28 Mart 2012 Çarşamba

Dersimiz: Çin kültürüne giriş

'İpek Yolu'nun Başlangıcı: Büyüleyici Çin' temasıyla resmen başlayan ve bir yıl sürecek '2012 Türkiye'de Çin Kültür Yılı' etkinlikleri sesini duyurmaya başladı. Önümüzdeki günlerde gerçekleşecek film ve tiyatro festivallerinde hatırı sayılır bir Çin etkisi var. İstanbul Film Festivali, Çin sinemasını özel bir bölümle ağırlayacak.


Çorap 2007 yılında sökülmeye başladı. İnsanların, ülkelerin, kültürlerin birbirlerini tanıması için en etkili yolun karşı tarafın sanatını yakından izlemek olduğuna inanan MORI Sanat Müzesi, 2007 yılında David Elliot küratörlüğünde çok ses getiren bir Çağdaş Çin Sanatı sergisi yaptı. O sırada Çin, 2008 Pekin Olimpiyatlarına hazırlanıyordu, ama ne hazırlanma... İşin ucunda dünya önünde görücüye çıkmak vardı ne de olsa... Yıllarca kendini dünyanın geri kalanından soyutlayan Çin için vakit, esrarengiz örtüleri kaldırıp efsaneleri anlatma vaktiydi. İstenen oldu: Tüm dünya olimpiyatların açılışını izledi ve herkes Çin'in gösterilerini, efsanelerini ve masallarını konuşmaya başladı.

Tam o sırada dünyanın öteki ucunda; UniCredit Art Banking Sorumlu Direktörü Domenico Filipponi'nin anlattığı üzere: "Lehman Brothers çöktü, kriz büyüdü, büyüdü... Ve 2008 sonunda sanat piyasasında büyük bir çöküş görüldü. Ama birileri bu krizi fırsata çevirdi. O birileri Çin'di. Hatta mesela, Çinli sanatçı Takashi Murakami'nin bir işi 12 Kasım 2008'de Christie's New York'ta 3.442.500 dolara satıldı. Artık Avrupa ve ABD ana pazarlar değildi; üzerlerine 2007'de ilk üçe bile giremeyen Çin sanat piyasasının gölgesi yerleşti. Yoksa hâlâ Çinli ustaları tanımıyor musunuz? Artık zamanı; hatta sanatla ilgiliyseniz artık bu sizin için şart!"

70'TEN FAZLA ETKİNLİK

Ve şans ayağımıza geldi! Çinli ustaları, daha geniş bir ifadeyle Çin sanatını tanımamız için fırsat: '2012 Türkiye'de Çin Kültür Yılı'. 'İpek Yolu'nun Başlangıcı: Büyüleyici Çin' temasıyla geçtiğimiz aylarda resmen başlayan ve bir yıl sürecek dev 'Kültür Yılı' boyunca edebiyat, sanat, kültürel miras, sinema, akrobasi ve kukla sanatı gibi alanlarda İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Antalya, Mersin ve Trabzon'da 70'den fazla etkinlik gerçekleşecek. Eylül'deki 'Çin Modern Sanatlar Sergisi' ile 'Dunhuang Duvar Resimleri Sergisi'ne daha çok var ama İstanbul Modern Sinema'daki 'Ejderha Yılı' kutlamaları kapsamında Çin sinemasından 7 ayrı örnek mevcut. Film gösterimleri için yarın son gün. Programda Mai Jia'nın kitabından uyarlanan Kuo-Fu Chen'in casus filmi 'Mesajlar' (2009), yönetmen Teddy Chan'in Çin'in ilk başbakanını Hong Kong ziyareti sırasında korumak için girişilen operasyonu anlatan 'Fedailer ve Suikastçiler' (2009), Li Ke'nin popüler romanından Jinglei Xu yönetiminde sinemaya aktarılan romantik komedi 'Du Lala'nın Terfisi' (2010) ve bencil bir okul öğrencisi olan Long'un hayatının, zaman tünelinden geçerek 3.500 yıl öncesindeki Jinsha Krallığı'na yaptığı yolculukla nasıl değiştiğini anlatan, Daming Chen'in sevilen animasyonu 'Jinsha Rüyası' (2010) var.

***

Film festivalinde özel bölüm

İstanbul Film Festivali programında 'Çin Kültürü Yılı'na özel bir bölüm var. Dövüş sanatçılarının maceralarına odaklanan bölümün adı: 'Bir Çin Sinema Geleneği: WuXia'. İzleyiciyle buluşacak 8 ayrı film arasında; Wong Kar-Wai'nin filmografisinde yer alan tek dövüş sanatı filmi 'Zamanın Külleri' dikkat çekiyor. 1994 yapımı film, eleştirmenlerce "fırça darbeleriyle yapılan bir tablo" olarak niteleniyor. Bir diğer yapım Ang Lee'nin 2001 yılında Altın Küre'de En İyi Yönetmen, Oscar'larda En İyi Görüntü, En İyi Müzik, Yabancı Dilde En İyi Film, En İyi Sanat Tasarımı ödüllerini alan 'Kaplan ve Ejderha'. Bölüm kapsamında Zhang Yimou'nun iki filmi birden gösterilecek: 2004 yapımı 'Parlayan Hançerler' ve 2002 yapımı 'Kahraman'.

***

Tiyatro festivalini Çinli topluluk açacak

18. İstanbul Tiyatro Festivali, ön açılışını Çinli bir toplulukla yapıyor: Şanghay Şarkı ve Dans Topluluğu, 5 ve 6 Mayıs akşamları Fulya Sanat Merkezi'nde olacak. Pekin Operası ise 7-8 Mayıs akşamları Fulya Sanat Merkezi'nde sahneye çıkacak. 10 Mayıs Perşembe günü saat 18.00'de İstiklal Caddesi Tünel Meydanı'ndan başlayarak Galatasaray'a uzanacak Pekin Ejderha ve Aslan Sokak Tiyatrosu Gösterisi gerçekleşecek. Uçan ejderhalar ve aslanlarla yapılacak yürüyüşü, ilerleyen günlerde, Uçurtma Atölyesi izleyecek. Pekin'den gelecek üç ustanın yürüteceği Atölye başvuruları 15 Nisan'dan itibaren tiyatro.iksv.org adresinde yayımlanacak formlarla alınacak.

Jülide Karahan

Zaman kültür / 28 Mart 2012

25 Mart 2012 Pazar

SANAT/HAYAT: Tek bir sanat eseri aldınız, bittiniz!

Bir yerde; galeri ya da müzayede; bir sanat eseri gördünüz, içiniz ısındı, almak istediniz ve sonunda aldınız diyelim. İşte tam o andan itibaren dikkatli olmalısınız. Çünkü bir kapı diğerini, bir merak ötekini, bir beğeni berikini açıyor ve bundan sonraki hayatınızı bir koleksiyoner olarak sürdürebiliyorsunuz.

Koleksiyonerliğe tesadüfen başlayan ama şimdi 1.000'e yakın eserin sahibi olan Öner Kocabeyoğlu şöyle anlatıyor durumu: "29 yaşındaydım, tek bir resim aldım ve bütün hayatım değişti. Bir müzayedeye gitmiştim; kendi beğenimle, severek bir tablo aldım: Selim Turan'ın bir guaj eseri. Ufak, kırmızı bir şey. O gün müzayededeki tüm eserler içinde beni çeken tek resim... Sonra nasıl olduğunu anlamadan devamı geldi. Önce Selim Turan'ı araştırdım; kimdi, nerede çalışmıştı, neler yapmıştı... Onun Paris Ekolü'nden bir sanatçı olduğunu öğrendiğimde o ekolden diğer sanatçıları araştırmaya başladım. Başta koleksiyon yapmak gibi bir fikrim hiç yoktu ama aldıkça ve araştırdıkça ilgim arttı; zaman ayırmaya, takip etmeye başladım. İnsanlarla görüşüyor, müzayedeleri ve özel satışları takip ediyor, hatta işlerimi ayarlayıp yurtdışına gidiyordum. Şimdi elimde 1.000'e yakın eser var."

Elinde 1.000'e yakın eser olan bir başka koleksiyoner Can Elgiz ise, "Bazen üzerinize ceket almaz, resim alırsınız... Çok beğendiğiniz bir eseri mali durumunuz müsait olmasa bile almaya çalışırsınız. Taksitle, krediyle... Sonunda alırsınız. Almadıklarınızın pişmanlığı da yıllarca geçmez. Örneğin 2001-2005 yılları arasında Kutluğ Ataman'dan hiçbir eser almadığıma hâlâ pişmanım. O zaman imkânımız da vardı ama... Almadık işte."

İşin başındakiler için evrensel bilgiler

Artık... Bilhassa yolun başında olanlar için pek çok danışmanlık şirketi ve banka var. Yapı Kredi de onlardan biri. Banka, hesabında 500 bin doların üzerinde para olan tüm müşterilerine özel danışmanlık hizmeti veriyor. Bu hizmet kapsamındaki etkinliklerden biri geçtiğimiz perşembe akşamı Sait Halim Paşa Yalısı'nda gerçekleşen 'Koleksiyonerlik Sanatı' isimli konferanstı. Paramız yoktu ama yine de gittik ve üç ayrı konuşmacıyı dinledik: Mücevher Piyasası ve Koleksiyon Danışmanı Bruno Muheim, UniCredit Art Banking Sorumlu Direktörü Domenico Filipponi ve sanat danışmanlığı da yapan koleksiyoner Nilgün Şensoy.

Özellikle Domenico Filipponi'nin anlattıkları işin başındakiler için de, ortasındakiler için de -sonu yok zira- pek kıymetliydi. "Bir eser alırken..." diye söze başladı ve devam etti Filipponi: "İlk bakmanız gereken şey eserin kalitesi. Sonra yerel değil, uluslararası değerde oluşu. Bu, özellikle satış yapmak istediğinizde çok işinize yarayacak. Sonra eserin konusu... Örneğin eski Venedik manzaraları her zaman iş yapar. Eserin muhafaza şekli, yani restorasyonunun nasıl yapıldığı, ne kadar az dokunulmuş olduğu bir diğer konu. Doğru zamanda alıp doğru zamanda satmanın yanı sıra doğru yerde alıp doğru yerde satmak da önemli. Çünkü bir sanatçının piyasası bugün yüksektir, yarın düşer; yine aynı şekilde bir ülkede yüksektir, diğer ülkede düşük... Ülkelerarasındaki yasal ve mali süreç farklılıklarına da muhakkak dikkat etmelisiniz ki... O aşamalarda çok kaybınız olmasın. Sonra eserin yapılış yılı, manevi değeri ve hikâyesi gelir... Ve tabii ki fiyatı. Bir eseri çok yüksek fiyata alırsanız; koleksiyoner olarak manevi tatmine ulaşırsınız ama sonrasında zararınız çok büyük olur."


Jülide Karahan

Zaman pazar / 25 Mart 2012

Onlardan öğrenecek çok şey var

Büyük nineden anneanneye, anneanneden anneye ve ondan kıza geçen sözlü tarih zinciri bir yerde, çıt diye -teknoloji sebebiyle mi, üniversiteyi başka şehirlerde okumak nedeniyle mi- koptuğu için nice bilginin akışı da kesiliyor. Uzmanlara göre çare; bireysel düzeyde nine, anneanne ve annelerimizle daha çok vakit geçirmek, toplumsal düzeyde ise sözlü tarih kayıtlarına daha bir özenle eğilmek...

Aramızdan ayrıldı. Çok yaşlıydı, 'efendim'siz konuşulmayan zamanlardan... İngilizce öğretmeni Sıdıka Hanım; üzerine toprak attık, onu Ulus Mezarlığı'na bıraktık. Dünyanın nice bilgisiyle birlikte... Ne kadarını aktarabildi bize? Aslında, normalde... Tüm bildiklerini önce kızına, sonra da küçük hanım kızına geçirmiş olmalıydı. Geçirebildi mi?

Çabaladı. Ama galiba pek izin vermedik biz ona. Bahanenin biri bin para! Okul dedik, iş dedik, kariyer dedik, ahir zaman zamansızlığı dedik, 'aman anneanne' dedik... Çoğu kez iki çift lafı esirgedik. Anlatacaklarını boğazına bir bir dizdik. O yüzden -en basitinden- buzdolabının içini vanilyalı ılık suyla silmeyi bilmiyoruz biz. Ya da hatmi çiçeğinin tek bir tanesinin boğazımızı yumuşatacağını, sütümüz kesilirse saçlarımızı göğsümüzde taramayı, ev ahalisine kapıyı gülümseyerek açmanın önemini, uzun ince yastığın tılsımını... En önemlisi; hayatın anlamını, birliğin sabrını, varlığın sırrını...

Belki biraz da bu sebeple hayata her seferinde yeni baştan başlıyor ve 'bu işte bir yanlışlık var ama hadi hayırlısı' diyoruz. O yanlışlık, Dr. Phil. R. Meltem Kavcar Sırmalı'ya göre yaşlıları, bilgiyi ve tecrübeyi kıymetsizleştirmek. Ne zaman ki yüzümüzü gençliğe, hıza ve teknolojiye döndük; kadim bilgiyi hor gördük... İşte o ân adı konamayan huzursuzluğa da düştük. Ne vakit duvara toslayacağız, o vakit anlayacağız. Ama o vakit geldiğinde yaşlılarımız bir bir toprak olacak. Çözüm; bireysel düzeyde anneanne ve annelerimizle daha çok vakit geçirmek, toplumsal düzeyde ise sözlü tarih kayıtlarına daha bir özenle eğilmek... Çünkü Rehber ve Psikolojik Danışman Duygu Özdemir'in dikkat çektiği üzere; bizimki sözlü tarih kültürü. Dilden dile; tavsiyeyle, öğütle, hikâyeyle, türküyle.

***

Sözlü tarih kültürü çalışmaları yapılmalı

Gözde Alel (torun): Ben de çok sıkılıyorum anneannemle sohbet etmekten. Ama bakın şöyle düşününce; iki sene önce 2010 İstanbul Kültür Başkenti etkinlikleri çerçevesinde bir sözlü tarih çalışmasına katılmıştım; gönüllü olarak. İnanılmazdı. Bir de mesela 'Ömür Dediğin...' diye bir program var TRT'de. Bir iki defa denk geldim. Bambaşka bir algı... Bunlar önemli. Arşivlenmeli. Sözlü tarih kültürü üzerine daha çok ve daha ciddi çalışmalar yapılmalı. Çünkü giden gidiyor. Mesela anneannem gittiğinde, Allah korusun, bildikleri de onunla gidecek. Bizden birkaç kuşak sonrası o bilgilere belki çok şaşıracak.

Ne zaman duvara toslayacağız, o vakit anlayacağız!

R. Meltem Kavcar Sırmalı (Psikolog): Büyük aile yaşamları bitti. Ailelerimizle randevulu görüşmeler yapıyoruz. Zaman dar, sohbetler derinleşmiyor. Bir de geleneksellikle modernlik arasındaki dengeyi oturtamadık. Büyüklerimizi bilge değil, cahil görür olduk, kıymetsizleştirdik. Batıya dönmekle de ilgili bu. Çünkü Batı gençliği önemsiyor, Doğu bilgeliği ve tecrübeyi. Yaşamın içinde koşuştururken kaybettiklerimizin farkında değiliz. Ne zaman duvara toslayacağız, o vakit anlayacağız. Ama o arada bir sürü bilgi de kaybolup gidecek. Çünkü bizimki yazılı değil, sözlü tarih kültürü.

Babaanne başörtüsünün özellikleri

Duygu Özdemir (Rehber ve psikolojik danışman): Hemşirelikte okuyan bir öğrencim Facebook'ta paylaşmış; 'Babaanne başörtüsünün farmakolojik özellikleri' diye... Çok hoşuma gitti. Hor gördüğümüz pek çok şeyin bir faydası var. Benim anneannem çok bilge bir kadındı. Başım sıkıştığında önce annemi, sonra anneannemi arardım. Ama şimdi, gençlerde öyle değil. Sorunun en büyük nedeni, teknolojinin hızla gelişmesi sebebiyle büyük yaşam farklılıkları oluşması. Farkında değiller de... Bilgisayardan, doktordan öğrenemeyecekleri o kadar çok bilgi var ki... Çünkü bizimki sözlü tarih kültürü. Dilden dile, tavsiyeyle, öğütle, zenginleşerek aktarılıyor. Bu aktarım kesilirse çok yazık olur. Bu sebeple sözlü tarih kültürü araştırmalarına ciddi önem verilmeli.

Çok dertsiz büyüdüler nasıl kıymet bilecekler?

Gülizar Vural (anneanne): Valla benim kız da okudu, etti, işini eline aldı ama ben onu hiç yalnız bırakmadım. Sıkılırdı tabii; arardım, sorardım, yanına giderdim. Ama şimdi çok memnun... Hem çalışıyor, hem evinin işinden hem kocasının derdinden anlıyor. Bak torun öyle mi? Bir şey bildiği yok. Onun için hayat zor. Zaten zor da... Onun için daha zor. Çocuğun karnı ağrıyor, doktora koşuyor. Olur mu hemen öyle her seferinde doktor... Kız iyi de, torunda iş yok. Onun da suçlusu annesi; yok sıkmayayım, yok etmeyeyim, yok arkadaş gibi davranayım... Başına buyruk bıraktı. Şimdi ufak bir şeyde hemen bunalım, hemen doktor. Çok dertsiz büyüdü gençler, her şey hemen önlerine kondu. Ondan... Nasıl kıymet bilecekler?


Jülide Karahan

Zaman Pazar 25 Mart 2012

21 Mart 2012 Çarşamba

Tiyatro festivalinin özgürlük çağrısı

10 Mayıs-5 Haziran tarihleri arasında gerçekleşecek 18. İstanbul Tiyatro Festivali'nin basın toplantısı dün akşam İKSV Salon'da yapıldı. Programı açıklayan Festival Direktörü Dikmen Gürün, festivalin 'Özgürlükler-Sorgulamalar' teması altında insan haklarından göçe, savaştan şiddete insan hayatını sarmalayan durumlar, konular ve gerçekleri irdeleyeceğini söyledi.

18. İstanbul Tiyatro Festivali'nin 'Özgürlükler-Sorgulamalar' teması altında izleyiciye sunacağı en özel proje, Kutluğ Ataman'ın ürettiği 'Sılsel: Türkiye'ye yazılmış mektuplar'. 12 Mayıs-5 Haziran tarihleri arasında Galata Özel Rum İlköğretim Okulu'nda gerçekleşecek proje, 7'den 70'e herkesi hayalindeki gökyüzünü oluşturmaya davet ediyor. Sılsel, Aramice 'kanat çırpması' anlamına geliyor ve aynı zamanda Mardin'deki eski Süryani evlerinin tavanlarına yapılmış gökyüzü tasvirlerinin adı. Rivayete göre sokağa çıkmaya korkan Süryaniler, gökyüzü özlemlerini bir nebze olsun giderebilmek için evlerinin tavanlarına motifler çizip içlerini turkuvaz renkte boyarlarmış. Ataman'a, Mardin ziyareti sırasında, Süryani mahallesinde yaşayan Nasıra Hanım'ın anlattığı bu hikâye, projenin çıkış noktası olmuş.

Ortak bir gökyüzü altında korkusuzca ve özgürce yaşama özlemini bir performansa dönüştürmek isteyen Ataman, 12 Mayıs'ta gökyüzüne ilk parçayı ekleyecek. O tarihten itibaren performansa katılmak isteyen herkes, eni 45 santimetre olmak şartıyla istediği uzunluk ve renkteki örgü ya da dokunmuş bir kumaş parçasının üzerine istediği dilde resim, yazı ya da işleme yaparak dilek, mesaj ve eleştirisini dile getirecek. 5 Haziran'a kadar birbirine eklenecek parçalar, festival bitiminde bir sivil tarih dokümanı olarak saklanacak. 'Sılsel: Türkiye'ye yazılmış mektuplar' projesi ise daha birçok ortak gökyüzü inşa etmek üzere dünyanın çeşitli ülkelerini dolaşmaya devam edecek.

İstanbul Tiyatro Festivali; 'Türkiye'de Çin Kültürü Yılı' etkinlikleri kapsamındaki Şanghay Şarkı ve Dans Topluluğu ve Pekin Operası gösterileriyle başlayacak. 5 Mayıs'tan itibaren Fulya Sanat Merkezi'nde sahnelenecek gösterileri Pekin Ejderha ve Aslan Sokak Tiyatrosu'nun İstiklal Caddesi etkinlikleri izleyecek. 9 Mayıs akşamındaki açılış töreninde ise 'Elin Elimde' adlı yapımla aynı sahnede yan yana gelecek iki sanatçıya, Başar Sabuncu ve Cüneyt Türel'e İstanbul Tiyatro Festivali Onur Ödülü verilecek. Onur ödülü alacak bir diğer isim de festivale 'Hamlet' yorumuyla dahil olan Schaubühne Berlin'in Sanat Yönetmeni Thomas Ostermeier.

Festival kapsamında yurtdışından 5, Türkiye'den 40'a yakın tiyatro ve dans topluluğunun 100'ü aşkın gösterisi seyirciyle buluşacak. Ama aslında İKSV Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Eczacıbaşı'na göre bu sayı çok daha yüksek olmalı: "Bu yıl yine festivale katılmak isteyen bazı geniş çaplı yapımları mekân sorunu sebebiyle İstanbul'da izleyiciyle buluşturamamanın üzüntüsünü yaşıyor ve İstanbul Tiyatro Festivali'nde AKM gibi büyük kapasiteli merkezleri kullanabileceğimiz günleri sabırsızlıkla bekliyoruz."

****

Festival mekânları

18. İstanbul Tiyatro Festivali'ni ağırlayacak 22 farklı mekân arasında Ali Paşa Han, Sahne Beşiktaş, Caddebostan Kültür Merkezi, Galata Rum İlköğretim Okulu, Garajistanbul, Haldun Taner Sahnesi, Hamursuz Fırını, Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi, Hasköy İplik Fabrikası, İkinci Kat, Kenter Tiyatrosu, Kumbaracı50, Küçük Sahne, Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı, Mekan Artı, Oyun Atölyesi, Salt Galata, Üsküdar Stüdyo Sahnesi, Üsküdar Tekel Sahnesi, Salon, Tiyatro Hal ve Tiyatro Pera bulunuyor. Koç Holding Enerji Grubu Şirketleri Aygaz, Opet ve Tüpraş'ın sponsorluğunda düzenlenen 18. İstanbul Tiyatro Festivali'nin biletleri 7 Nisan'da satışa çıkıyor.

Jülide Karahan

Zaman Kültür/ 21 Mart 2012

20 Mart 2012 Salı

Kültürde en büyük kaynak yeraltına gidiyor

Kültür ve Turizm Bakanlığı, 2002-2011 Türkiye'de Kültür ve Turizm Verileri'ni açıkladı.Buna göre en büyük gelişme arkeolojik kazılar konusunda yaşandı. 2002'de arkeolojik kazı ve araştırmalara yaklaşık 1,9 milyon TL ödenek aktarılmışken 2011'de bu rakam 25 kat artarak 48,1 milyon TL'ye ulaştı. Aynı şekilde 2002'de 57 yerli arkeolojik kazı yapılırken 2011'de bu sayı 123'e çıktı. Şu anda yabancı arkeoloji enstitüleri tarafından yürütülen 43 kazı var. Bu durum müze ve ören yerlerine de ilgiyi artırdı. 2002 yılında müze ve ören yerlerini ziyaret edenlerin sayısı 7.422.208 iken 2011'de bu sayı 28.462.893 oldu. Aynı şekilde 2002 yılında 93 olan özel müze sayısı 2011'de 157'ye ulaştı. 2002'de müze ve ören yerlerinden elde edilen gelir 26 milyon TL iken 2011'de bu rakam neredeyse 10 kat artarak 254 milyon TL oldu. Aynı verilere göre; 2002'de Türkiye'de bakanlık eliyle yapılmış 42 kültür merkezi varken 2003'ten bu yana hizmete girenlerle birlikte bu sayı 2011'de 84'e ulaştı. 2012 sonuna kadar 19 yeni merkezin daha açılması bekleniyor.

SİNEMA İZLEYİCİSİ VE TİYATRO MEKÂNI ARTTI

2002'de de 9 yerli film vizyona girerken bu sayı 2011'de 70'e yükseldi. Yerli film izleyicisinde de bir sıçrama yaşandı. Sayı, 2 milyonken 21,2 milyon oldu. Toplu yükselişler tiyatroda da sürdü. 2003'ten bu yana 35 yeni sahneye kavuşan Devlet Tiyatrosu'nda şu anda 58 sahne var. Ordu, Kayseri ve Manisa'da açılacak sahnelerle bu sayı 2012 sonunda 60'a çıkacak. Özel tiyatrolara verilen destek de 2002'de 850 binken 2011'de 3,5 milyon TL oldu. Desteklenen özel tiyatro sayısı 59'dan 162'ye çıkarken bunların 61'inin Ankara ve İstanbul dışında olduğu tespit edildi. Opera ve balede ise durum şöyle: 2002'de 584 olan opera ve bale temsil sayısı 2011'de 862 oldu. Seyirci sayısı ise 232.760'tan 379.048'e yükseldi. Yurtiçi turne sayısı 98'den 478'e çıkarken yurtdışı turne sayısı 11'den 39'a çıktı.


Jülide Karahan

Zaman kültür 20 Mart 2012

19 Mart 2012 Pazartesi

ARŞİV: Aniden geçmişi bulmak! Bir bellekte..

Eski bir bellek buldum. İçinden, eskiden yazdığım yazıların mekânı, zamanı, başlığı çıktı. Zaman, TRT, Radikal, Photo Digital, Milliyet Sanat, Genç Sanat, Da... Bir sürü, bir sürü.. Bu, aniden geçmişi bulmak gibi!



İlk göz ağrım Zaman Gazetesi Kültür-Sanat Sayfası



1. Bahar çiçekte değil, yüreğinizde... 29 Nisan 2005


2. Anadolu’nun ruhu taşlarda konuşuyor 5 Mayıs 2005
3. Galata Mevlevihânesi’nden ıssız kumsallara... 10 Mayıs 2005 (Sayfa manşeti)
4. Çağlayan Venedik Bienali yolcusu 10 Mayıs 2005
5. Adı Yok büyüdü, Karpe Diem oldu 11 Mayıs 2005
6. Sanatçı dostları Kavur’u el ele uğurladı 15 Mayıs 2005
7. Fotoğrafın diliyle 20 yılın tarihi 16 Mayıs 2005
8. Ebristanbul evine döndü 19 Mayıs 2005 (Sayfa manşeti)
9. Fotoğraf karelerine sıkışan yaşam 25 Mayıs 2005

10. Geleneksel sanatlara AB desteği 4 Haziran 2005 (Sayfa manşeti)
11. Jahide Wehbe: ‘Doğu’da yalnız savaş değil, sanat da var’ 13 Haziran 2005 (Sayfa manşeti)
12. UNESCO Plastik Sanatlar Zirvesi, İstanbul’da 15 Haziran 2005
13. Oyunu tamamlansın, Ulusoy sahnede yaşasın 16 Haziran 2005
14. Kostüm ve Moda Tarihi iki kapak arasında 20 Haziran 2005
15. Ardında binlerce göz bıraktı 21 Haziran 2005

16. Mimarlık birikimimiz görücüye çıktı 2 Temmuz 2005 (Sayfa manşeti)
17. Eli fare tutan gençler sanat ödüllerini aldı 2 Temmuz 2005
18. Cengiz Bektaş: ‘İstanbul büyük bir depremi daha kaldıramaz’ 5 Temmuz 2005
19. İstanbul’un simgesi Sultanahmet’tir 6 Temmuz 2005 (Birinci sayfa göbek)
20. Ayasofya kapılarını ‘Çiniiçin’ açtı 7 Temmuz 2005
21. Avrupa’ya 24 saatte İstanbul’u anlatacak 9 Temmuz 2005 (Sayfa manşeti)
22. Bu şehri Mimar Sinan’ın torunları inşaa etmiş olamaz 9 Temmuz 2005 (Birinci sayfa göbek)
23. Bir zamanlar da Türkler modaymış 13 Temmuz 2005 (Sayfa manşeti)
24. Maskeli yüzler, biraz kızgın biraz sinsi... 21 Temmuz 2005
25. Yeni ‘Başucu Şarkıları’nı söyleyecekler 22 Temmuz 2005
26. Çocukların düşleri şehrin parklarına çıktı 23 Temmuz 2005
27. Deep Purple İstanbul’dan esti geçti 24 Temmuz 20005 (Sayfa manşeti)
28. Galerilere bu yıl tatil yok 27 Temmuz 2005 (Sayfa manşeti)
29. Pink Martini de Kâtibim’i söyledi 30 Temmuz 2005
30. Muhalif festival Barışarock, bu yıl erkenci 31 Temmuz 2005

31. Sahibi olmayan mimarlığa Kültür ve Turizm Bakanlığı talip 4 Ağustos 2005 (Birinci sayfa haberi)
32. Listelerle diyet yapılmaz 6 Ağustos 2005 (Kadın-Aile, Sayfa manşeti)
33. Dünyaya derdimizi sanatla anlatıyoruz 8 Ağustos 2005 ( Sayfa manşeti)
34. Notalar Zukerman’ın kemanından yükseldi 8 Ağustos 2005
35. Artık bir sahnemiz bile yok 13 Ağustos 2005 (Sayfa manşeti)
36. Buraya şarkı söylemeye geldik 22 Ağustos 2005
37. Coşkuyla hüzün arasında ‘Hey Gidi Karadeniz’! 23 Ağustos 2005
38. Unutulmuş mekânların bienali 29 Ağustos 2005 (Sayfa manşeti)

39. Bienal’den sonra tarih yeniden yazılabilir 5 Eylül 2005 (Sayfa manşeti)
40. Memleketimden kahvehane manzaraları 5 Eylül 2005
41. Fotoğrafların tanıklığıyla 50 yıl önce bugün 6 Eylül 2005
42. İstanbul bir çekim merkezi, dünyanın gözü burada olacak 8 Eylül 2005 (Sayfa Manşeti)
43. Bir ayakkabı atölyesinden İstanbul seyri 12 Eylül 2005 (Sayfa manşeti)
44. Şehir tiyatrosunda ‘dengeli’ repertuar 15 Eylül 2005 (Sayfa manşeti)
45. İstanbul şimdi de sanatın başkenti 16 Eylül 2005 (Sayfa manşeti)
46. Bienal coşkusu İstanbul’u kilitledi 17 Eylül 2005
47. İstanbul Modern’de ‘çekici’ bir sergi 18 Eylül 2005
48. Ben bir küçük zeytin ağacıyım 19 Eylül 2005 (Sayfa manşeti)
49. Biraz sanat, biraz ticaret: Hemingway parfümü 23 Eylül 2005
50. Sürgünde var olan bir yalnızlık seçkisi 25 Eylül 2005
51. Sezuan’ın iyi insanı sahnede, Lemi Bilgin kuliste yıldızdı 28 Eylül 2005
52. Sabancı, Avrupa yakasının kültür merkezi olacak 28 Eylül 2005
53. Müziği görün, mekânı dinleyin! 30 Eylül 2005 (Sayfa manşeti)

54. National Geographic hacca gönderdi 1 Ekim 2005 (Birinci sayfa haberi)
55. İstanbul’un atları 800 yıl sonra geri döndü 5 Ekim 2005 (Sayfa manşeti)
56. Savaşın kadınlara kötü oyunu 7 Ekim 2005 (Sayfa manşeti)
57. Kitap oburları için iftar vakti 9 Ekim 2005
58. Romanlarım şekerli tarih kitapları gibi 10 Ekim 2005 (Sayfa manşeti)
59. Hayatı gibi cenaze töreni de sıra dışıydı 14 Ekim 2005
60. Sanatçılardan müzayede evlerine sorumluluk çağrısı 26 Ekim 2005
61. Atların yelesi uzaktan göründü 27 Ekim 2005 (Sayfa manşeti)
62. Fethin güzergâhı heykel sokağı oluyor 31 Ekim 2005 (Sayfa manşeti)

63. En romantik bayram şekeri Phil Collins’ten 5 Kasım 2005
64. Şimdi de sahnelerin ‘Al Yazmalı’sı 8 Kasım 2005 (Birinci sayfadan anonslu)
65. Atatürk, bilinmeyen pek çok fotoğrafıyla Dolmabahçe’de 10 Kasım 2005 (Birinci sayfadan anonslu)
66. Moskova Kuğuları İstanbul’daydı 10 Kasım 2005
67. Burhan Doğançay’ın desenleri halılara işlendi 12 Kasım 2005
68. ‘Ortadoğu’da sanat eleştirisi’ sempozyumu başladı 13 Kasım 2005
69. Ölmekse, en güzel İstanbul’da ölünür! 16 Kasım 2005 (Sayfa Manşeti)
70. Kırmızı halılı kitap fuarı 18 Kasım 2005
71. Öztuzcu, tereciye tere sattı 19 Kasım 2005
72. Cemal Tollu’dan geriye kalanlar… 21 Kasım 2005 (Sayfa Manşeti)
73. Atlı Köşk’te Picasso heyecanı 23 Kasım 2005 (Birinci sayfadan anonslu)
74. ‘Picasso, dünyaya bakışımı değiştirdi’ 24 Kasım 2005 (Birinci sayfadan anonslu)
75. Leonardo de Mango saraya yakıştı 26 Kasım 2005 (Sayfa Manşeti)
76. Küçük kemancıların CAKA’sına diyecek yok 1 Aralık 2005 (Birinci sayfa göbek)
77. Yüzyılın en güzel ‘yüz’leri 3 Aralık 2005
78. Dede Efendi, evinde anılıyor 4 Aralık 2005
79. Sabit Kalfagil sergi açmama prensibini bozdu 5 Aralık 2005
80. Çağdaş sanatın yıllık buluşması 7 Aralık 2005 (Sayfa manşeti)
81. Asırlar sonra Sadberk Hanım’da buluştular 8 Aralık 2005 (Sayfa manşeti)
82. Bizi yalnız mizah ayakta tutar 10 Aralık 2005
83. Fotoğrafa yeni bir ‘İz’ düştü 12 Aralık 2005 (Sayfa manşeti)
84. Dinleyin, Bahmann konuşuyor 14 Aralık 2005 (Sayfa manşeti)
85. Bitkileri konuşturan fotoğraflar 17 Aralık 2005 (Sayfa manşeti)
86. Hafızanın somut halleri 21 Aralık 2005
87. Tanpınar’ın ‘Saatler’i Fransızca’ya ayarlı 24 Aralık 2005 (Sayfa manşeti)
88. Ada sahillerine bekleniyorsunuz 24 Aralık 2005
89. Eskiden küçüktüm, tiyatroyla büyüdüm 26 Aralık 2005 (Sayfa manşeti)
90. Woody Allen aslında çalamaz, onu dinlemeye değil, görmeye gelirler 31 Aralık 2005

91. Kuleler, insanlığın içine düştüğü gurur ve yanılgıların eseri 2 Ocak 2006 (Sayfa manşeti)
92. İçerisi de dışarısı da çok kalabalık, 15 Ocak 2006 (Sayfa manşeti)
93. Fotoğraflara yansıyan hep dram, 21 Ocak 2006 (Sayfa manşeti)
94. Bir aileye iki şair yeter, 21 Ocak 2006
95. Hüseyin Çağlayan, Venedik Bienali’ne gidemeyenler için İstanbul’da, 23 Ocak 2006
96. İçinden deniz geçen şehrin vapurları, 23 Ocak 2006
97. Fotoğraflarından önce yazıları geldi 26 Ocak 2006 (Sayfa manşeti)
98. Sana yüz yıl önceden baktım Aziz İstanbul, 28 Ocak 2006
99. Louvre Müzesi müdürü, çalınan çinilerin yerini görmek istemedi, 29 Ocak 2006 (Sayfa manşeti)

100. Bağdat Hatun iktidarın dikenli yollarında, 4 Şubat 2006 (Sayfa manşeti)
101. Küçük sultanların yaşantısı kitap oldu, 4 Şubat 2006
102. Kadının modernleştiğinin resmidir, 6 Şubat 2006 (Sayfa manşeti)
103. Türk heykel sanatı toplu gösterimde, 8 Şubat 2006
104. Sayın Bay, lütfen Türkiye’yi terk edin, yoksa! 11 Şubat 2006 (Sayfa manşeti)
105. Şehir Tiyatroları’nda İsveç krizi, 13 Şubat 2006
106. Sınır tanımayan tiyatrocular, 14 Şubat 2006 (Sayfa manşeti)
107. ‘Maşlahlı kadınlar’ müzayedede, 15 Şubat 2006
108. İsveç tiyatro ekibi beklemede, 15 Şubat 2006
109. ‘Ben hâlâ şairim, gizli şuaradan’ 16 Şubat 2006 (Sayfa manşeti)
110. Şehir Tiyatrosu’nda işler karışık, 17 Şubat 2006
111. Minik Kur’an-ı Kerim’i Sabancı Müzesi aldı, 20 Şubat 2006
112. Tam teşekküllü Aslan Asker Şvayk, aramızda, 20 Şubat 2006
113. Minik ressamlar, ‘sanat kampı’ için yarışıyor, 23 Şubat 2006
114. Sanat dergilerinin altın çağı, 28 Şubat 2006 (Sayfa manşeti)

115. Zühtü Müridoğlu’ndan kalanlar, 1 Mart 2006 (Sayfa manşeti)
116. Işığın ve gölgenin ustası 400 yaşında, 2 Mart 2006 (Sayfa manşeti)
117. Sibel Tüzün, Eurovision’da ‘Süper Star’ şarkısıyla yarışacak, 5 Mart 2006 (tv)
118. Sıtkı Usta baharı hoş getirdi, 8 Mart 2006 (Sayfa manşeti)
119. Ahşapla ateş geçinebilirmiş meğer, 11 Mart 2006
120. Cemil Meriç 90 yaşında, 12 Mart 2006 (Sayfa manşeti)
121. İstanbul’dan dünya müziği tınıları yükseliyor, 12 Mart 2006
122. Dormen’in emektarları, 50 yıl sonra bir arada, 13 Mart 2006
123. 50 yılın sevinci ve hüznü sahneye sığmadı, 15 Mart 2006
124. ‘Adımın Bresson’la birlikte anılacağına inanamıyorum’ 16 Mart 2006 (Sayfa manşeti)
125. Mikado oyunu mu zor, hayat mı? 20 Mart 2006 (Sayfa manşeti)
126. ‘Fransız Baharı’na Fransız kalmayın’ 20 Mart 2006
127. "Bize de derler 51'li" 23 Mart 2006 (Sayfa manşeti)
128. ‘Öteki’ Otello sahneye çıkıyor, 25 Mart 2006 (Sayfa manşeti)
129. Tiyatrolar ‘bayram’ ediyor, 27 Mart 2006
130. Picasso’yu gezemeyenler belgeselle teselli bulacak, 27 Mart 2006
131. Tiyatro Günü’nde yeni sahne sevinci, 28 Mart 2006
132. Başkasının acısına bakmaya cesaret edebilecek misiniz?, 29 Mart 2006
133. Picasso gitti, trafik açıldı, esnaf üzüldü, 30 Mart 2006 (Sayfa manşeti)

134. Bitmek bilmeyen savaşlar ‘afişe’ oldu, 3 Nisan 2006
135. Tiyatro festivaline ‘olimpiyat kardeş’ geldi, 6 Nisan 2006 (Sayfa manşeti)
136. 2005’in yazar, fikir adamı ve sanatçıları ödüllerini aldı, 9 Nisan 2006
137. Akdeniz kentlerinin tarihi yeniden yazılıyor, 10 Nisan 2006
138. ‘Belasını arayan şair, dergi çıkarsın’, 10 Nisan 2006
139. Afife’nin favorisi ‘Şehir’den, 12 Nisan 2006
140. Balkanlı sanatçılarla 2010 provası, 17 Nisan 2006 (Sayfa manşeti)
141. 50 yıl önce Türkiye’de müze açamadı, şimdi koleksiyonu geldi, 18 Nisan 2006 (Sayfa manşeti)
142. Ömer Uluç’un hortumları ayaklandı, 22 Nisan 2006 (Sayfa manşeti)
143. Sadri Alışık ödüllerinde sürpriz yok, 22 Nisan 2006
144. Bestelenen şiirler, şairleri böldü, 24 Nisan 2006 (Sayfa manşeti)
145. Afife Tiyatro Ödülleri’ne ‘özel’ damgası, 26 Nisan 2006 (sayfa manşeti)
146. Çiçek’in türküleri sustu, 27 Nisan 2006 (Sayfa manşeti)
147. 50 yılın gülümsetenleri, 27 Nisan 2006
148. Zingaro’nun atları geldi, 29 Nisan 2006 (Sayfa manşeti)

149. Tiyatrocu, dergisine sahip çıkmıyor, 1 Mayıs 2006 (Sayfa manşeti)
150. Sanat artık felsefenin peşinde, 1 Mayıs 2006
151. Türk Edebiyatı dergisi, sandıkları açtı, 4 Mayıs 2006
152. Zingaro’nun çadırında hızlı hayat, 7 Mayıs, 2006
153. 40 yıl geciken konser, 8 Mayıs, 2006 (Sayfa manşeti)
154. Sait Faik’e 100. yaş hediyeleri, 8 Mayıs 2006
155. Ben genç bir öykücüyüm, 10 Mayıs 2006 (Sayfa manşeti)
156. Tiyatro festivali başlıyor ilk oyun Persler, 11 Mayıs 2006 (Sayfa manşeti)
157. Doğa öldü başımız sağ olsun!, 11 Mayıs 2006
158. Tiyatro festivali ‘dost’ça başladı, 13 Mayıs 2006
159. Refik Algan, Sait Faik Ödülü’nü aldı, 13 Mayıs 2006
160. Krizde olan sanat değil, toplum’, 15 Mayıs 2006 (sayfa Manşeti)
161. Saz eserleri ‘saray konserleri’nde hayat bulacak, 15 Mayıs, 2006
162. Ana-oğul yıllar sonra bir arada, 17 Mayıs 2006 (Sayfa manşeti)
163. Sadece gerçeğin peşindeyim’, 20 Mayıs 2006
164. Monica Molina Türkçe söyleyecek, 21 Mayıs 2006 (Sayfa manşeti)
165. Çatalhöyüklüler, evi barkı toplayıp geldi, 24 Mayıs 2006
166. İstanbul sahnesinden Karagöz geçti, 28 Mayıs 2006
167. Godot’ya tasavvufi yorum, 29 Mayıs 2006 (Sayfa Manşeti)
168. Şimdi de İspanya krallığını sarsıyorlar, 31 Mayıs 2006 (Sayfa Manşeti)


169. Üzerine mürekkep damlayan fotoğraflar, 1 Haziran 2006 (Sayfa Manşeti)
170. Beyoğlu, eteğindeki hikâyeleri döküyor, 3 Haziran 2006
171. Geç oldu, güç oldu ama güzel oldu, 6 Haziran 2006 (Sayfa manşeti)
172. Sanat dünyasındaki son gelişmeler burada!, 6 Haziran 2006
173. 4. Mehmed yeniden ava çıkıyor, 7 Haziran 2006
174. İstanbul bu yaz Mozart dinleyecek, 8 Haziran 2006 (Sayfa manşeti)
175. Caz Festivali için geri sayım başladı, 8 Haziran 2006 (Sayfa manşeti)
176. Edebiyattan heykel çıktı, 11 Haziran 2006 (Sayfa manşeti)
177. Bu resimlerin dili Türkçe, 12 Haziran 2006
178. Düşünen Adam, Atlı Köşk’e bekliyor, 13 Haziran 2006 (Sayfa manşeti)
179. Müzik ustaları temmuzda Boğaziçi'nde buluşacak, 15 Haziran 2006 (Sayfa manşeti)
180. Masal masal içinde, İstanbul masal içinde, 17 Haziran 2006
181. Doğu ile Batı arasında bir saray kızı, 19 Haziran 2006 (Sayfa manşeti)
182. Roger Waters dinlendi, izlendi ve itinayla fotoğraflandı, 22 Haziran 2006
183. Lara Fabian bu akşam Parkorman’da, 24 Haziran 2006
184. Sesler ‘barış’ için yükselecek, 25 Haziran 2006
185. Beklemekten sanat doğdu, 26 Haziran 2006 (Sayfa manşeti)
186. Arif Mardin müzik ‘dünya’sına veda etti, 27 Haziran 2006 (Sayfa manşeti)
187. Müzik festivali uzatmaları oynuyor, 28 Haziran 2006

188. Neşet Ertaş anlatıyor, biz türküleri dinliyoruz, 1 Temmuz 2006
189. Çingeneleri dünyaya tanıttık, muradımıza erdik’, 2 Temmuz 2006 (sayfa manşeti)
190. Festivale ilk kez gidecek ve ödül alacak, 3 Temmuz 2006 (sayfa manşeti)
191. ‘Özgün baskı’nın ustaları Beşiktaş’ta, 3 Temmuz 2006
192. Caz paletinde bu yıl renkler bol, 5 Temmuz 2006 (Sayfa manşeti)
193. Müzik Atölyesi kapılarını açıyor, 5 Temmuz 2006 (Sayfa manşeti)
194. Caz'ın ünlü ustası Jamal: Teheccüt namazını kaçırmam, 6 Temmuz 2006 (Sayfa manşeti)
195. Sanat içinde eylem, eylem içinde sanat, 9 Temmuz 2006
196. Disiplinin ressamından kalanlar, 11 Temmuz 2006 (sayfa manşeti)
197. Deniz ve mehtap Cesaria Evora için işbirliği yaptı, 11 Temmuz 2006
198. Edebiyatımızın içinden ne kediler geçmiş, 12 Temmuz 2006
199. Dolmabahçe Sarayı, 150 yıl sonra oryantalistleri ağırlıyor, 15 Temmuz 2006 (sayfa manşeti)
200. Konser pahalı değildi, neden boş kaldı Harbiye?, 15 Temmuz 2006
201. Üç usta bir buluştu, pir buluştu, 16 Temmuz 2006 (sayfa manşeti)
202. Gençler, ellerinize sağlık!, 18 Temmuz 2006
203. Ürgüp’e önce festival, sonra müze, 24 Temmuz 2006 (sayfa manşeti)

…………..
Yıllık iznin 20 günü kullanıldı
……………

204. Uçtu uçtu, sanat uçtu, 19 Ağustos 2006
205. En sevdiğim U2 şarkısını henüz yazmadım’, 20 Ağustos 2006 (sayfa manşeti)
206. Hasankeyf’in ilk fotoğrafçısı Gabriel’in arşivi İstanbul’a geliyor, 21 Ağustos 2006 (sayfa manşeti)
207. Fotoğraf albümlerinin kırkı çıktı, 23 Ağustos 2006 (sayfa manşeti)
208. Sultanahmet ile Ayasofya bir türlü aynı masalda buluşamıyor, 24 Ağustos 2006
209. Bu yarışma benden sonra da devam etsin, 26 Ağustos 2006
210. Batı’nın geçmişiyle hesaplaştığı müze, 27 Ağustos 2006 (sayfa manşeti)



211. ‘Korku filmi çekmek için ille de canavara, hayalete gerek yok’, 3 Eylül 2006 (sayfa manşeti)
212. Ortadoğu kaynadıkça işsiz kalmayız’, 7 Eylül 2006 (sayfa manşeti)
213. Eskişehir’den Nepal’e müzik yolculuğu, 9 Eylül 2006 (sayfa manşeti)
214. Kâzım Karabekir Paşa’nın kayıp günlükleri nerede?, 12 Eylül 2006 (birinci sayfa haberi)
215. Kâzım Karabekir Paşa'nın kayıp günlüklerinin sırrı, arşivinde gizli, 13 Eylül 2006
216. İstanbul fotoğraf, fotoğraf İstanbul içinde, 16 Eylül 2006 (sayfa manşeti)

……………

Yıllık iznin 7 günü kullanıldı
……………


217. Kadıköy'den Beşiktaş'a fotoğraf gider, 23 Eylül 2006 (sayfa manşeti)
218. Başrolde kendisi ve kedileri var, 28 Eylül 2006 (sayfa manşeti)
219. Peter Pan, yüz yıl sonra uyandı, 30 Eylül 2006 (sayfa manşeti)

220. Türkiye için tiyatro vakti, 2 Ekim 2006 (sayfa manşeti)
221. Sanat, küresel savaşa 'iyimser' bakacak, 4 Ekim 2006
222. Caz, şehrin caddelerine sızdı, 5 Ekim 2006
223. Yusuf İslam ve Mazhar Alanson'dan savaş karşıtı şarkı, 7 Ekim 2006 (sayfa manşeti)
224. Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı!, 7 Ekim 2006
225. Louvre Müzesi'nden İzmir çıkarması, 9 Ekim 2006 (sayfa manşeti)
226. Bu serginin başına gelenler pişmiş tavuğun başına gelmedi, 10 Ekim 2006
227. 'Ali Baba' muradına erdi; ama..., 11 Ekim 2006 (sayfa manşeti)
228. Fransız gazeteciler de Fransa'yı kınadı, 15 Ekim 2006
229. Venedik Bienali, İstanbul'a misafir geldi, 18 Ekim 2006 (sayfa manşeti)
230. Sonbahar hüznünü dağıtacak filmler, 25 Ekim 2006 (sayfa manşeti)
231. Rembrandt'tan gölgede kalmış desenler, 26 Ekim 2006 (sayfa manşeti)
232. Türkiye, uluslararası tiyatro toplantısına katılamadı, 26 Ekim 2006
233. Türkiye-Fransa gerginliği TÜYAP'a yansıdı, 28 Ekim 2006 (sayfa manşeti)
234. Kitapla sanat komşuluğa alıştı, 30 Ekim 2006 (sayfa manşeti)
235. Çağdaş şehre yüksek sesli müzik festivali, 30 Ekim 2006

236. Ben sömürgeci dönemin ürünüyüm, 1 Kasım 2006 (sayfa manşeti)
237. İşte Kudüs'te huzuru sağlayan iki bölük Osmanlı askeri, 2 Kasım 2006 (birinci sayfa göbek)
238. İş Bankası Müzesi, ilk adımı 'özgürlük yolu'yla attı, 2 Kasım 2006
239. Bunlar da Da Vinci'nin 'proce'leri, 6 Kasım 2006 (sayfa manşeti)
240. Dizilerden vakit buldukça ressam..., 7 kasım 2006
241. Sergide padişahlar var, 8 Kasım 2006
242. 10 Kasım'ın 'Giz'li fotoğrafları, 9 Kasım 2006
243. Olmayan sergiye ilgi büyüktü!, 11 Kasım 2006 (birinci sayfa haberi)
244. 'Olmayan sergi'nin sarsıntısı da büyük oldu, 12 Kasım 2006
245. Kadın pabuçları barış için yollara düştü, 15 Kasım 2006 (sayfa manşeti)
246. Amadeus Mozart, bildiğiniz gibi değil, 19 Kasım 2006 (sayfa manşeti)
247. Tarihçilerin kutbu ağır konuştu, 21 Kasım 2006 (sayfa manşeti)
248. 1 YTL'ye tiyatro, kimseyi memnun etmedi, 22 Kasım 2006 (sayfa manşeti)
249. Alamet-i harikası bol sanat fuarı, 22 Kasım 2006
250. Tiyatrocu ile eleştirmenin 'bilet' kavgası, 23 Kasım 2006
251. İlhan Berk: Resmi bilmem, ama şiir beni bırakmaz, 27 Kasım 2006 (sayfa manşeti)
252. Macbeth'in cadıları herkesin içinde, 28 Kasım 2006
253. Osmanlı eserleri Hollanda'ya gidiyor, 30 Kasım 2006 (birinci sayfa haberi)

254. Fotoğrafın büyük ustasından kareler, 4 Aralık 2006 (sayfa manşeti)
255. Ajan şair LeWinter, kafaları karıştırdı, 5 Aralık 2006 (sayfa manşeti)
256. Yıldıray Şahinler] Hepimiz birer barut fıçısıyız, 6 Aralık 2006 (sayfa manşeti)
257. Dersimizin konusu Moğol İmparatorluğu, 7 Aralık 2006 (sayfa manşeti)
258. Sultan Vahdeddin'in mührü satılacak mı?, 9 Aralık 2006 (sayfa manşeti)
259. Paris'in kabuğunu soyan fotoğraflar, 13 Aralık 2006
260. Tiyatro ödüllerinde bir değil, üç 'en iyi yönetmen', 20 Aralık 2006
261. Pahalı, etkileyici ve şaşırtıcı bir fuar, 23 Aralık 2006
262. Kütahya çiniciliğine iade-i itibar sergisi, 28 Aralık 2006


Ocak 2007

263. Red Kit geri döndü, 1 Ocak 2007
264. Merkez Bankası'ndan müze provası, 2 Ocak 2007
265. Tarihin unuttuğu gemiyi belgesel hatırladı, 4 Ocak 2007
266. On dakika kaldı, hadi çıkıyorsunuz!, 6 Ocak 2007
267. 40. yılında Fikret Mualla için 40 eser, 8 Ocak 2007 (sayfa manşeti)
268. Bosna Savaşı'nın siyah beyaz izleri, 13 Ocak 2007
269. Bu tartışma burada bitmez, 18 Ocak 2007 (sayfa manşeti)
270. SELİM İLERİ] Mutlu sanat yoktur, 20 Ocak 2007 (sayfa manşeti)
271. Bildiğiniz tüm Anna'ları unutun!, 21 Ocak 2007 (sayfa manşeti)
272. Divân-ı Lügâti't Türk vitrine çıktı, 25 Ocak 2007 (sayfa manşeti)
273. Sanat madalyonunun arka yüzü, 30 Ocak 2007

Şubat 2007

274. Kaybolan Türkiye resimlerine ne oldu?, 1 Şubat 2007 (sayfa manşeti)
275. Bütün kentler Mardin'i kıskanacak, 3 Şubat 2007
276. Van Gogh'un 51 yüzü, 4 Şubat 2007
277. Moğollar, sergi salonundan sahneye transfer oldu, 6 Şubat 2007
278. Herkes kafasındaki öyküyü gerçekleştirmeye çalışıyor, 9 Şubat 2007 (sayfa manşeti)
279. Hatırladığımız ve hatırlattığımız heykeller, 10 Şubat 2007
280. Venedik'te artık göçebe değiliz, 11 Şubat 2007 (sayfa manşeti)
281. Şiddetin kadın ve çocukta bıraktığı silinmez izler, 14 Şubat 2007
282. Özlem varılacak yere değil, geçilecek yola, 15 Şubat 2007
283. Magnum'un arşivindeki Türkiye, 17 Şubat 2007 (sayfa manşeti)
284. Leyla ile Mecnun sahnede buluştu, 21 Şubat 2007 (sayfa manşeti)
285. Öykülerim meşru müdafaaya girer, 22 Şubat 2007 (sayfa manşeti)
286. Maslak'taki kültür merkezi için özel sektöre çağrı, 25 Şubat 2007

Mart 2007

287. İstanbul'un Dersaadet olduğu yıllar, 1 Mart 2007 (sayfa manşeti)
288. İstanbul'un da artık enstitüsü var, 3 Mart 2007 (sayfa manşeti)
289. 2010 İstanbul Kültür Başkenti Projesi 'Türk usulü' gidiyor, 7 Mart 2007 (birinci sayfa haberi)
290. Muhsin Ertuğrul Sahnesi yıkılmak isteniyor, tiyatronun haberi yok, 8 Mart (sayfa manşeti)
291. Türkiye, Venedik'te kalıcı olabilecek mi?, 14 Mart 2007 (sayfa manşeti)
292. Hollanda'dan İstanbul'a sanat köprüsü, 15 Mart 2007 (sayfa manşeti)
293. Dünya kadınları hikâyelerini Cadde-i Kebir'de anlatıyor, 17 Mart 2007
294. Darphane binaları kime yâr olacak?, 19 Mart 2007 (sayfa manşeti)
295. 'Harbiye Kongre Vadisi' 5 Nisan'da ihaleye çıkıyor, 20 Mart 2007 (sayfa manşeti)
296. İstanbul hiç böyle anlatılmadı, 25 Mart 2007 (sayfa manşeti)
297. Tiyatrocuların gözüne uyku girmiyor, 27 Mart 2007 (sayfa manşeti)

Nisan 2007

298. Semaver kaynayacak, kumpanya oynayacak, 2 Nisan 2007 (sayfa manşeti)
299. Bilge mimara iki sergi bir kitap, 4 Nisan 2007 (sayfa manşeti)
300. Sabreden 'çağdaş Türk sanatı' muradına erdi, 7 Nisan 2007 (sayfa manşeti)
301. Burası müze, yolgeçen hanı değil!, 9 Nisan (Sayfa manşeti)
302. Kongre Vadisi tehlikede, Harbiye'ye çivi çakılamayacak, 14 Nisan (Birinci sayfa haberi)
303. 'Kariye'yi kurtarma sergisi, 17 Nisan (sayfa manşeti)
304. AKM için herkes eteğindeki taşı döktü, 18 Nisan
305. Uzun ince bir yolun heykelleri, 24 Nisan
306. Yine de oynar mısın benimle?, 30 Nisan

Mayıs 2007

307. Afife, Devlet Tiyatrosu'nu sevindirdi, 2 Mayıs (sayfa manşeti)
308. Feshane'de 'çağdaş' bir şeyler oluyor, 3 Mayıs (sayfa manşeti)
309. Hepimiz birer küçük zeytin ağacıyız, 5 Mayıs (sayfa manşeti)
310. Kuklalar, 10. yaşlarını kutlamaya geldi, 10 Mayıs
311. Denize uzak imbat öyküleri, 12 Mayıs (sayfa manşeti)
312. Sait Faik'in elleri artık daha büyük, 16 Mayıs (sayfa manşeti)
313. Venedik Bienali'nde 'şikâyet yok', 17 Mayıs (sayfa manşeti)
314. Çukurova bayramlığıyla geldi, 19 Mayıs
315. Müzelerin en uzun gecesi erken bitti, 21 Mayıs (sayfa manşeti)
316. 'Barbarları Beklerken' çekilen fotoğraflar, 22 Mayıs


Haziran 2007

317. 'Osmanlı'nın tarihi henüz yazılmadı', 4 Haziran (sayfa manşeti)
318. Venedik'te bir Türk kulübesi, 10 Haziran (sayfa manşeti)
319. Venedik'in altı su, üstü sanat, 14 Haziran (sayfa manşeti)
320. Gezmediği sergi, dinlemediği konser kalmadı, 18 Haziran (birinci sayfa haberi)
321. Tavener'in Londra'da protesto edilen konserini, İstanbul heyecanla bekliyor, 20 Haziran
322. Timaş çeyrek asrı devirdi, 23 Haziran (sayfa manşeti)
323. Allah'ın Güzel İsimleri Aya İrini'de yankılandı, 24 Haziran
324. Pera Müzesi, ikinci yaşını çağdaş ustaların eserleriyle kutluyor, 25 Haziran (sayfa manşeti)
325. Eski şehre yeni tabela, 28 Haziran (sayfa manşeti)
326. Diyarbakır'dan Kassel'e kulübe gider, 30 Haziran (sayfa manşeti)

Temmuz 2007

327. Üç denizin sesi Kapadokya’dan duyuldu, 4 Temmuz (sayfa manşeti)
328. Bryan Ferry, bugün Harbiye Açıkhava'da, 5 Temmuz
329. Yine görüşürüz Bryan Ferry!, 7 Temmuz
330. Kapadokya, çağdaş sanat haritasına girme yolunda, 9 Temmuz
331. Haliç'in kıyısında bir hazine yatıyor, 11 Temmuz (sayfa manşeti)
332. Kurgulanmış hayatlardan gerçek kareler, 18 Temmuz
333. Sanat dergilerinde 'art-ist'ik tartışma, 21 Temmuz (sayfa manşeti)
334. Ve gün geldi herkes 'VE'yi fark etti, 26 Temmuz (sayfa manşeti)
335. İnekler, sanat için İstanbul'un caddelerine yayıldı, 28 Temmuz
336. 'Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer', 30 Temmuz

Ağustos 2007
337. Yaz kış her yerde ‘Devrim’ var, 2 Ağustos (sayfa manşeti)
338. Bienalden önce tarihi geliyor, 9 Ağustos (sayfa manşeti)
339. Çağdaş sanatla hat 'habersizce' buluştu, 17 Ağustos (syf manşeti)
340. Bürokrasi karşıtı; ama bürokrasiyle birlikte, 18 Ağustos (sayfa manşeti)


....


Zaman Cuma Ertesi

• Kırk yıllık hatırın yeri, Sade Kahve, 1 Nisan 2006
• İstanbul için erguvan vakti, 6 Mayıs 2006
• Gözlerimiz Topkapı Sarayı’nın depolarında, 13 Mayıs 2006
• Kuzguncuk, sanat galerilerine nispet yapıyor, 10 Haziran 2006
• Galata’nın sadece kulesi değil, şenliği de var, 10 Haziran 2006
• Gökşin Sipahioğlu, atlatma haber fotoğraflarının öyküsünü anlatıyor, 9 Eylül 2006
• Tasarım, Galata’ya köprü kuracak, 9 Eylül 2006
• 15 yeni ‘Kaplumbağa Terbiyecisi’ tablosu daha var!, 25 Kasım 2006
• Edebiyatı seviyorsunuz peki bunları biliyor musunuz?, 13 Ocak 2007
• Fotoğrafçı Batı’da sorgulanıyor, Doğu’da ilgi görüyor, 21 Nisan 2007
• İstanbul’un kapısında bir gizemli bahçe, 14 Temmuz 07
• Alanya'da gelin değil damat olmalı, 21 Temmuz 07
• Karaburun’u gezin ama sakın kimseye anlatmayın, 18 Ağustos 07


Zaman Turkuaz

• Her güne bir gelenek, bir yemek! 8 Ocak 2006
• Trenle geçen 40 yıldan geriye kalanlar 22 Ocak 2006
• Deniz ve nergisin sırt sırta verdiği yer: Karaburun, 26 Şubat 2006
• Bartabas: At, soylu bir enstrüman gibidir, 21 Mayıs 2006
• Ula Temel, sen Hoca’nın uşağı misun?, 29 Ekim 2006


Zaman Pazar

• Bu fotoğraflar çok havalı, 10 Aralık 2006
• Beşiktaş’a kurt indi mi?, 14 Ocak 2007
• Bu şirketler bir film çeviriyor, 11 Mart 2007
• Şükrümüzün gondol sefası, 17 Haziran 2007


Zaman Gençlik

• Mustafa amca çaya bekliyor, 25 Şubat 2007
• Sanata bir de kütüphaneden bakın, 29 Nisan 2007
• 23 yaşında ilk öykü kitabını yazan Seray Şahiner: Her insan bir durak; ama hızla geçiyoruz, 29 Temmuz


Zaman Gazetesi Avrupa Baskısı

• Paris’in Nazi İşgalinden kurtuluşunun 60. yılı kutlandı 26 Ağustos 2004
• Paris, bir Türkün kuşkulu intiharını konuşuyor 26 Ağustos 2004
• 2002’de 128 bin yabancı, Fransız vatandaşı oldu 31 Ağustos 2004
• Paris, ırkçılık karşıtı afişlerle donatıldı 8 Eylül 2004 (Birinci sayfadan anonslu)
• Fransa’da Türkler tekstil dışında iş alanlarına yöneliyor 15 Eylül 2004 (Sayfa manşeti)
• Eiffel Kulesi grev yüzünden kapalı 17 Eylül 2004


Zaman Bizim Gazete (Ocak/Şubat/Mart 2005)

• Biz önce gazeteci, sonra tasarımcıyız
• Bugün sende ne var?
• 5 binden 500 bine ulaşan bir hikâye
• Zaman Kitap başarısını %100 arttırdı


Zaman Bizim Gazete (Nisan/Mayıs/Haziran 2005)

• Düğün günü yaklaşıyor...
• Bu duruşmada hem davacıyız, hem davalı


Zaman Bizim Gazete (Temmuz/Ağustos/Eylül/Ekim 2005)

• Fotoğrafsız sayfa abdestsiz namaz gibi



....



SONRA.. YANİ GAZETEDEN AYRILDIKTAN SONRA; TRT YANI SIRA..



DENİZ ILGIN İMZALILAR / HEPSİ YİNE ZAMAN'DA


Üç kuşağa, anlayacakları dilden İstanbul şarkıları, 03 Eylül 2007, Pazartesi

Bienallerin geleceğinde süper küratörler yok, 10 Eylül 2007, Pazartesi

Bienal, sonunda halka indi, 18 Eylül 2007, Salı

Türkler, Almanya'da 'son şeyler'i söyledi, 09 Şubat 2008, Cumartesi

Ceylan kardeşlerden babalarına doğum günü hediyesi, 03 Nisan 2008, Perşembe

'Kadından Kentler'i kadınlar okudu, 24 Nisan 2008, Perşembe

Galeri Nev, Mısır Apartmanı'na yerleşti, 01 Mayıs 2008, Perşembe

'Dışarıdaki hayat heves kırmaya çok meraklı', 05 Mayıs 2008, Pazartesi


Devrim Erbil’in hizmetiçisiydi, baka baka ressam oldu, 12 Mayıs Cumartesi

Aşk yaş haddinden emekli olmaz, 12 Temmuz Cumartesi

Ay ve denizin birleştiği yer, 16 Ağustos Cumartesi

Bunları senin için yazıyorum bebeğim, 9 Ağustos Cumartesi

İstanbul’un Modern Müzeleri, Raillife/ Ağustos 2008



RADİKAL


'Bana genç tasarımcı demeyin!' 05.04.2008

Unkapanı'nın içinde sergi var! 2.8.2008

Bienal’in idaresi hep gençlere emanet (5.7.2008)

Gençler bienalinden dünyaya (12.6.2008)

Bilgisayar yardımıyla değil, el emeğiyle (21.5.2008)

Meşhurdan çok meçhûlün peşinde (28/04/2008)

'İki heykelimi hurdacı çaldı' (19/04/2008)

'Anlıyorsunuz değil mi?' (14/04/2008)

Bir gün herkes güncel sanatı sevecek (11/04/2008)

Adsız insanların yazgısı (22/03/2008)

Komşum açken tok yatıyorum ama... (18/03/2008)

'Ne güzeldi çocukluk ya!' (22/02/2008)

'Sol'un resmini çizemeyiz artık' (14/02/2008)

Trenkler, mutluluğun resmini yapıyor (12/02/2008)

'Güncelin takibi sanata fire verdirir' (31/01/2008)

-Türkiye'de sanat çok politik -Başka türlü nasıl olabilir ki? (18/12/2007)

'Biz hem mağdur hem gaddarız' (01/12/2007)

Performansı nasıl satın alabilirim? (29/11/2007)

'Hayat birçok oyunu bozar'(13/11/2007)

Sinema değil, sergi salonu (10/11/2007)

TÜYAP'ta çifte fuar (27/10/2007)

Parmağı kesilmese Türkiye'de yaşayabilirdi (20/09/2007)

İstanbul Modern'de Bienal hatıraları (07/09/2007)





Club d’affaires Franco-Turc (Eylül/Ekim 2004)

• Tarih kokusundaki huzur


Da (Diyalog Avrasya) Dergisi

• Barışa Beraber Yürüyelim 24. sayı
• Barışa giden yolda müziğin küçük adımları 26. sayı

Genç Sanat, sayı 152

• Venedik Bienali: Akıllı ve duygusal ama tutucu ve heyecansız

MİLLİYET SANAT
Kızı sevene vermeli..., Ekim 07

Zamanın donduğu müzeler, Kasım 07

Çağdaş sanatın yeni buluşma mekanı: ArtCenter/İstanbul, Eylül 08

İpekli, şiirli ve baharat kokulu bir sergi, ekim 08

PHOTO DİGİTAL

Cilveli Kırmızı ile memnunsuz Mavi, mart nisan

Ceylan Kardeşlerden babalarına doğum günü armağanı, mayıs haziran

Anlıyorsunuz değil mi, temmuz ağustos

Martin Parr’ın belirsizliklerle dolu frapan dünyası, eylül Ekim 08

Hiç bir zaman kendisi olamaz insan, kasım aralık

Değişik bir şey!

Değişik bir şey oldu.. Epeski bir bellekte çok eskiden yazdıklarımın tam listeleri ve kimi örnekleri bulundu.. Mesela kimi TRT metinleri.. Sadece biri; kimbilir hangi program içindi..

MARTİN PAAR

Gündelik yaşamın renkli karmaşası, bunca detaylı ve eleştirel bir biçimde İstanbullu sanatsevere hiç sunulmamıştı daha önce. Kurgu ve gerçekliği birbirine düşürmekten haz alan, toplumsal önyargılar ve kültürel klişelerle ince ince dalgasını geçen çocuk ruhlu fotoğrafçı Martin Paar sağolsun.

Parr’ın, Santralistanbul’un açık hava etkisi yapan geniş, ferah ve modern sergi salonunda geçtiğimiz ay açılan ‘Assorted Cocktail’ başlıklı retrospektifi, 156 fotoğraf eşliğinde İngiltere’den Almanya’ya, Fransa’dan ABD’ye, Belçika’dan Mısır’a götürecek sizi. Sosyal, sınıfsal ve duygusal çatışmaları tek bir kare içine sığdırma gibi bir eğilimi ve anı yakalama gibi yaramaz bir yeteneği olan sanatçının Türkiye’deki ilk kapsamlı sergisi bu. Üyesi olduğu fotoğraf ajansı Magnum’un alışıldık tarzından epey farklı bir yerde duran sanatçı; seleflerinin aksine ‘gizli’den ziyade ‘aleni’nin peşinde.

Biraz da bu sebeple, sergi salonuna adımınızı ilk attığınızda hayal kırıklığı yönünden esen şiddetli bir rüzgarla karşılaşacaksınız. Fotoğrafları yeterince uzak, yabancı ve gizemli bulmayarak hayıflanabilirsiniz de. Ama merak etmeyin, hoşnutsuzluğunuz yağmur olup yağacak birazdan. Çünkü içeride; mizah ve hiciv eşliğinde insanın ve dünyanın türlü çeşit hali bekliyor sizi.

1980’li yılların ortalarında çekilen ‘Son Tatil’ fotoğraflarındaki tatlı telaşa kapılıp insanlığın tüm bıkkınlığını barındıran ‘Bıkkın Çiftler’ serisine geçtiğinizde tebessüm yerleşmeye başlayacak yüzünüze. ‘Küçük Dünya’da ise binbir şehirde turistliği hicvedeceksiniz fotoğrafçıyla birlikte. Aynı muzip bakışla ‘İngiltere ve Almanya’yı düşündükten sonra iki yıldızlı otel kahvaltıları ve alışveriş hayhuyuyla Parr’ın en yeni çalışması ‘Lüksemburg’a geçip bilindik ama görülmedik ayrıntılar dünyasına dahil olabilirsiniz.

Ünlü İngiliz fotoğrafçı Martin Parr’ın fotoğraflarında frapanlık ve sıradanlık kol kola. Evet. Ama kim gerçekliklerine dil uzatabilir ki? 30 Ekim’e kadar Santralistanbul’a gittiniz gittiniz... Bizden söylemesi.

JÜLİDE KARAHAN

Dünyanın tedirgin halleri

Filistin kökenli İngiliz sanatçı Mona Hatoum'un Türkiye'deki ilk kişisel sergisi 'Hâlâ Buradasın' ARTER'de açıldı. Emre Baykal küratörlüğündeki sergide, sanatçının 1990'lardan bu yana ürettiği otuzdan fazla çalışma yer alıyor. Sergi, Edward Said'in deyişiyle Filistin deneyimini ciddi, bir o kadar oyuncu; zorlayıcı ve aynı zamanda kinayeli bir biçimde ortaya koyuyor.

İstiklal Caddesi'nde buluşacaklardı dün. Öğleüstü... Gecikince öteki, beriki aradı. "Duraklar, kriz masası, polis, nevruz..." diye anlatınca anlaşıldı; gecikecekti. Caddede de zaten bir gerginlik vardı, bir tedirginlik, bir her an her şey olabilir hâli... O sırada gördü ARTER'in vitrinini. Camda, Mona Hatoum - 'Hâlâ Buradasın' yazıyordu. Nasılsa daha buradaydı, içeri girdi. Hem içerisi dışarıdan daha güvenli... Ama içeride, görüntü ve his itibarıyla savaşın tam ortasında buldu kendini! Bir sergideydi... Sergi, Hatoum'un son dönem işlerinden biriyle, 'Bunker'le açılıyordu. Yüzeyleri kesilerek veya yakılarak tahrif edilmiş, hasar görmüş enkaz halindeki altı çelik bina ile... Beyrut'taki gerçek binaların aynısı. Tüm bunların bir doğal afet değil de insanların kararıyla olması ne tuhaf diye düşünerek ilerledi ve dünyayı tehdit eden büyük bir tehlikeyi haritalandıran 'Shift' isimli eserin/halının üzerine geldi. Dünya, sarı sismik dalgalarla kuşatılmıştı ve nasıl denir, sanki birileri nişan alıp yok edecekti her şeyi. Köşedeki odaya zor attı kendini.

Kapıda 'Misbah' yazıyordu; Arapçada fener demek. Işık iyi gelebilirdi... Eğer pirinç fenerin üzerindeki oyuncak asker figürlerinin gölgeleri odada dolaşmasaydı... Bu küçük ve masum gölge oyunu başını döndürünce sergi turuna ara verdi ve kataloğa baktı: "... Beyrut'ta doğmuş Filistin kökenli İngiliz sanatçı Mona Hatoum, tedirginlik hissini araştıran şiirsel ve bir o kadar da politik işler üretiyor. 2011 Joan Miró Ödülü'nün sahibi olan sanatçının ARTER'deki sergisinde, 1990'lardan bu yana ürettiği 30'dan fazla işi yer alıyor..."

Filistin deneyiminin kinayeli anlatısı

Sergiye adını veren 'Hâlâ Buradasın' cümlesi üst kattaydı. 1994'te İngilizce üretilen yapıt, 2006'da Arap harfleriyle tekrarlanmıştı ve portre formatında bir duvar aynasının üzerine kumlama yöntemiyle yazılmıştı. Bu cümle, sanatçıya göre; var olmanın ve hayatta kalmış olmanın teyidiydi. Ama insanın güvenini tazeleyen bu onaylamanın özünde, süregiden tekinsiz bir durum ve tehlike ihtimali karşısında sağ kalmış olmanın tanıklığı da vardı. Yani huzursuzluğu... Berikine göre ise "Hâlâ buradasın. Kılını bile kıpırdatmadan öylece duruyorsun" anlamına geliyordu, en azından o an için.

Yine o an için, az ilerideki 'Present Tense' isimli yerleştirmenin uzaktan uzağa duyulan kokusu iç ferahlattı. Kudüs'ün kuzeyindeki Nablus şehrinden getirilmiş 2 bin 400 kalıp geleneksel zeytinyağı sabununun kokusuydu bu. Ama yaklaşınca ve sabun kalıplarının üzerlerine bastırılmış küçük kırmızı boncuklarla çizilen resim seçilince iş değişti. Boncuk hattı, İsrail ile Filistin arasında '93'te imzalanan Oslo Barış Anlaşması'nın Filistin'e iade edilmesi lazım gelen bölgelerini resmetmişti.

Tüm bu resimler, boncuklar, sabunlar, haritalar, saçlar, camlar, bronz eşyalar, videolar... Tedirginlik, huzursuzluk ve tekinsizlikle birlikte bir geçmiş saçıyordu ve... O geçmiş; Hatoum'un doğduğu evi, babasının diktiği ağacı, hep sallandığı ama bir keresinde düşüp sol dizini kanattığı salıncağı değil; savaşta büyümeyi, evinden ve yurdundan edilmeyi, Filistin'i anlatıyordu. Her ne kadar sanatçı Filistinli kimliğinin öne çıkarılmasından rahatsızlık duysa da... Galiba yine kataloğa dönmeli ve Edward Said'in 12 yıl önce yaptığı tespitle sergiden çıkmalı: "Görsel açıdan Filistin deneyimini bu kadar ciddi, yine de bir o kadar oyuncu; bu kadar zorlayıcı, aynı zamanda da bu kadar kinayeli bir biçimde ortaya koyan başka kimse olmadı bugüne kadar."


JÜLİDE KARAHAN

ZAMAN KÜLTÜR 19 Mart 2011

18 Mart 2012 Pazar

"DT'nin önünde broşür dağıtıyorum"


İzleyenler anlata anlata bitiremiyor. Afife Jale Tiyatro Ödülleri'nin toplantısı oluyor; sohbet Merve Engin'e dönüyor. Bir gazeteci; "O öyle tek başına bir insan..." diyor; sahneye tek başına çıkıyor. Devlet Tiyatroları çıkışında oyununun broşürlerini dağıtıyor. Geçtiğimiz günlerde Van'daydı, gelecek günlerde 18. İstanbul Tiyatro Festivali'nde olacak.


Oyundan çıktı, kulise gitti, üstünü değişti, bir çırpıda geldi. Tiyatro öğrencileri etrafını sardı, "Okula gel, okula gel..." diye. "Şimdi menopoza yeni girmiş kadınlar gibi öğüt vermek... Yakışmıyor. Vakit bulunca bi kahve içelim, anlatayım diyeceğim, vakit de olmuyor." diye bi güldürdü önce, sonra da taşı gediğine koydu: "Olay şu: İstiyorsanız duruyorsunuz, birileri de sizi tutuyor."

Tiyatrodan çıktık, Kumbaracı Yokuşu'nu çıktık, soluklandık. Yemedi, içmedi; sadece yeşil çay... İstanbul Tiyatro Festivali'nde prömiyer yapacak 'Yaka Beyaz' isimli oyunda spora giden beyaz yakalı bir kadını canlandıracağından zayıflaması lazım. Çok azıcık... Ayrıca zaten duygusal olarak süzülmüş; çünkü Van'dan yeni dönmüş.

Önce neden: "Van için oynanan oyunlar diye yaz Google'a... Yardım bu kadar gözle görünür olur mu? Özendirici olmalı tamam ama... Bir oyuncu kalktı gitti, oyunlar oynadı değil benimki. Misafir gibi gittim, bir işe yaramak istedim, ne oluyor ne bitiyor görmek istedim. Herkes elindekini gönderdi, ben de kendimi gönderdim." Peki nasıl: "Çok kötü orada durumlar... Görmen lazım. Devlet büyükleri gidecek diye Kültür'ün (Devlet Tiyatrosu) bahçesindeki çadırları kaldırmaya kalktılar... Çadırların içleri... Anlatılır gibi değil. Çamaşır makinesi yıkarken donan bir su diyorum. Öyle bir hayatın içindeler ve normalmiş gibi davranıyorlar. Eltim bilmem neyin altında kaldı diye anlatıyorlar mesela; çay içer misin der gibi. Her şeyi bir düzene indirgemeye çalışıyorlar. Düzensizliğin içinde ayakta durmaya çalışıyorlar. İstanbul'dan, yani yüksek olan yerden gelen birileri tarafından ziyaret edilmek, unutulmadıklarını görmek... Nasıl iyi geliyor, biliyor musun? İnsan kendini kahraman bile sanabiliyor. Evine hiç gitmeyen bir çocuk, oyunu izledikten sonra "bi gidip görelim" demiş mesela. Ya da ne bileyim "okula gitmeyeceğim, hiçbir anlamı yok" diyen bir çocuk erkenden kalkmış bir sabah..."

Sonra: "Sonra ne biliyor musun? Evine geliyorsun, her şeyin var. Televizyonun, sıcacık yatağın... Her şey yolunda, her şey senin için. Orası için de olabilir. Neden orası başka bir yermiş gibi davranıyoruz? Niye hala toparlanamadı? Neden yazlık çadırlarda tutuşan çocuklar saklanıyor; unutulsun, görünmesin, bilinmesin isteniyor?"

İÇ SESİ: 'ANNEMİ UTANDIRMAYAYIM'

Birazcık duruyoruz; birinin konuyu değiştirmesi lazım; şimdiki zaman fena... Geçmişe gidelim mi? Konuşuyoruz, konuşuyoruz; 18 dakika boyunca... Ama yaa... Kayıt cihazı durmuş o esnada. Kalan anılar: 1984 Bursa doğumlu Merve daha 10 yaşlarında filan... Bir yerlerde 'kurs kayıtlarımız başlamıştır' diye bir afiş; Bursa Devlet Tiyatrosu'nun. Bir de ödev; tiyatrocularla röportaj yapın. Derken derken Celal Kadri Kınoğlu, usta çırak ilişkisi, şu kitap, bu oyun... En önemlisi de iç sesi: 'annemi utandırmayayım.'

2001'de Ankara Hacettepe Tiyatro Bölümü, 2004'te komedi ustası Antonio Fava'nın atölyesi... Sonra İtalya ama... Söz Merve'de bu noktada: "Şans demek çok üzücü olur. Her sabah oraya zamanında gittim, çok çalıştım... Bunu böyle söyleyince insan mütavazılığını kaybediyor gibi oluyor ama eğer ben her derste düzenli, disiplinli, kondisyonlu olmasaydım... Çünkü, nasıl diyeyim, o adam Türkiye'ye oyuncu seçmeye gelmedi. Bir oyuncuda bir şey gördü ve onu aldı götürdü. Anlıyor musun?"

İtalya'da gitli gelli dört yıl boyunca; İngilizce, İtalyanca, Antonio Fava, Commedia Dell'arte... Ama işte; ülke, Türkçe... Diye diye İstanbul Talimhane Tiyatrosu'nda gönüllülükten yapımcılığa. Ama yine bir iç ses: oyunculuk, sahne... Talimhane'den ayrılma ve 'hadi bir oyun yapalım' diyen herkesi tek tek arama. Ama tık yok. Sonra her şeyi yine kendi kendine; hatta provalar bile evde ve 2010'un 27 Ekim'inde sahne. Kumbaracı50, Oyun Atölyesi ve SahneHal'ı ikna yanı sıra Devlet Tiyatroları'nın oyun çıkışlarında broşür dağıtmaca. Hem de hâlâ; çünkü "Gerçek seyirci orada."

Şimdi de geleceğe gidelim mi? Merve Engin, üç ayrı tek kişilik oyunla nisan boyunca sahnede: 'Kıyıya Oturmanın Böylesi', 'Kaplumbağalar Şişmanlamaz Çünkü Kabukları Vardır' ve 'Sinekler Sevişirken'... Mayıs'ta ise 'Yaka Beyaz' ile festivalde ve belki 23 ayrı ilde kendi turnesinde... Tatilde Gümüşlük'te; ama 'uzanmışım sahile...' için değil, Mine Söğüt'ün 'Deli Kadın Hikayeleri'ndeki 'Naz Neden Derine Gömmemişti Kediyi?' isimli öyküyü oyunlaştırmak üzere. Sonra da yepyeni bir oyun var sırada: Bir kültür sanat gazetecisinin hayatı; tüm klişeleriyle... Biz takipteyiz, siz de isterseniz: www.merveengin.com


Jülide Karahan

ZAMAN KÜLTÜR 18 Mart 2011

SANAT/HAYAT: Yeşil Dev Shrek Türkiye turunda

Bir ilk daha: Bir Broadway müzikali ilk defa Türk oyuncularla ve Türkçe sahnelenecek. Üstelik kahramanı Yeşil Dev Shrek.

Amerika'nın birçok şehrinde ve Londra West End Tiyatrosu'nda kapalı gişe oynayan Shrek Müzikali Mayıs itibariyle İstanbul'da; sonra da Anadolu turunda... İlk durak Van; sonrakiler ise Gaziantep, Adana, Kayseri, Ankara ve Bursa. Akbank Çocuk Tiyatrosu'nun 40. yılı vesilesi ve Talimhane Tiyatrosu işbirliğiyle Türkiye'ye gelen müzikal, 15 oyuncu ve 5 müzisyenden oluşan 20 kişilik bir ekip tarafından sahneleniyor. Yönetmenliğini Mehmet Ergen, müzik direktörlüğünü Bob Broad, dekor tasarımını Barış Dinçer, ışık tasarımını ise Yakup Cartık'ın üstlendiği müzikal; güzelliğin dışta değil içte olduğunu, kötülüğün cezasız kalmadığını ve birlikten kuvvet doğduğunu şarkılar eşliğinde anlatırken Disney klişelerini yerle bir etmekten de geri durmuyor. Tıpkı filmdeki gibi...

***

"Rüyasız bir uykudur unutmak..."

Lizbonlu muhasebeci Bernardo Soares, "... Çünkü düş unutmaktır ve unutmak üstümüzde ağırlık yapmaz; uyanık uyuduğumuz, rüyasız bir uykudur unutmak..." demişti; Fernando Pessoa'nın 'Huzursuzluğun Kitabı' isimli yapıtında. Ve o küçük cümle var ya... Hani şu "rüyasız bir uykudur unutmak..." Unutulmuyor... Ne zaman bir şeyi, bir olayı unutacak olsak rüyasız bir uykunun sıkıntısı kaplıyor içi. O sıkıntıyı bundan tam iki sene evvel 'Huzursuz Gölge' isimli sergisinde ne güzel anlatmıştı Ali Cabbar. Biz daha 'Huzursuz Gölge'yi unutamamıştık ki sanatçı yeni sergisini açtı: 'Kırmızı Koridor'. Yine Yapı Kredi Kültür Merkezi'nde... Duyar duymaz küçük cümlemizi önümüze katıp gittik ki ne görelim: Yüzleri görünmeyen insanlar, bin bir türlü çaresizlik içinde... İnsan unutamıyor işte. Haluk Akakçe'nin deyişiyle "1.70'lik bir boyla evrene bakıyor ve ihtişamın içindeki minikliğini... Unutamıyor." Küratörlüğünü Başak Şenova'nın üstlendiği sergi için son tarih 15 Nisan.

***

Hatırlamak kaçınılmaz

Geçtiğimiz hafta dünya için küçük Türk resim sanatı için büyük bir adım atıldı: Türkiye'nin ilk değilse de en donanımlı Sanat Eserleri Konservasyonu ve Restorasyonu Laboratuvarı açıldı. Açılışa İş Bankası Yönetim Kurulu Başkanı Ersin Özince yanı sıra Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ile Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Rektörü Prof. Yalçın Karayağız katıldı. Böyle olunca; yani rektörle bakan yan yana durunca hatırlamak kaçınılmazdı: "İstanbul Resim Heykel Müzesi'ndeki eserler ne oldu? Antrepo 5'in sorunları çözüldü mü? Bir kısım eserler gerçekten eski binaya dönebilecek mi? Tarih belli mi?" Ortak cevap: "Çok iyi bir projemiz var. Yakın bir gelecekte altyapının iyileşmesi, eserlerin korunma ve sergilenmesi konusunda çok daha geniş ve uygun imkanlara kavuşulacak. Haberlerin ilanını bizzat başbakanımız yapacak."


Jülide Karahan

ZAMAN PAZAR / 18 Mart 2011

16 Mart 2012 Cuma

'Kültür varlıklarına katkı ciddi vergi indirimi demek'

Türkiye'nin en donanımlı Sanat Eserleri Konservasyonu ve Restorasyonu Laboratuvarı önceki gün açıldı.Türkiye İş Bankası'nın Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi (MSGÜ) bünyesinde kurduğu laboratuvar, eylül ayıyla birlikte ilk öğrencilerini kabul edecek. Atölyeden sertifika alanlar, profesyonel restoratör olacak. Laboratuvarın açılış törenine katılan Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, kültür varlıklarına katkı yapmanın kurumlara ciddi vergi indirimi sağladığını dile getirdi. Günay, Türkiye'de 7 yeni konservasyon merkezi açma konusunda resmi girişimlerde bulunduklarının müjdesini verdi. İş Bankası Yönetim Kurulu Başkanı Ersin Özince, restorasyon laboratuvarına olan ihtiyacı bir örnekle anlattı. "90'lı yılların sonlarında bir Ayvazovkski sergisi açmak istedik. Öğrendik ki en fazla eser Cumhurbaşkanlığı koleksiyonunda. Eserlerin çoğunun restorasyona ihtiyacı var ve Cumhurbaşkanlığı'nın bile bunu gerçekleştirecek imkânı yok. Restorasyonu üstlendik ve sergi gerçekleşti. Ama 2000'in üzerinde resme sahip olan İş Bankası koleksiyonunun da sürekli ve güvenilir bir restorasyon imkânı bulunmuyordu. Artık var." MSGÜ Rektörü Prof. Yalçın Karayağız ise ilk olarak 1980 ve 85 yılları arasında resim heykel müzelerinde başlatılıp sürdürülen sertifikalı resim restorasyonu programının sadece 5 yıl eğitim verdiğini ve birtakım olanaksızlıklar yüzünden kapatıldığını hatırlattı. Karayağız, uzun yıllar sonra programın tekrar başlamasının mutluluk verici olduğunu söyledi.

Jülide Karahan

ZAMAN GÜNDEM / 16 Mart 2012

14 Mart 2012 Çarşamba

Kusurluluk, kendi içinde bir kalitedir

İstanbul Tasarım Bienali, 13 Ekim-12 Aralık 2012 tarihleri arasında gerçekleşecek. Bienalin programı önceki akşam Galata Özel Rum İlköğretim Okulu'nda düzenlenen bir basın toplantısıyla açıklandı. Toplantıya İKSV Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Eczacıbaşı'nın yanı sıra Bienal Direktörü Özlem Yalım Özkaraoğlu ile küratörler Emre Arolat ve Joseph Grima katıldı.

Beğeni, fonksiyonun koltuğuna sinsi sinsi yerleşti. 'Ayakkabılarım eskidi, yenisini almam lazım'dan 'Geçen gün bir ayakkabı beğendim, tasarımı harika, muhakkak almalıyım'a öyle hızlı geçtik ki... Olay şu ki, İstanbul Tasarım Bienali 13 Ekim - 12 Aralık 2012 tarihleri arasında gerçekleşecek. Londra Tasarım Müzesi Direktörü ve aynı zamanda İstanbul Tasarım Bienali Danışma Kurulu Üyesi Deyan Sudjic'in önerdiği 'Kusurluluk' temasıyla...

Nina'nın (Siyah Kuğu) kusursuzluk peşindeki tükenişi aklımızdan henüz çıkmadığından temayla bir sıcaklık var aramızda. O sıcaklığı, kaleme aldığı tema metnindeki "... İstanbul kusursuzluktan çok uzak, buna karşın dünyadaki en enerji verici ve en hareketli şehirlerden biri. Bu şehrin kendine has özelliği, bu kusurluluğun doğurduğu belirsizlik ve geçicilik durumu..." cümleleriyle de oluşturmuş olabilir Deyan Sudjic. Bir de önceki akşam gerçekleşen basın toplantısına katılamasa da gönderdiği küçük videoda söyledikleri var ki: "Kusurluluk kendi içinde bir kalitedir. Çünkü belli bir alçak gönüllülük gerektirir. Bir de kabullenme... Dünyayı kontrol edemeyeceğimizi, sadece ufak müdahaleler yapabileceğimizi kabul etmemiz gerekir."

MUSİBET VE ADHOKRASİ

Kentsel tasarım, mimarlık, iç mimarlık, endüstriyel tasarım, grafik tasarım ve moda gibi pek çok disiplini kapsayacak bienalin en birinci derdi, tasarım odaklı düşünmenin önemini anlatmak. Bienal küratörlerinden Emre Arolat'ın tekrar tekrar söylediği gibi herhangi bir çözüm üretilmesi söz konusu değil: "Bienal çözüm önerisi üretmez ama onun yerine belki çözülmesi gereken konulara dikkat çeker. Örneğin, kentsel dönüşüm özellikle odaklanılacak bir konu. Kentsel dönüşümün yapılış biçimi, aktörleri, tahayyülleri ve ortaya koyduğu fikirlerse elbette tartışma konusu..." Arolat'ın bienal kapsamında İstanbul Modern'de yer alacak 'Musibet' üst başlıklı sergisi biraz da bu yönelişle 'Dönüşüm' ve 'Anti-Bağlam' gibi iki bölüme ayrılıyor ve son dönemde İstanbul'da gündemde olan kentsel dönüşüm ve toplu konut projeleriyle ilgili toplumsal gerginlikleri, dünyadaki diğer örnek kentlerle karşılaştırarak irdeliyor.

Diğer küratör Joseph Grima ise Galata Özel Rum İlköğretim Okulu'nda yer alacak 'Adhokrasi' başlıklı sergisinde, tasarım dünyasında son dönemde yaşanmakta olan devrimsel değişimleri işlemeyi planlıyor. Bu arada adhokrasi bürokrasinin tam karşıtı olarak algılanan uydurma bir kelime...

İstanbul, Ankara ve İzmir'de bulunan çeşitli üniversitelerin ilgili bölümleriyle yoğun işbirliği içinde olan İstanbul Tasarım Bienali 13 Ekim'de başlayacak ama öncesinde pek çok atölye çalışması var. İlki 22-27 Mart tarihleri arasında... İstanbul Tasarım Bienali sergilerine katılmak içinse son tarih 2 Haziran. Bienalde yer almak isteyen projeler konusunda disipliner ve coğrafi bağlamda herhangi bir sınırlama yok. Başvuru koşulları ve detaylar için: istanbultasarimbienali.iksv.org


Jülide Karahan

14 Mart 2012 / Zaman Kültür

12 Mart 2012 Pazartesi

Türk seramikleri dünya turu hazırlığında

Türk sanatçı ve akademisyenlerin Anadolu hikâyeleri anlattığı seramik eserler dünya turuna çıkıyor. Eserler, Seattle'da sergilendikten sonra Kanada ve Amerika'nın çeşitli şehirlerini dolaşacak ve mayıs başında Türkiye'ye dönecek. Yönetmenliğini Ahmet Turgut Yazman'ın yaptığı Göbeklitepe belgeseli de sergiyle birlikte gösterilecek.

İnsan ilk duyduğunda çok seviniyor. Türkiye sınırları içindeki hikâyelerden derlenen bir şeylerin -örneğin bir serginin- başka ülkelerin sınırları dâhilinde görünür olmasına... Hele ki bu sergi, bir sürü ülkeyi dolaşacaksa... Serginin ismi 'Tolerans', malzemesi seramik. Ama bir irkilti: Neden tolerans? Yani hoşgörü ve müsamaha gibi iki güzide kelime dururken sözlükte... Serginin küratörü Işık Gençoğlu'na soruyoruz bunu. Cevabı: "Hiç bu yönden bakmamıştık ama meselemiz hoşgörü. Bu temanın topraklarımıza, kültürümüze ve değerlerimize birebir uyduğuna inanıyoruz. Anadolu'dan çıkan hikâyeleri hepimize mal etmek için çizgisiz ve ünlemsiz bir proje düşledik. Bizi biz yapan değerlerden biri olan toleransın bize yol göstermesini istedik. İngilizcesini göz önünde bulundurmuş olabiliriz. Ama sonuçta Seattle, bizim için bir fırsat! Anlatmak, anlaşılmak, anlamak, anlaşmak, ilişikte olmak için..."

Sergi, Seattle'daki National Council Of Education For The Ceramic Arts (Ncceca) tarafından 25-31 Mart tarihleri arasında 46.sı düzenlenecek 'On the Edge' temalı konferansın paralel etkinliklerinden biri. Hatta 5.000'den fazla katılımcı ve 30.000'den fazla ziyaretçinin yer alacağı konferansın tek Türk etkinliği...

Sergide; Beril Anılanmert, Bingül Başarır, Burcu Karabey, Deniz Onur Erman, Dilek Aydıncıoğlu, Ebru Zarakolu, Elhan Ergin, Erdal Tusun, Funda Özkan, Güngör Güner, Hasan Başkırkan, Hüseyin Özçelik, K.Deniz Pireci, Mustafa Tunçalp, Mutlu Başkaya, Reyhan Gürses, Sevim Çizer, Tuğba Ülker, Türker Özdoğan, Ufuk Tolga Savaş ve Zehra Çobanlı'nın seramik çalışmaları yer alacak. Her biri bir Anadolu hikâyesini anlatan... Örneğin sütlük, örneğin üç dilim ekmek... Bire bir Anadolu... "Hiç kuşkusuz hikâyesi en bol topraklardan biri Anadolu... Güçlü, doğurgan ve mutlu hikâyelerin ev sahibi... Araştırmacıların iştahla, heyecanla üstünde çalıştığı hâlâ temiz, hâlâ özgün ve özel toprakların adresi." diyor ve ekliyor Gençoğlu: "Bizler, Anadolu'da yaşamış ve yaşayan eski ve yeni dünyaların kesiştiği kültürler ışığında geliştik, gelişiyoruz. En önemlisi, yaşanmışlıkların seramiği nasıl etkilediğini bizzat görüyor, biliyor, deneyimliyoruz. Ve bunu tüm dünyayla paylaşmak istiyoruz."

Jülide Karahan

Zaman Kültür / 12 Mart 2012

10 Mart 2012 Cumartesi

Haluk Akakçe: Her şeyin mümkün olduğu bir dünya var

Açılışta sergi salonu neredeyse boştu. Sonra, günler geçtikçe doldu. Sanatçı Haluk Akakçe ve ekibi, 12 Mart sabahı son rötuşları yapacak. Galerist Tepebaşı'nda bir ay açık kalacak 'Zamana Yolculuk' sergisi sadece bir fragman. Serginin tüm bölümleri sonbaharda Galerist Hasköy'de izlenebilecek.


İki yıl önce bu zamanlar 'Cennet Bahçesinden' isimli işinizi, ilerledikçe gerilemeyi ve aynı noktaya sonsuz kere gelmeyi konuşmuştuk. Şimdi, geçmiş zamanın geleceğindeyiz... Ne durumdayız?

Çok enteresan ve biz gene buradayız. Hatırlıyorum. Bir yere varmaktan çok seyahatin öneminden, geçmişle geleceğin bizim kontrolümüzde olmayan bağlantısından konuşmuştuk ve geçmiş ne kadar bulunduğumuz noktayı ve geleceğimizi etkiliyorsa gelecek de bugünü ve geçmişi etkileyebilir demiştik. Ama tabii evrenin de planları var ve ben mesela kadere inanıyorum ama yaratıcının bize vermiş olduğu seçim gücüne yani özgür iradeye de inanıyorum ve ne bileyim, her şey bir araya geliyor ve birleşiyor. Bize de; evrendeki her şeyin bir ölçüsü var mı, ruhun ağırlığı mı daha fazla bedenin mi, biz ruha göre mi bedenimizi eğitmeliyiz yoksa bedenin isteklerine göre mi ruhu şekillendirmeliyiz gibi sorular kalıyor. Ama galiba yaşamdaki tecrübeler tamamıyla ruhun eğitimi üzerine...

Bu eğitimi kolaylaştırmak için ne yapmalı?

Ben şuna inanmaya çalışıyorum: Zamandan, mekândan, her şeyden sıyırdığımız zaman insan yaşamının merkezinde bir enerji var, bir öz... Sınıf tanımayan, herkesin eşit olduğu, herkese verilen bir hediye... Ya da bir... O kelimeyi bulmak çok zor. Yani şu var: Evrene ve yaratana olan en önemli sorumluluklarımızdan biri, bu yaşamdaki kişisel menkıbemizin farkına varmak ve ne şekilde yardım edebileceğimizi bulmak. Bu yaşam tecrübesini sadece kendimiz için değil; bütün varlıkların, evrenin ve doğanın hayrına, güzelliğine kullanmak.

Sergideki 'Çay Partisi Sarayı' isimli resimde Alaattin'in Lambası ve cini var ve dileklerimiz, hayallerimiz... Sanki...

Evet, evet doğru aslında. Soyut bir lisanla... Yer çekiminin kaybolduğu ve her şeyin mümkün olabileceğine inandığım bir dünyada yaşıyor bu objeler. Ben şuna inanmak istiyorum: Her şeyin mümkün olduğu bir dünya var. Kime ne nasip olur bilmiyorum ama çocukluğumdan gelen bu inancı kaybetmemek için elimden geleni yapıyorum. O anlamda 'Zamana Yolculuk' sihirli ve hayalsi bir sergi. İstediğim; içinde yürünebilen bir sergi, bir resimdi... Herkes kendi hareketi ve algısına göre farklı duygular hissedebilsin, farklı bir bakış açısı geliştirebilsin. Bir de ekimde Galerist Hasköy'de açılacak sergiyi Amerika'daki atölyemde hazırlayacağım. Gitmeden önce de herkes resim istiyor. Ben de dedim ki, ekimdeki sergi nasılsa üç boyutlu olacak. Şimdi ona geçiş niteliğinde bir sergi, bir resim yapabilir; bu ufak jübile bahanesiyle üç senedir geliştirdiğim yeni resim tekniklerini kullanabilirim. Çünkü bir süre resim yapmayacağım artık.

Nasıl? Resim bitti mi?

Desenler devam eder de... Tablo yok artık. Ne zaman dönerim, döner miyim, bilmiyorum ama birkaç yıl kendimi üç boyutlu ve zaman bazlı video işlerine adayacağım. Yılların birikimini durduramıyorum artık. Yapmak istediğim bir sürü şey var. Tabii ki yine hep konuştuklarımız üzerine: Zaman ve değişim... Hasköy'de sadece biz hareket etmeyeceğiz, mekân da hareket edecek mesela.

Mekân hareket edecek mi gerçekten? Yoksa biz hareket ettiğini mi sanacağız sadece?

Biz de hareket edeceğiz, duvarlar da... Mesela serginin bir noktasında bir izleyicinin önünde bir kapı açılırken aynı noktaya bir dakika sonra gelecek olan başka biri için o kapı kapanacak, başka bir kapı açılacak. Tıpkı tesadüfler ve özgür iradeyle yapılan seçimler gibi...

Yani... Mekân sadece tek bir zamanda mı o haliyle var olabilecek?

Evet, sergiye saat 3'te gelirsen başka bir şey, 5'te gelirsen başka bir şey göreceksin. Daha fazla anlatmayayım, sürpriz olsun! Bu sergi, yani 'Zamana Yolculuk' onun fragmanı gibi. Hani dizi fragmanlarına bir sürü his yüklenir. Bu da öyle, bir sürü hissi yüklediğimiz bir sergi; sır, öz, tesadüf, zaman... Çok uzun zamandır konuştuklarımız, hep yapmak istediklerim. Okul hayatım boyunca edebiyatta olsun, felsefede olsun; zaman konusu beni hep çok ilgilendirdi. Batı'da zaman neden hep düz bir çizgide akar mesela: Adam evden çıkar, asansöre biner, çocuğunu okula bırakır... Hâlbuki Doğu'da, İslami sanat anlayışında zaman çok yönlü.

Sonsuz... Hat sanatında sonsuzluk var, zaman geniş. Sanatçı isterse motifi sonsuza kadar uzatabilir...

Evet, doğru. Çok büyük bir dokunun bir parçasını görürüz ama farkındayızdır ki sonsuzdur o doku. Bir de ben artık sanatıma bir his vermek istiyorum. Yani sadece bir çerçeve içinde kısıtlı kalsın istemiyorum. Aynı hat gibi... Ama inan, indirgemek çoğaltmaktan zor. Yani birtakım estetik öğeleri kullanıyoruz ama gerçek iş, onun kalbimizde bıraktığı his. Bir de insan hiç unutamıyor; 1.70'lik bir boyla evrene bakıyor ve ihtişamın içindeki minikliğini... Unutamıyor. Yani hayalimi gerçekleştirmem için bir ömür çalışmam gerekiyor.


Jülide Karahan

10 Mart 2012 / Zaman Kültür

5 Mart 2012 Pazartesi

Selim İleri: Edebiyat dünyası bir hayli poplaştı

Selim İleri'nin son kitabı 'Yaşadığım İstanbul'un henüz çiçeği burnunda... Bir de geçtiğimiz hafta öykü dalında Aydın Doğan Ödülü geldi. Ödülün töreni 10 Nisan'da İstanbul Hilton'da yapılacak ama biz şimdiden buluştuk; Selim İleri'yi bir roman kahramanını dinler gibi dinledik.

Hava acayip soğuk. Gözlerinden yaşlar akıyor. Tuz birikmiş hatta gözlüğünün camında. Foto muhabiri 'Galata Kulesi' diyor... Selim İleri, "Hayatta olmaz. Zaten çocukluğumdan beri korkarım yüksekten. Bakın, içerisi çok güzel, sıcacık..." Masanın başına toplanıyoruz ve Selim Bey'i bir roman kahramanını dinler gibi dinliyoruz. Çünkü öyle. Eskide, yalnız ve nispeten tebessümlü...

Ödül sizi çok şaşırttı mı?

Tabii. Sürpriz oldu. Böyle bir ödül olduğunu biliyordum ama bana verileceği hiç aklıma gelmezdi. Doğan Hızlan ilk söylediğinde lüzumsuz bir şaka yapıyor herhalde dedim. Sonra anladım ki şaka değil... Memnun oldum. Çünkü başvurusuz, katılımsız bir ödül bu. Başvurmak, sanatçıyı küçük düşüren bir şey bana göre. Bir de bizim edebiyatımızın son 20 yılı satış endeksli. Edebiyat ortamındaki varlık değeriniz, kaç adet sattığınızla paralel hale geldi. Ben getirildiği kanaatindeyim. Bunun sonucunda tabii edebiyatın içinde kalan, kalma gayretini gösteren insanlar ya çok kırıldılar ya da sessiz sedasız kalmayı tercih ettiler. Ben satış endeksli bir edebiyata karşı olunması gerektiğini vurguluyorum her fırsatta; 45 yıldır yazarak hayatını sürdüren biri olarak... Bu anlayıştaki bir yazara böyle bir ödül verilmesi tabii çok hoşuma gitti.

Siz o jüride olsaydınız öykü ödülü için kendinizi mi seçerdiniz? Ya da kimi seçerdiniz?

Çok zor. Çok değerli öykücülerimiz var. Hiçbirinin adını es geçmek istemem. O yüzden bu sorudan sıvışayım. Şöyle cevaplayayım: Ben 1999 ve 2000'den itibaren bulunduğum bütün seçici kurullardan ayrıldım. Çünkü takip edemiyorum. Çok sayıda kitap ve dosya geliyor, okuyamıyorum. En son Haldun Taner Öykü Ödülü için 400'e yakın dosya geldi. Okumama imkân ve ihtimal yok. O yüzden çekildim.

Siz kendinize öykü dalında mı ödül verirdiniz?

Benim başlangıçtan itibaren gönlüm romandaydı. Hatta ortaokulda roman sandığım birtakım şeyler yazdım. Ama sonradan bütün yazarlık yaşamım boyunca eleştirmenler ve yazar dostlarım romanlarımı beğenmedi. Hepsi ısrarla öykülerimi daha çok sevdiklerini ya söyledi ya da sezdirdi. Ama burada ödülün sadece adı öykü ödülü. Yoksa jürinin açıklamasında edebiyata katkısı diyor... O yüzden de bana yakın geliyor bu ödül.

Roman roman diye sayıklayıp 'Cumartesi Yalnızlığı' isimli öykü kitabıyla işe girişmek... Hep böyle mi? İlkler hep öykü kitabı mı?

Genelde öyle. Hatta bir dönem vardı, 70'ler 80'ler... Bazı eleştirmenlerimiz öykünün bir geçiş olduğunu söylerdi. Hatta şöyle denirdi: Romana geçti artık. Ben tabii öyle düşünmüyorum. Bence her türün kendine özgü zorlukları var.

Yazar olma isteği roman yazma isteğiyle başlıyor... Ama sonra kurgu dev gibi geliyor ve öyküye mi sığınılıyor?

Yok, sanmıyorum. En azından bende öyle olmadı. O yaşta koca yapının altında kaybolup gittiğinizi ya da çatının başınıza yıkıldığını hissedemezsiniz ki. Heves vardır, yaptığınız şeye kapılıp gidersiniz. O tarz estetik duruşlar sonra, yayımlandıktan sonra başlar. Bendeki şöyle oldu: Bir şeyler yazmıştım. Hiçbir yer basmıyordu. Vedat Günyol, Fransızca hocamdı ve 'Yeni Ufuklar' diye bir edebiyat dergisi çıkarıyordu. 'Romanı bırak' dedi, 'hikâye yaz, en azından dergilerde yayınlanır.' Sırf yayınlansın arzusuyla hikâye yazmaya başladım. Sonra tabii kaptırmışım... Ama şimdi metinler arasındaki geçişler kayboluyor. Ara türler çıkıyor ve yolun sonunda yekpare bir alan görülüyor.

Bir arkadaşın arkadaşı diyor ki: 'Selim Bey sanki 125 yaşında'... Hep eskiler, çok eskiler...

Behçet Necatigil, Kemal Tahir... O insanları tanımak hayatın bir lütfu. Uzun yıllar geçti belki ama sanki Behçet Hoca daha dün vefat etmiş gibi geliyor bana. Bende zaman kavramı ağır akıyor galiba. Bir de öyle bir kopma noktası oldu ki; dünkü anlayışla bugünkü arasında. Kemal Tahir'ler, Orhan Kemal'ler... Onlar hakiki edebiyat dünyası insanlarıydı. Bugünkü edebiyat dünyası bir hayli poplaştı. Anlattıklarımın sizin kuşağa uzak gelmesinin sebeplerinden biri de bu. Benim yetiştiğim yıllarda bir insanın Orhan Kemal'i okumadan hikâyeci olmasını düşünmek imkânsızdı. Ama şimdi... Bir iki sene önce genç bir yazarımız, 'Ben mecbur muyum Orhan Kemal okumaya?' demişti bir röportajında. Bir mecburiyet yok tabii ama bir zincir bu, bir mihenk taşı. Sevmeye değil ama bilmeye, ölçüp biçmeye mecburuz. Onun tam tersini yapacaksınızdır belki ama onu bilmeniz gerekir ki yapabilesiniz.

Selim Bey... Bir ailem olsaydı diye düşünmez mi insan?

Evet... Şimdi düşünüyorum. Ama gençlik yıllarımda çok dinamik bir hayatım vardı. Bir de yazı yazmak yalnızlık gerektiriyor. Evde temizlik olduğu günler bile çalışamam ben. Yabancı insana tahammülüm yok. Ama şimdi, akşam evde otururken çok ıssız geliyor bazen. Bakıyorum, karşı evde insanlar masa etrafına toplanmışlar... Çok kapılmıyorum gerçi. Biraz sonra bir şey yazıyorum, okuyorum, kütüphaneyi toparlıyorum; daima oyalanacak bir şey buluyorum. Bir de dostlar var tabii, sağ olsunlar.


Jülide Karahan

5 Mart 2012 / Zaman Kültür

4 Mart 2012 Pazar

Ne daha az ne daha çok huzurlu

Kırgız göçebeleri, Afganistan'daki Wakhan Geçidi sınırında, yerden 4 bin 200 metre yüksekte yaşıyor. Şikâyetsiz, gururlu ve -nasıl denir- bizden ne daha az ne daha çok huzurlu. Onları, hayatlarını ve geleneklerini Fransız Kültür Merkezi'ndeki 'Dünyanın Çatısında Unutulanlar' adlı sergiyi gezerken ve fotoğrafçı Matthieu Paley'i dinlerken öğrendik.

Kırmızı, kırmızı olalı böyle bir ton yakalamadı. Turuncuya çalan, can veren, mutluluk vaat eden... Bir düğün bu. Gelinin adı Koormoo choo Saira... Kırmızı, düğün çadırının dışına gerilmiş çarşafta. Gelinin arkadaşları ve akrabaları o çadırın altında ağlamakta. Düğünden hemen önce bir oyun: Buzkaşı, yani koyun yakalama. Kökenleri Orta Asya'ya uzanıyor ve at üstünde oynanıyor. Çopendoz isimli bir oyuncu yani ebe, sınırsız bir düzlükte yani bozkırda bir koyunu yakalıyor ve var gücüyle gruptan kaçıyor. Amacı, cansız koyunu yere çizili dairenin içine bırakmak.

Yer, Afganistan ve Pakistan sınırını çizen Wakhan Geçidi. Yükseklik 4 bin 200 metre. Dağlar öyle yüksek ki kuşlar uçarak değil, tırmanarak geçebiliyor. Hayat mümkün değil gibi ama mümkün. Türkçe dilini konuşan bir topluluk yaşıyor orda: Kırgız göçebeleri... Eskiden gerçekten göçebeymişler ama 120 yıl önce devlet sınırlarının belirlenmesiyle Afganistan'ın doğusundaki Wakhan koridoruna sıkışıp kalmışlar ve -nasıl denir- öylece unutulmuşlar. Kimileyin dağların eteklerinden aşağılara inmek isteseler de etraftaki toplulukların yıllar yıllar süren geçimsizlikleri sebebiyle bundan hemen vazgeçiyorlar.

Kışın sıfırın altında 40'lara inen soğuğa ve nehirlerin donmasına rağmen hayatlarını orada sürdürüyorlar; şikâyetsiz... Bin kişilik bir mutlak mahrumiyet içindeler. Öyle ki coğrafya gri, dümdüz, tekdüze, bomboş... Hiçbir şey yok. Elektrik, yol, okul, telefon... Hiçbir şey... Sadece Tibet öküzü, deve ve keçiler; bir de yurtlar, çadırlar yani yuvalar. Ama bir de kırmızılar... Öyle kırmızılar ki; kıyafetlerinde, örtülerinde, süslerinde... Can veriyor. Sanki onları hayatta tutuyor, sanki onları kendi kendilerine yettiriyor. Şartlarını başka insanlarla karşılaştırma şansları yok ama olsa da yapmazlar zaten bunu. Çünkü hayatı olduğu gibi, öylece kabul etmişler. Dünyalarının çatısıyla gurur duyuyorlar; bizden ne daha az ne daha çok huzurlular.

Tüm bunları, Fransız Kültür Merkezi'nde mart sonuna kadar devam edecek 'Dünyanın Çatısında Unutulanlar' isimli sergiyi dolaşırken öğreniyoruz. Fotoğrafları, National Geographic ve Geo gibi dergiler için çalışan ödüllü fotoğrafçı Matthieu Paley çekmiş. Paley, ilk defa, 2000 yılında karşılaşmış Afgan Kırgızlarıyla... Sonra, 2008 ve 2011 yıllarında kışın tam ortasında ulaşmış onlara. Ve Batılı birinin en son 1972'de ziyaret ettiği bölgenin yanı sıra hayatları, koşulları ve gelenekleri fotoğraflamış. Bir haberci ya da belgeselci gibi değil; bir süreliğine oraya yerleşen biri gibi... Sergiyi gezerken hayatların içine girebilmemiz işte bu sebeple...

***

Eşi ve iki oğluyla birlikte


Matthieu Paley, yaptığı işten memnun olmadığını 23 yaşında anlamış ve New York'ta bir buçuk sene fotoğrafçılık eğitimi almış. Biraz para biriktirince de şimdi eşi olan kız arkadaşıyla birlikte Moğolistan'a gitmek üzere bir proje hazırlamış. Portfolyo hazırlama ve editörlere başvurma derken Time, Travel Leisure, Figaro ve Vanity Fair gibi yayınlarda işleri görülmeye başlamış. Seyahatlerine eşi ve iki oğluyla birlikte çıkan Paley, 2011 Mart'ından beri Kanlıca'da yaşıyor. Paley'in İstanbul'da bir sergisi daha açılacak yakında: 'Masalsı Dünyadan Fısıltılar'. O sergi, 8 Mart-10 Nisan tarihleri arasında İstanbul Linart Sanat Galerisi'nde görülebilir.

Jülide Karahan

4 Mart 2012 /Zaman Kültür

SANAT/HAYAT: Abi bunu yapmamız lazım!"

Çağdaş sanat masalarında/sohbetlerinde para konuştuğumuzu fark ettik geçenlerde: Falanca filancaya feşmekanca proje için tamı tamına filanca miktar para ödemiş. Sanırsınız, ince uzun dikdörtgen masalar etrafında oturan kravatlı amcalarız. Oysa daha düne kadar; küçük kare, bilemediniz yuvarlak masalar etrafında toplanır ve çağdaş sanatın o sihirli cümlesini kurardık: "Abi bunu yapmamız lazım!"

Geçen gün yine böyle ufak bir kare masa etrafında oturmuş kaynatıyorduk. Gazeteci, akademisyen, sanatçı üçgeni içinde; 180 derecelik açı dahilinde... Bir yerden itibaren bir de baktık ki Moby Dick'teki Kaptan Ahab'ın beyaz balinaya bağlılığını konuşacağımız yerde sanatın ekonomiye bağlılığını konuşuyoruz: Mısır Apartmanı'ndaki kiralar, İstanbul Modern'in teklifi, Non'ın eski yeri, Pilot'un satışları... Ne de olsa dedikodu tatlı! Ama bir gerçek var ortada, hem de biraz gaddarca... Galerist mesela... Mısır Apartmanı'ndaydı, gitti. Şimdiki merkezi Meşrutiyet Caddesi no: 67. Bir şubesi Akaretler'de, diğeri Hasköy'de. Bugünlerde bir Haluk Akakçe telaşı içinde. Eskiyen yeni sahipleri Melkan Tabanlıoğlu ve Taha Tatlıcı... Her şey sanki normal gibi ama -nasıl denir- bir sıkıntı, bir nefes darlığı, bir kendini anlatma ihtiyacı... Sürekli ajans değiştiriyor bir kere. Sonra, hâlâ ve ısrarla açmıyor web sayfasını. Bir galeri, sanatçılarını ve sergilerini neden göğsünü gere gere açıklamaz ki? İnanılır şey değil ama kurulduğu 2001'den beri, bu böyle... Fazla değil, iki sene önce, Galerist'in o zamanki sahibi Murat Pilevneli'ye sormuştuk durumu. "İçimize sinen bir tasarım denk gelmedi." diye geçiştirmişti cevabı. O zaman, yani 2010 Şubat'ında, Türkiye çağdaş sanat piyasasının yüzde 70'ini elinde tutan bir mekândı Galerist. 2001 ve 2009 krizlerini avantaja çeviren, dünyanın en mühim sanat fuarlarına ön sıralardan katılan... Birdenbire ne oldu da işler bozuldu? Eski eşin ahı alınmıştır/alınmamıştır; o ayrı. Bizi ilgilendiren bu kadar zengin görünen ve çok çok yüksek rakamlar telaffuz eden çağdaş sanat dünyasının asıl durumu. Öncesini, sonrasını, günahları, sevapları, madalyonun o yüzünü, bu yüzünü... En iyisi hepsini Murat Pilevneli'yle konuşmalı. Genç galerilerin selameti için...

****

Her eğlence, içimizi neşeyle doldurmaz ki!

Sinema çıkışı konuşmalarından anlıyoruz ki Ozan Açıktan'ın yönettiği 'Sen Kimsin?' olmamış. Özenli aksiyon sahnelerine, düzeyli çekimine, Tolga Çevik ve Toprak Sergen gibi isimlere rağmen... Herkesin dediği bir: Filmin hikayeye ihtiyacı var! Oysa geçtiğimiz günlerde konuştuğumuz Tolga Çevik, 157 defa falan izlediği filmine epey güveniyordu. Ona göre filmin ciddi bir senaryosu da vardı. Gerçekten vardı! Sadece, filmin bir derdi yoktu. Çevik'in deyişiyle bu işin ismi 'entertainment'tı. Ama işte her eğlence içimizi neşeyle doldurmuyor ki!

Jülide Karahan

4 Mart 2012