10 Eylül 2008 Çarşamba

Martin Parr’ın belirsizliklerle dolu frapan dünyası

Martin Parr’ın, Santralistanbul’un açık hava etkisi yapan geniş sergi salonunda geçtiğimiz ay açtığı ‘Assorted Cocktail’ başlıklı retrospektifinde, hayal kırıklığı yönünden esen şiddetli rüzgara aldırmadan ilerleyin ilkin. Gözünüzü rahatsız edecek derecede renkli renklerle karşılaştığınızda; fotoğraflar yeterince uzak, yabancı ve gizemli olmadığı için oluşan alçak ve yüksek basınç farkını bile unutacaksınız zira. Merak etmeyin, hoşnutsuzluğunuz yağmur olup yağdığında her şey düzelecek. Dünya hariç. Dünya, belirsizliklerle dolu ve siz de o belirsizliklerin fotoğraflarıyla karşı karşıyasınız çünkü. “Dünya iyiye gidiyor ve dünya kötüye gidiyor. Ben de bu durumu fotoğraflarımla belgeliyorum.” diyerek izleyiciyi baştan uyarmıştı aslında Parr.

Belgeledikleri, üyesi olduğu Magnum Photos’un alışıldık tarzından epey farklı. 180 derece kadar… Savaş, kıyım ve haksızlıkları görüntüleyen kahraman Magnum fotoğrafçılarından biri değil Parr. Dünyayı sarsan pek çok olaya tanıklık eden Magnum’un onu kabul edişi de bir hayli sancılı ve hatta kavgalı olmuş zaten. Magnum için bir dönüm noktası sayılan sanatçı, seleflerinin aksine ‘gizli’den ziyade ‘aleni’yi fotoğraflamaya adamış kendini.

Gündelik hayatın reklam kampanyası

Sergide yer alan 156 fotoğraf; İngiltere’den Almanya’ya, Fransa’dan ABD’ye, Belçika’dan Mısır’a uzanan küresel bir rota izlese de inanılmaz şekilde bilindik. Mizah, flaş ve çiğ renkler yardımıyla fazlasıyla tanıdık olanı frapanca sunan sanatçı, gündelik hayatın reklam kampanyasını yürütüyor gibi bir izlenim verebilir size. Gerçekte pek çok markaya prestij fotoğrafı çekiyor da zaten.

İngiliz espri anlayışıyla; mutsuz ailelerden kitle turizmine, yemeklerden bıkkın çiftlere, insanın ve dünyanın türlü çeşit halini mizahla bir güzel harmanlıyor sanatçı. Dudağımızın kenarına gülümseme yerine irkilme yerleşmesine sebep olan ise; mutlu ya da mutsuz, gülünç ya da sıkıcı hayatın üzerine onca reklam ışığını boca etmesi. Hayat, bir reklam karesi değil ki...

20 yılı 156 kareye yayan ‘Assorted Cocktail’, her birini değilse de sanatçının pek çok farklı projesini bir araya getiriyor ve retrospektifin hakkını teslim ediyor. Türkiye’deki ilk kapsamlı sergisinde, fotoğraflarının yanı sıra iki videosunu da izleme şansı bulduğumuz ünlü sanatçının kişisel kapılarını da sergi vesilesiyle aralıyoruz bu arada.

1952 İngiltere doğumlu sanatçının fotoğrafa ilgisi pek çok kimse gibi çocukluğunda filizlenir. Kendisi de meraklı bir amatör fotoğrafçı olan büyükbabası George Parr’dan destek gören Martin, 3 yıl Manchester Politeknik’te fotoğraf eğitimi alarak adım atar mesleğe. Magnum’a asıl üye olarak kabul edildiği 1994 yılında ‘Küçük Dünya’ kitabı için Türkiye’de de bir çekim yapar Parr. Efes, Pamukkale ve Kalkan’ı fotoğraflayan sanatçının, tarihi yerleri birer birer tüketen turistleri yerdiği fotoğraflarını, geçen yıl İstanbul Modern’deki ‘Magnum Fotoğraflarıyla Türkiye’ sergisinde görmüştük hatta.

Geçmişi bırakıp 30 Ekim’e kadar Santralistanbul’da devam edecek ‘Assorted Cocktail’ başlıklı sergiye dönersek; sanatçının Son Tatil, Bıkkın Çiftler, Küçük Dünya, İngiltere’yi Düşünmek, Almanya’yı Düşünmek, Telefon Projesi, Knokke le Zoute, Glasgow, Meksika, Lüksemburg ve Sağduyu serileriyle karşılaşıyoruz.

Mizah, renk, flaş ve hiciv

Parr, 1980’li yılların ortalarında İngiltere New Brighton’da çektiği ‘Son Tatil’ fotoğraflarında, objektifin detaycılığıyla gündelik yaşamın karmaşasını iyice bulamış birbirine. Hepi topu 12 karede eğlenme zorunluluğunun tatlı telaşıyla birlikte yoğun bir nostaljiyle karşılaşıyor ve bir daha yeşil renkli dondurma yemek istemiyorsunuz.

Kurgu ile gerçeği fitleyip birbirine düşürmekten haz alan sanatçının sosyal, sınıfsal ve duygusal çatışmaları tek bir kareye hapsettiği ‘Bıkkın Çiftler’ serisi, insanlık hallerinin tüm bıkkınlığını barındırıyor içinde. Bu arada o sıkkın ve bıkkın Avrupalı çiftler arasında sanatçının kendisi de var. Çok yıllar önce, saçları beyazlamamışken daha...

İnsanlık hallerinin sıkıntılı dünyasından ‘Küçük Dünya’ya geçtiğinizde binbir şehirde turistliği hicvedeceksiniz fotoğrafçıyla birlikte. Aynı acımasız bakış ‘İngiltere’yi Düşünmek’te bira, martı, dondurma ve bayrak karşısında da oluşuyor. Almanya’yı da düşündükten sonra iki yıldızlı otel kahvaltıları ve alışveriş hayhuyuyla Parr’ın en yeni çalışması ‘Lüksemburg’a geçebilirsiniz. Orada bir kuaförde saçını yaptıran kadından, ‘Meksika’da Hz. İsa ve Hz. Meryem figürlü kol saatlerinin satıldığı işporta tezgahına, sonra ‘Glasgow’da bulanık ve dalgalı bir denizin kenarındaki masmavi havuzda tek başına yüzen gence ve ‘Telefon Projesi’nde cep telefonuyla konuşan Uzakdoğulu insanlara dönebilirsiniz.

Martin Parr’ın fotoğraflarında frapanlık ve rüküşlük ile nostaljiye doyacağınız garanti. Park yeri, yemek tabağı, şekerleme üzerine konan sinekler ve yaşlı bir kadının ojeli tırnakları gibi... Ama, kim ne derse desin, işte bunlar onu Martin Parr yapan işler.

Jülide Karahan

Photodigital/ Eylül-Ekim 2008

1 Eylül 2008 Pazartesi

Çağdaş sanatın yeni buluşma mekanı: ArtCenter/İstanbul

Beyoğlu’nun ara sokaklarından birinde konumlanan ArtCenter/İstanbul, 9 Eylül’de açılıyor. İzleyiciyle çağdaş sanatı kaynaştırmayı planlayan merkez, çok değil bir iki ay sonra Adalet Cimcoz’un Maya’sı gibi dolup dolup boşalan bir sanat üssüne dönüşebilir.

Sözlerin tebeşirle yazıldığı ve yağmur bastırınca siliniverdiği günlerde yaşasak da, sözünde fazlasıyla duranlar var hâla. Borusan Holding de onlardan biri. İstiklal Caddesi’ndeki güzide sanat galerisini iki yıl önce kapatan holdingin sözcüleri, yeni mekanlarının işaretini doğrudan olmasa da satır aralarında vermişti çünkü.

Her sanatsever hatırlıyordur o günleri. Beyoğlu’ndaki Borusan Sanat Galerisi’nin kapanmasına; basın açıklamaları, toplantılar ve e-mailler yoluyla karşı çıkmıştı tüm camia. Ama, tüm çabalara rağmen galeri, 2006’nın Nisan ayında sessizce hayatımızdan çekip gitti. İstanbul’un çağdaş sanatı destekleyen en önemli mekânlardan biriydi halbuki. Henüz türlü çeşit sanat inisiyatifi ve müze yokken, ona sığınırdı genç sanatçılar. Açık kaldığı dokuz yıl süresince Joseph Beuys, Carolee Schneeman, Sophie Calle ve Louise Bourgeois gibi önemli isimleri ağırlayan galerinin son sergisindeki bir çalışma epey manidardı da... ‘Modernizmin ara bulucusu: Motif’ başlıklı sergi için sanatçı Gülçin Aksoy, galerinin kapı eşiğine üzerinde ‘Vazgeçtim’ yazan bir küçük halı yerleştirmişti.

Holding, çağdaş sanatı desteklemekten gerçekten vazgeçmişti; ama kısa süreliğine… Elimizdeki tek açıklama; yeni bir yapılanmaya giden kurumun, ağırlığı ‘klasik müzik ve eğitim’e verme kararı aldığıydı. Hedef, İstanbul’u ‘müzik başkenti’ yapmaktı hatta. Söz çağdaş sanata gelince ‘Bizim Borusan olarak vizyonumuz, yaptığı işi en iyi şekilde yaparak bir adım önde olmak. Açıkçası her şeye yetişemiyoruz. Plastik sanatlar konusunda yeni ne yapacağımızı bilemedik. Galerimiz çok küçüktü, nasıl büyütebileceğimizi bilmiyorduk, kapattık.” demişlerdi.

Kurum, geçen iki yılda ne yapacağına karar verdi. Üstelik, o günden bu güne nice yağmurlar yağsa da silinmedi satır aralarındaki sözleri. Geçtiğimiz baharda kulağımıza yeni bir mekan fısıltıları gelmeye başladı. Yine Beyoğlu’nda olan yeni mekanın dört başı mamurdu bu defa. Çok geçmeden Borusan Kültür Sanat’ın sitesine ArtCenter/İstanbul linki de yerleşti zaten. Ve şimdi merakla beklenen o yeni mekanın kapılarını ardına kadar açma zamanı geldi. Resmi açılışı 9 Eylül Salı günü yapılacak ArtCenter/İstanbul, çağdaş sanatı ve sanatçıları destekleyen içi küçük, projeleri büyük bir merkez.

Sanatseverler, iki yıl önceki basın açıklamalı ve mailli uğraşlarının kamuoyu baskısı oluşturup holdingin kararını etkilemiş olduğunu düşünerek, bir dahaki cümleye dek, sevinebilir. ArtCenter/İstanbul’un yöneticisi İpek Yeğinsu; holdingin, yapmışken daha büyük ve çok yönlü bir şeyler yapmak istediği için galeriyle yetinmediğini hatırlatarak bu fazladan sevinci bertaraf ediyor çünkü. “Amerika, Avrupa, Uzak Doğu ve Güney Amerika’da yoğun bir sanat üretimi ve tüketimi var. Tüm dünyayı içine alan bir heyecan bu. Bizim çağdaş sanatın dünyada yükselen bir değer olduğunun farkına varmamamız düşünülemezdi.” diyen Yeğinsu, 2010’da Avrupa Kültür Başkenti olacak bir şehirde yaşadığımızı, büyük bir sanatçı potansiyelimiz olduğunu ve genç sanatçıların kendilerine açılım bulmakta zorlandığını da gerekçelere ekliyor.

Bir gün herkes sanatçı olmak isteyecek

Bunca katmanlı sebeplerin bir araya gelmesiyle kurulan ArtCenter/İstanbul’u uzun uzun anlatmadan önce tek bir cümleyle özetlemek gerekirse ‘Bir gün herkes sanatçı olmak isteyecek’ diyebiliriz. Çünkü mekanda insanın resim yapası, kağıtları kesip yapıştırası, karşı apartmanı gözleyip videoya çekesi geliyor. Tane tane ve baştan başlarsak... Beyoğlu Ayhan Işık Sokak’ta Bizim Berber ve Bir İstanbul Kahvehanesi’nin karşısındaki mermer merdivenli ve papatya vitraylı bina oluyor ArtCenter/İstanbul. 19. yüzyılın virane apartmanı, beyaz ve ahşap düzeni ve dönen merdivenleriyle hala geçmişi hatırlatsa da, atölyeleri gezip çalışmaları gördükçe gelecek zamana ışınlanıyor insan.

ArtCenter/İstanbul’un en önemli özelliği, sanatsal üretim sürecini toplumun günlük yaşamının bir parçası haline getirme niyetiyle atölyelerini ziyarete açması. Ziyaretçilerin, sanatçılarla buluşarak üretim sürecini bire bir izleyip çağdaş sanata yakınlaşması; hatta ‘bunu ben de yaparım’ tavrını bir kenara bırakarak çağdaş sanatın estetiğin ötesine geçen felsefi temelli sürecine ortak olması bekleniyor.

Kime niyet, kime kısmet...

Sanatla ilgilenen kitlenin sanatçılarla buluşmakta zorlandığını düşünen Yeğinsu’ya göre, galeriler izleyiciye epey mesafeli. ArtCenter/İstanbul’da ise gençler ve samimi bir ortam var. Zili çalıyorsunuz, kapıyı bekçi Ramazan Bey açıyor. Ev sahibi edası ve güler yüzüyle… Binanın üçüncü katında 16 yıl kiracı olarak yaşayan Ramazan Bey, mahallesinden ayrılmak istemeyince bodrum kata yerleşip binanın bekçisi olmuş. Herkes halinden memnun. Mekan, fazla değil üç beş ay içinde belki de Adalet Cimcoz’un Maya Galerisi gibi sanatseverlerin dolup dolup boşaldığı bir yer olur çıkar.

Niyet, çağdaş sanatın daha geniş kitlelere ulaşıp anlaşılabilmesi olsa da kısmet küratörlere. Dere tepe demeden dünyayı dolaşıp yeni sanatçılar keşfetmeye çalışan küratörler, ArtCenter/İstanbul’da 10 genç sanatçıyı işleriyle birlikte aynı mekanda görebilecek. Avcılık ve toplayıcılıkla geçinen küratörler için merkez, izni alınmış milli park gibi. Herkesin onların yerinde olmak isteyeceği sanatçılar ise Ali İbrahim Öcal, Basak Kaptan, Lale Delibaş, Özlem Uzun, Bengü Karaduman, Merve Şendil, Damla Tamer, Ilgın Seymen, İrem Tok ve Balca Arda.

Pek çok başvuru arasından uzun bir eleme sonucunda seçilen sanatçılar, 30 YTL gibi cüzi bir hizmet bedeli karşılığında kendilerine iki yıllığına tahsis edilen atölyelerinde vızır vızır çalışıyorlar. Birbirleriyle kaynaşıp ortak projeler üretmeye bile başlamışlar hatta. Merkez, her gün sabah 11’den gece 2’ye kadar sanatçıların hizmetinde. Haftada 25-30 saat devam zorunluluklarıyla birlikte ortak alanları, terasları, toplantı masaları ve film izleme alanları da var.

ArtCenter/İstanbul, her yıl bir karma sergi düzenleyerek sanatçıların üretimlerini teşhir edecek. Sanatçıların hayatlarında bir yaratıcılık merdiveni olmayı planlayan merkez; sanata yakın olup sanatçıyla düşünce alışverişinde bulunmak ve sanatsal üretim sürecini bizzat görmek isteyen herkesi resmi tatiller ve Pazartesi günleri hariç saat 16.00-20.00 arası ziyarete bekliyor. 212 293 08 99

Jülide Karahan
Milliyet Sanat Dergisi /Eylül 2008