliyorum. İsm'al dayı öldü, peki Coya?..

Daha işin başında, ailesiyle birlikte gecenin sabahına karşı vapura doluştular. İzmir'den göçüp gittiler. Hiç haber çıkmadı. Çıksaydı çok şaşırırdım. Her şey gibi aşklar da geçicidir. Kalan hikayedir. Kadınlar unutkandırlar, bilirim.

Jülide Karahan

16 Şubat 2006/Zaman

Hiç yorum yok: