4 Mart 2012 Pazar

Ne daha az ne daha çok huzurlu

Kırgız göçebeleri, Afganistan'daki Wakhan Geçidi sınırında, yerden 4 bin 200 metre yüksekte yaşıyor. Şikâyetsiz, gururlu ve -nasıl denir- bizden ne daha az ne daha çok huzurlu. Onları, hayatlarını ve geleneklerini Fransız Kültür Merkezi'ndeki 'Dünyanın Çatısında Unutulanlar' adlı sergiyi gezerken ve fotoğrafçı Matthieu Paley'i dinlerken öğrendik.

Kırmızı, kırmızı olalı böyle bir ton yakalamadı. Turuncuya çalan, can veren, mutluluk vaat eden... Bir düğün bu. Gelinin adı Koormoo choo Saira... Kırmızı, düğün çadırının dışına gerilmiş çarşafta. Gelinin arkadaşları ve akrabaları o çadırın altında ağlamakta. Düğünden hemen önce bir oyun: Buzkaşı, yani koyun yakalama. Kökenleri Orta Asya'ya uzanıyor ve at üstünde oynanıyor. Çopendoz isimli bir oyuncu yani ebe, sınırsız bir düzlükte yani bozkırda bir koyunu yakalıyor ve var gücüyle gruptan kaçıyor. Amacı, cansız koyunu yere çizili dairenin içine bırakmak.

Yer, Afganistan ve Pakistan sınırını çizen Wakhan Geçidi. Yükseklik 4 bin 200 metre. Dağlar öyle yüksek ki kuşlar uçarak değil, tırmanarak geçebiliyor. Hayat mümkün değil gibi ama mümkün. Türkçe dilini konuşan bir topluluk yaşıyor orda: Kırgız göçebeleri... Eskiden gerçekten göçebeymişler ama 120 yıl önce devlet sınırlarının belirlenmesiyle Afganistan'ın doğusundaki Wakhan koridoruna sıkışıp kalmışlar ve -nasıl denir- öylece unutulmuşlar. Kimileyin dağların eteklerinden aşağılara inmek isteseler de etraftaki toplulukların yıllar yıllar süren geçimsizlikleri sebebiyle bundan hemen vazgeçiyorlar.

Kışın sıfırın altında 40'lara inen soğuğa ve nehirlerin donmasına rağmen hayatlarını orada sürdürüyorlar; şikâyetsiz... Bin kişilik bir mutlak mahrumiyet içindeler. Öyle ki coğrafya gri, dümdüz, tekdüze, bomboş... Hiçbir şey yok. Elektrik, yol, okul, telefon... Hiçbir şey... Sadece Tibet öküzü, deve ve keçiler; bir de yurtlar, çadırlar yani yuvalar. Ama bir de kırmızılar... Öyle kırmızılar ki; kıyafetlerinde, örtülerinde, süslerinde... Can veriyor. Sanki onları hayatta tutuyor, sanki onları kendi kendilerine yettiriyor. Şartlarını başka insanlarla karşılaştırma şansları yok ama olsa da yapmazlar zaten bunu. Çünkü hayatı olduğu gibi, öylece kabul etmişler. Dünyalarının çatısıyla gurur duyuyorlar; bizden ne daha az ne daha çok huzurlular.

Tüm bunları, Fransız Kültür Merkezi'nde mart sonuna kadar devam edecek 'Dünyanın Çatısında Unutulanlar' isimli sergiyi dolaşırken öğreniyoruz. Fotoğrafları, National Geographic ve Geo gibi dergiler için çalışan ödüllü fotoğrafçı Matthieu Paley çekmiş. Paley, ilk defa, 2000 yılında karşılaşmış Afgan Kırgızlarıyla... Sonra, 2008 ve 2011 yıllarında kışın tam ortasında ulaşmış onlara. Ve Batılı birinin en son 1972'de ziyaret ettiği bölgenin yanı sıra hayatları, koşulları ve gelenekleri fotoğraflamış. Bir haberci ya da belgeselci gibi değil; bir süreliğine oraya yerleşen biri gibi... Sergiyi gezerken hayatların içine girebilmemiz işte bu sebeple...

***

Eşi ve iki oğluyla birlikte


Matthieu Paley, yaptığı işten memnun olmadığını 23 yaşında anlamış ve New York'ta bir buçuk sene fotoğrafçılık eğitimi almış. Biraz para biriktirince de şimdi eşi olan kız arkadaşıyla birlikte Moğolistan'a gitmek üzere bir proje hazırlamış. Portfolyo hazırlama ve editörlere başvurma derken Time, Travel Leisure, Figaro ve Vanity Fair gibi yayınlarda işleri görülmeye başlamış. Seyahatlerine eşi ve iki oğluyla birlikte çıkan Paley, 2011 Mart'ından beri Kanlıca'da yaşıyor. Paley'in İstanbul'da bir sergisi daha açılacak yakında: 'Masalsı Dünyadan Fısıltılar'. O sergi, 8 Mart-10 Nisan tarihleri arasında İstanbul Linart Sanat Galerisi'nde görülebilir.

Jülide Karahan

4 Mart 2012 /Zaman Kültür

Hiç yorum yok: