8 Mart 2009 Pazar

Güncel sanatın ilk feminist sergisi

Küratörlüğünü Canan Şenol’un üstlendiği ‘Haksız Tahrik’ isimli sergi; alışveriş yaptığımız mağazalardan sms’lerin yağdığı, sokakta elimize kırmızı karanfillerin tutuşturulduğu 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde Hafriyat Karaköy’de açılıyor. ‘Kadınlar çiçek gibidir’ pembe bulutuna hapsolarak 8 Mart’ın ‘Emekçi Kadınlar Günü’ olduğunu çoktan unuttuk ve hatta hiç öğrenmedik. Ama yok... Bu defa sanatçı, aktivist ve akademisyenleri bir araya getiren bir sergiyle elimiz taşın altına sokuluyor. Amaç bizatihi bu, bir araya gelmek ve elimizi taşın altına sokmak...

Geçen yıl 8 Mart Gece Yürüyüşü’nde fikri temelleri atılan sergi, cinsiyet kavramını feminist bir bakış açısıyla algılıyor ve tiyatrodan stand up’a, resimden fotoğrafa, performanstan heykele pek çok disiplini bir araya getiriyor. Çoğumuzun zihninde; feminizm denince hâlâ ve ısrarla içleri boş olduğundan yerçekimi etkisinden kolay kurtulan ‘çirkin, bakımsız, bıyıklı, kaba saba, hatta iffetsiz’ gibi kavramlar uçuşuyor. Evet, feministler kadının arzu nesnesine dönüştürülmesini eleştiriyor ama insanın kendini iyi hissetmek için yaptıklarına da kimsenin bir şey dediği yok. Topuklu ayakkabı giyip sarı saçlarınızı her gün fönleyebilirsiniz; yeter ki ortak görüş ve politik mücadelede birleşin. Bu ortak görüş de en basit ifadeyle toplumsal cinsiyet politikalarına karşı gelmek.

Karşı gelenler elbet var ama mesela serginin küratörü Canan Şenol, daha önce Türkiye’de güncel sanat alanında feminist bir sergi yapılmadığını ‘Haksız Tahrik’in hazırlıkları sırasında fark etmiş. Feminist örgütler birkaç sergi düzenlemişse de güncel sanatçılardan toplu bir ses çıkmamış hiç. Ses çıkarmayı bırakın, kadın sorunlarını işleyen pek çok sanatçı çoğu zaman kendini feminist olarak tanımlamaktan bile kaçınmış. Bu sergide ise Şenol’un deyişiyle “Feminist sanatçılar değilse de, kendilerine feminist denmesinden rahatsız olmayan sanatçılar var.” Yeri gelmişken sayalım; sergiye Aylin Kuryel, Çağla Cömert, Canan Şenol, Dilek Winchester, Evrim Kavcar, Fulya Çetin, Gülçin Aksoy, Gülizar Önen, Güneş Terkol, Hale Tenger, İnci Furni, Nalan Yırtmaç, Neriman Polat, Nil Yalter, Nilbar Güreş, Özlem Gök, Sezgi Abalı, Şükran Moral ve Yasemin Özcan Kaya ile Amargi Sanat Atölyesi, Atıl Kunst, Filmmor ve Oda Projesi katılıyor.

Bu durumda ilk fark edilen sergideki tüm sanatçıların kadın olduğu. Ama fark edilmesi gereken asıl şey; bunun bir kadın sergisi olmadığı… Bir sonraki cümle itibariyle toparlamak gerekirse; ‘Haksız Tahrik’, kadın sanatçıların kadın hassasiyetiyle ürettiği işlerden oluşan bir sergi değil. Peki ne? Küratör desteğiyle söylersek, “Kendi yağıyla kavrulan ama bir söylem geliştirmeye çalışan bir sergi.”

Serginin feminist sanat tarihi yazma gibi bir derdi ve iddiası olmadığı da gözden kaçmamalı. “Böyle bir iddia taşırsak bir sürü sanatçıyı yok saymış oluruz. Yerimiz küçük, imkânlarımız az, söylemimiz farklı…” diye uyarıyor ve umutla ekliyor Şenol: “İlerleyen zamanlarda feminist sanat tarihi üzerine Türkiyeli sanatçılardan oluşan bir sergi yapılır belki. Elbette bir kurum tarafından.” Ama iddialı bir laf niyetine şu söylenebilir pekâlâ: ‘Haksız Tahrik’in Türkiye feminist sanat tarihine geçeceği aşikâr.

Sergi ismini, Türk Ceza Kanunu’nun ‘ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenler’ başlığı altında düzenlenen 5237 sayılı ‘haksız tahrik indirimi’ maddesinden alıyor. Töre, namus ve ırz cinayetlerini besleyen, kadına uygulanan şiddeti adeta imrendiren bu madde; öyle ‘madde’ olarak sakin sakin durmuyor elbette. Pratik yaşamda kadının bir tahrik unsuru gibi algılanmasını destekleyip, bu algının ucunun kadınlara yapılan her türlü siyasi, kültürel ve toplumsal ayrımcılığa kadar gitmesine izin veriyor.

Feminist örgütler; haksız tahrik indirimi üzerine mücadele verseler, hatta davalara müdahil olsalar da, aynı tas aynı hamam... Meşruiyetini çoktan kazanmış çünkü bu söylem. Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü’nün birkaç hafta önce yayınladığı ‘Türkiye’de Kadının Durumu’ raporuna göre, ülkemizde kadınların %39'u yemeği yakma gibi bir nedenle kocasından dayak yediğinde; kendini suçlu, kocasını haklı buluyor. Ya da bulduruluyor. Karakolda ‘kocandır, döver de sever de’, baba evinde ‘o senin kocan, hadi evine’ dendiği müddetçe… Görüldüğü üzere, bu noktada sayfa üzerinde bile söylenecek laf kalmıyor. Sadece, o da küratörün desteğiyle, diyebiliriz ki: “Kurtarılmış kadın diye bir şey yok. Modern kadın kurtarılmış filan değil. Kadın sorunu Güneydoğu sorunu ya da cahil kadın sorunu hiç değil. Hepimizin, tüm dünyanın sorunu.”

‘Haksız Tahrik’; tüm bunları düşünmek, bir araya gelip söz söylemek ve belki de mücadele biçimleri üretmek istiyor ama asıl önemlisi bir araya gelip meseleyi tartışabilmek. Serginin neden’ini, niçin’ini bırakıp nasıl’ına gelirsek… Tüm sanatçılar birbirinden habersiz ve bağımsız işler üretmiş olsalar da aklın yolunun bir olduğu bir kez daha kanıtlandı. Kimsenin birbirinin çalışmasından haberi yok ama sergide gönüller birlik etmiş, diller ise sohbette. Yani işler birbiriyle konuşup duruyor.

Bir tarafta 1970’lerde feminist hareketle işler üretmiş Nil Yalter’in ‘Çağdaşlaşma Süreci Öyküsü’, diğer yanda Gülizar Önen’in ‘İmam Nikâhı’ isimli fotoğrafı… Hemen girişte Şükran Moral’in Karaköy Genelevi’nde çektiği fotoğrafın karşısında ise İnci Furni, Neriman Polat ve Canan Şenol’un; Adnan Çoker’in Mac Art Galeri’deki sergisi sırasında gerçekleştirdiği başörtülü performansın belgeleri… Birbirinin zıddı gibi görünen bu işler kırk yıllık dost olmuş çoktan. Çünkü dertleri bir: Birilerinin kadın bedeni üzerinden politik söylemler geliştirmesi… ‘Ucuz ve bayağı’ kadınlar da, iffet sahibi kadınlar da bir şekilde dışlanıyor. Aslında iffetli-iffetsiz, modern-cahil, namuslu-namussuz ayrımı yok. Kadınlar birbirini biliyor ve anlıyor. Garip olan, Şenol’un da dediği gibi; hem laik, hem anti laik politika yapanların beden denetimi üzerinden kendi iktidar alanlarını tanımlamaya çalışmaları…

Hayatın pek çok alanından feminist renkler toplayan sergi kapsamında pek çok manidar çalışmanın yanı sıra; Esmeray stand up gösterisi, Forum Tiyatrosu interaktif oyunu ve Ayşegül Sönmez’in ‘Feminist mi Ben mi? 2’ canlı röportajı var. Hollanda Konsolosluğu’nun katkılarıyla gerçekleşen tüm bu olaylara ek olarak; Sönmez, Türkiye’nin feminist sanat tarihi hakkında bir kitap hazırlıyor.

Sergi, Mart sonuna kadar Hafriyat Karaköy’de ziyaret edilebilir.

Jülide Karahan

Milliyet Sanat/Mart 2009

..........

Edebiyata fırsat vermeyen fotoğraflar

On İspanyol fotoğrafçının yapıtlarından oluşan “Kuşaklararası Geçişler”, edebiyata fırsat vermeyen bir sergi. Herhangi bir alıntı, espri ya da geyik yaptırmıyor insana. Boşluksuz, dopdolu. Tek tek değil ama bütün olarak düşünüldüğünde; fotoğrafların hikâyeleri öyle güçlü ki, bazıları yalan bile olsa; bile bile lades…

Şubat ayı boyunca Milli Reasürans Sanat Galerisi’nde izlenen sergi, güvenlik aşılıp salona girildiği an itibariyle çekip çevirmiyor aslında izleyiciyi. Karşılaşılan ilk fotoğraflar, Cristóbal Hara’nın gerçeklikle kurgu arasındaki belirsiz çizgiyi temelli yok saydığı son dönem renkli kareleri. Uzun yıllar Henri Cartier Bresson’un ‘karar anı’ doğrultusunda siyah beyaz belgesel kareler çeken sanatçının renkleri keşfetmesi karşısındaki heyecanından olsa gerek bu…

Ama merdivenlerin ilk basamağından itibaren, alt katta değişik bir dünyanın bekliyor olduğu hissediliyor hemen. Bu hissi daha ilk kareden veren, sanatçı olarak Ouka Leele adını kullanan Bárbara Allende Gil’in yarı resim yarı fotoğraf yapıtları. Karşılaşılan ilk fotoğrafın ismi bile durumu anlatmak için yeterli: “Nereye gidiyorsun aşkım, bardaktaki havayla ve cam levhada denizle, aşkım?” 1987’de çekilmiş/boyanmış bu fotoğraf/resim; üzerine arılar konmuş bir yürek, dengesini kaybetmiş bir bardak, pembeli ve masasız bir masa örtüsü ile fondaki köy evlerinden ibaret. Dünya, renk, kompozisyon, ışık; her biri şaşırtıyor insanı. Salvador Dali’nin resimlerini andıran fotoğraflarda nesneleri insanlaştıran ve günlük yaşamı şiirleştiren rüyamsı görüntüler çoğunlukta.

Ve film kopar…

Pek çok fotoğraf sever, henüz, tatmin olmamış olabilir. Ama film, birazdan, bir dizi kocaman siyah beyaz belgesel kare karşısında kopar. Bunlar; Cristina Garcia Rodero’nun 1973’ten itibaren 15 yıl üzerinde çalıştığı ve İspanya’daki festival, gelenek ve ritüelleri konu ettiği ‘Gizlenen İspanya’ serisindeki fotoğraflar…
Rodero’nun elinde kamerası tüm ülkeyi dolaşarak kaybolmaya yüz tutmuş şenlik ve ayinleri belgelediği fotoğraflardan oluşan küçük ama dev seçki, izleyiciyi; geçmiş ile derin ve karanlık İspanya’ya götürüyor adeta. Bu görüntüler arasında insanlar, ifadeler, aksesuarlar, ayinler, endişeler, korkular, hikâyeler, ışıklı gölgeler ve daha neler neler... İlmeği kaçmış kazak gibi sökülmekteler. Duvar kenarına çökmüş beyaz elbiseli ve takma kanatlı beş küçük kız; ağlayan, gülen, şaşıran, merak eden ve kayıtsız kalan sayısız sevimli ifadeyle gerçek olamayacak kadar gerçek.

Sergide; “O sadece bir fotoğrafçı ya da görsel bir şair ya da birdenbire ortaya çıkan bir yeni-kavramsalcı ya da uluslararası alanda önde gelen bir figür değil…” değerlendirmesiyle sınıflandırılamaz bir sanatçı olarak sunulan Chema Madoz’un yapıtları da epey dikkat çekici. Kendisini bir nesne yontucusu olarak gören sanatçının mazgala dizdiği tabaklar, kafese hapsettiği bulut, aynaya çıkardığı merdiven ve iğneyle dizdiği su damlaları gerçekten etkileyici. Madoz’un günlük nesneler üzerinde yaptığı muzip değişiklikler, hoş garipliklerle birlikte komik benzerliklerin zevkini de tattırıyor izleyiciye.

Birkaç saat

Sergiyi hakkıyla gezmek için birkaç saat gerektiği çoktan anlaşıldı. Sırada Bleda & Rosa’nın “Savaş Alanları” serisinden bir seçki var. Geçmişi geri getiren bu çalışma; ekin, zeytinlik, kayalık, fundalık ve çalılık fotoğraflarından ibaret. Etraf soğuk, sessiz ve kıpırtısız. Geçmişte bu yerlerde büyük savaşlar yapıldığı düşünüldüğünde hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığı hissediliyor, üstelik ürpertiyle…

İnsanların yokluklarıyla fark edildiği bir diğer seçki de Ferran Frexia’nın Avrupa kentlerindeki otel, yurt ve lokantaların fotoğraflarından oluşan dizisi. “Segusso Pansiyonu” ve “Göl Lokantası” isimli çalışmalardaki masalar, kat izleri duran yeni ütülenmiş beyaz örtüleri ve komik bir şekle şıklık olsun diye sokulmuş peçeteleriyle bekleyiş halindeler. Eylemlerin askıya alındığı bu görüntüler, yakın gelecekte cereyan edecek hikâyelere yol verir gibiler. Belirsiz bir bekleyiş ve durmuş bir zaman duygusu veren fotoğraflarda hissedilenler arasında; ayrıntılar ve ışık-gölge karşıtlığına olan düşkünlük de var.

Bütün bunlardan sonra Angel Marcos’un anlık çekimleri dijital işlemden geçirerek ürettiği ‘Küba’da’ serisi, tansiyonu ve romantizmi nispeten düşürüyor. Gerçeklikten aldığı pozlara kurgu ekleyen sanatçının bu seriyle yapmaya çalıştığı, Havana’nın kaybolma noktasında olan geçmişini ve çürümek üzere olan siluetini yakalamak. Çukurlarla dolu sokaklar, dökülen sıvalar, lime lime merdivenler, yaşlı binalar ve çökmek üzere olan kemerler; beş uçlu yıldız, Marksist ve komünist liderlerin portreleri ve sloganlarla tam da bu sebeple renklenmiş.

Küçük oda

Galerinin küçük odasında ise Alberto García-Alix’in 1980 ve 1990’larda çektiği fotoğraflar karşılıyor izleyiciyi. İspanyol kültürünün kimi tanınmış yüzlerinin siyah beyaz görüntülerinde en çok ışık-gölge ayrıntıları gizli.

Güçlü bir ışık-gölge ayrıntısı da uluslararası moda ve reklamcılık geçmişine sahip olan Javier Vallhonrat’tan. Sanatçının, Zürich’teki Teknik Mühendislik Okulu’nun baş harflerinden hareketle EHT ismini verdiği dizisinde; fotoğrafa atfedilen ‘gerçek nosyonu’ ile fotoğrafın yalan söyleme yeteneği sorgulanıyor. Ürkütücü evler ve romantik bir havaya bürünen garip doğa parçalarından ibaret kareler; emlakçı broşürü ile korku filmi arasında gidip gelmekte. En genel ifadeyle vurgulanmak istenense, hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığı…

Son ve artık yorgun olarak Xavier Ribas’ın Barselona’nın kenar mahallelerinde çektiği Pazar dinlence ve eğlencelerine şahitlik ediyor izleyici. Ve böylece tamamlanıyor sergi gezisi.

Serginin küratörü Oliva Maria Rubio’nun İspanya Dışişleri ve Kültür bakanlıkları ile İspanya Ankara Büyükelçiliği’nin işbirliği, Cervantes Enstitüsü ve SEACEX’in organizasyonuyla gerçekleştirdiği bu kusursuz derlemenin ardından söylenebilecek tek bir şey kalıyor bize: Keşke bizim de böyle bir sergimiz olsa ve dünyayı dolaşsa...

Jülide Karahan/ Photo Digital Mart-Nisan 2009

..............