22 Nisan 2009 Çarşamba

HAYATTAN SANATA, SANATTAN HAYATA

“Kendime dair yeni bir şey söylemek istedim”

Daha önceden ayak seslerini duyduğumuz foto-kolaj sergisiyle karşı karşıyayız. Biraz evvele gidersek; önce sadece resim miydi? Fotoğraf yavaş yavaş mı hakimiyet kurdu?

Hep paralel gitti aslında. Mezun olmadan önce de birkaç çalışmamda tuvale kolaj yapmıştım. Sonra bu biraz ön çalışmaya dönüştü. Fotoğraf ve kolajlar resimlerimin eskizi oldu. Eskiden resmini yapacağım diye kolaj yapıyordum. Kolajlarım resimlerimle paralellik gösteren eskizlerdi sadece. Resmimin malzemeleri... Bu bir süre böyle ikili devam etti. Sonra onlara başka bir açıdan bakmaya başladım. Şimdi tamamen farklı bir disiplin içinde değerlendiriyorum. Zaten çok değiştiler. Kolajlar da eski kolajlarıma benzemiyor.

Foto kolaja geçiş sebebiniz neydi?

Öncesinde tamamen kompozisyonu kendim yaratma kaygısındaydım. Yapmak istediğim mekanları hayalimde canlandırmam mümkün değildi ve fotoğraflardan yararlanıyordum. Ama hiçbir zaman tek bir fotoğraf yeterli olmadı. Oluşturmak istediğim daha başka bir mekan vardı. İç ve dış mekanın birleştiği, tamamen tanımsız yeni bir mekan... Tek başına bir görüntü beni tatmin etmedi. Ben orada kendime dair yeni bir şey söylemek istedim. Görmek istediğim şeyleri kendim seçmek, kararı tamamen kendim vermek… Kolaj değişkenliği vurguluyor. Öyle bir yer yok aslında ama tamamen sürreel de değil. Yani hiç rastlanılmayacak bir yer de değil. Ama yine de benim mekanım. Tanımsız ve değişken bir yer. O tanımsız ve değişkenlik de beni çekiyor.

Bu mekanlara yönelmeniz nasıl oldu?

Resmi öğrenmek için aynaya bakarak kendimi çalışıyordum eskiden. Sonra bu yavaş yavaş pencereden dışarı bakan işlere döndü. İç mekan-dış mekan karışmaya başladı. Bilinçli seyahatlerimde, yani kendime malzeme aradığım dönemlerde, resmime yabanıl ormanlar girdi. Sonra sanayi bana daha yakın, daha bildik gelmeye başladı. Fabrika, depo, tersane gibi mekanlar... Aslında beni oralara ilk çeken dokuların, renklerin ve plastik değerlerin zenginliğiydi. Resim yapma arzusu yani. Sonra işlevini yitirmiş ve geçmişi olan mekanlarla ilgilenmeye başladım. Haliç ve Camialtı tersaneleriyle... Oralara pek çok kez gittim. İzin alıp fotoğraf çektim.

İlk kaygınız görsel miydi yani?

Evet, ilk kaygım görsel. Hatta şimdi foto kolajla teknik kaygı da işin içine girdi. Onu öğrenmek istiyorum. Böyle parelel ilerliyor işte. Boya ve foto kolaj.

Peki başka teknikler çeliyor mu hiç gönlünüzü?

İnsanın aklından çok şey geçiyor... Şimdi değil ama geçmişte oldu. Video art yapmak istedim. Bir projem de vardı. Şimdi değil de, belki bir gün. Aslında yapmak istediğim çok şey var. Daha çok çalışmak, okumak, öğrenmek, sergi gezmek istiyorum. Zaman dışımızda akıyor. Bunun sonu yok biliyorum ama zamanın ilerlemesi bunları düşündürtüyor.

Sergide hiç boya yok mu?

Hiç yok. Şimdi kolaj disiplini içindeyim.

Bundan sonra boya olmayacak mı?

Yok. Olacak. Başka projelerim var kolajla ilgili. Daha büyük ebatlarda kolajların üzerine boya müdahaleleri yapmayı düşünüyorum mesela.

Büyüttükçe büyütme isteği neden?

Bu garip bir arzu. Yavaş yavaş büyüyor. Tuval resminde de öyleydi. Bir anda 2 metreye 2.5 yapmadım. Yavaş yavaş büyüttüm. Zamanla hem tecrübe kazanıyorsun, hem de bütününe hakim oluyorsun.

Fotoğrafları kendiniz çekiyorsunuz değil mi? Önceden kurguluyarak...

Evet, aslında bu çok önemli bir nokta. Kolajda çok tipiktir, dokümanlardan yola çıkılır. Benimkiler tamamen kendi çektiğim fotoğraflar üzerinden. Planlı programlı. İzin alıyor ve fotoğraf çekeceğim diye yola çıkıyorum.

Kolajlar mı, tuvaller mi sizin kıymetliniz?

Kolajları tuvallerden daha çok sevenler oluyor ama ben öyle düşünmüyorum. Tuvaller benim için daha önemli. Belki bir sonraki sergi foto kolaj pentür olabilir.

Kolajın tuvallerinize olumlu etkisi olacak mı?

Olacağına inanıyorum. Kolaj görsel olarak besliyor beni. Resmimin yavaş yavaş değiştiğini hissediyorum hatta. Kendiliğinden. O değişkenliği seviyorum zaten.


Jülide Karahan

Milliyet Sanat/Nisan

........

"Sergi açmak dertlerini birine anlatmak gibi"

Burcu Perçin ve Seçkin Pirim; yetenekli, başarılı ve oldukça üretken iki genç sanatçı. İkisi de Ankara doğumlu, İstanbul Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi ve Mimar Sinan Üniversitesi mezunu. İkisinin de son çalışmalarından oluşan kişisel sergileri Nisan ayı boyunca C.A.M Galeri’de. Heykeltıraş Seçkin Pirim’in ‘Küllerinden Doğanlar’ sergisi C.A.M Galeri Nişantaşı’nda 2 Nisan – 2 Mayıs tarihleri arasında, ressam Burcu Perçin’in kolajlarından oluşan ‘Foto –Kolaj’ isimli sergisi ise 9 Nisan - 9 Mayıs tarihleri arasında C.A.M Galeri Beyoğlu’nda.


2006’da yine aynı galeride açtığınız ‘Zerre’ isimli serginizde “Bu zamana kadarki hikayemi bu sergiyle özetledim.” demiştiniz. Onun üzerine 3 yıl geçti ve yeni bir sergi açıyorsunuz şimdi. Özetin üzerine neler eklediniz?

Birikimler iki yönlü. Plastik birikimler, bir de yaşadıklarım. Aslında ikisi başat. Yaptıklarım yaşadıklarımla özdeşleşiyor. Bizim yaptığımız meslek gibi bir şey değil, bir hayat tarzı daha çok.

İlhan Berk, bir kuşa, bir sardunyaya, bir kadına yazmak için bakmaktan söz eder. “Her şey ama her şey yazmak için vardır” der. Sizinki de öyle bir şey mi?

Evet, her şey malzeme ve form. Ve bu bilerek yaptığım bir şey değil. Olagelen. Başka türlü bakamıyorum hayata. Düşünün, 15 yaşında bir çocuk güzel sanatlar lisesine girmek istiyor. Bir bilinç, bir yönlendirme yok. Çok içgüdüsel.

‘Zerre’, 29 yaşına kadarki birikimin hikayesiydi. ‘Küllerinden Doğanlar’ın hikayesi ne?

Bu da üç yıllık sürecin hikayesi. Anka Kuşu’nun yanıp yanıp küllerinden yeniden doğmasına benziyor. İnsanın yanıp tekrar doğmasının hikayesi. Dibe vurup tekrar çıkmasının... Hep böyle mi olacak derken bir bakıyorsun... Hayat aslında bu. Hatta sergide giriş, gelişme ve sonuç var. Sergi, kurgusal olarak yanmış bir insan bedeniyle başlıyor. Sonra küllerinden doğmuş adamların portreleriyle devam ediyor. Ardından bir kayık okyanusa açılıyor. Kayık geri geldiğinde müzede sergilenmek üzere fanuslara konuyor. Bir çift okyanusu dolaşmıştı küçük bir tekneyle. Sonra onu alıp Deniz Müzesi’nde fanus içinde sergilediler. Koskoca bir fanus. Onun gibi. Ve son. Hikaye küllerinden doğan insanlarla başlıyor ve betondan bir kayıkla sona eriyor. Okyanusa beton kayıkla açılmak. Müthiş bir risk tabii.

İmkansız hatta...

Evet, zaten o imkansızlıkla okyanustan geri gelebiliyorsan müzede sergilenmeyi hak ediyorsun. Beton kayıkla denize açılmak ya da beton kanatlarla uçmak... Mümkün değil. Bunu bile bile üzerine gittim. İmkansızı başarmanın...

Metinle destekliyor musunuz?

Hayır, öyle bir derdim yok. İnsanlar gelip bunu görmese de olur. Herkes başka bir şey bulur, kendi hikayesini yaşar.

Her sergide yeni bir laf söyleme, malzeme deneme çabası var mı?

Öyle bir derdim kendime var. Bir kere her sergide yeni bir malzeme mutlaka deniyorum. O konuda maymun iştahlıyım. Uzun süre pleksi kullandım, ama araya krom kattım, ışıklı işler yaptım. Bu sergide ilk defa betonu ve yanmış malzemeyi deniyorum. Yeni bir laf söylemek önemli. Hem malzeme olarak hem de... Bir lafı, bir derdi olması lazım. Sergi açmak, dertlerini birine anlatmak gibi. İçindekini anlatmak, dışa vurmak istersin. Ben iki üç yıl önce özel bir sebeple bir şeyi acayip kafayı takmıştım. Vücut iltihap attı. Sergi de öyle. İçindekileri iyisiyle, kötüsüyle atıyor, boşaltıyorsun.

Serginin kendi kişisel tarihinizle bağlantısı var mı?

Askere gittim geldim. Daha ne olsun? Resmen yeniden doğdum. Hayatımın en güzel 6 ayıydı. Çok kendime döndüm. Benim için yeni bir başlangıç oldu. Herkes anlatırdı da inanmazdım. Soyutlanmış bir ortam. Hayatın tamamen dışında. Bu dünyayla alakası yok. Bütün her şeyi, kendini, insanları, dünyayı, yaşamını sorguluyorsun. Kendiyle derdi olan adamın kesinlikle gitmesi lazım. Sonrası yeni bir hayata adım atmak gibi. Öncesinde askerlik var diye pek çok şeyi ertelersin. Hayatla aranda bir bahanedir. Üç cümlenden biri ‘ama askerlik var’dır. ‘Gidip üç yıl yurtdışında yaşayayım’ dersin ama askerlik vardır. Aslında bir tarafın gitmek, bir tarafın kalmak ister. O istemeyen tarafın ‘askerlik var’ der, rahatlarsın. Askerlikten sonra bahanen kalmıyor. O yüzden gerçekten istediklerini seçmeye, cümlelerini daha dikkatli kurmaya çalışıyorsun.


Jülide Karahan

Milliyet Sanat/Nisan

.......