26 Şubat 2006 Pazar

Deniz ve nergisin sırt sırta verdiği yer: Karaburun

Kaçıp kurtuluvermek. Kimsenin kimseye benzemediği kalabalık bir hayattan herkesin herkese benzediği tenha bir yere sığınmak...

İyot kokusu eşliğinde balık ağlarının arasından geçerken elleriniz cebinizde gözleriniz yerdeyse eğer birinin, “Hayrola evlat, bir derdin mi var? Gel otur hele” demesini beklemek... Kıyı kasabalarının kırçıl sakallı balıkçılarıyla, bu iyi yürekli güngörmüş ihtiyarlarla sohbete dalmak bir balık sofrasında... “Ensesinde derin kırışıklıklar olan sıska adam”ı, Hemingway’in ünlü romanı “İhtiyar Adam ve Deniz”e esin veren Kübalı balıkçı Gregorio Fuentes’i hatırlamak... 85 gün boyunca hiç balık tutamayan, büyük balığı bulmak ve şansını kırmak için okyanusa açılan, sonunda o güne kadar gördüğü en büyük balığı tutan; ancak küçük teknesine sığmayan bu devasa canlıyı köpekbalıklarına kaptıran; ama iskeletini köyüne kadar götüren adamı... Yakaladığı balığa, yani doğaya ve bereketine saygı duyan ve “Yenilmedim aslında, belki biraz fazla açıldım, o kadar...” diyen o bilge balıkçı ile karşılaşmak... Nerede mi? Türkiye’nin en ucunda kalmışlığını iyiden iyiye benimsemiş, bütün uçlar gibi ıssız bir balıkçı diyarı Karaburun’da.

Yazları gelen torunlar dışında pek gence rastlanmayan İzmir’e 100 km. uzaklıktaki Karaburun’un nüfusu 2.950, yaş ortalaması ise 70. İyiden iyiye unutturmuş virajlı yolları onu. İzmir Üçkuyular’dan çıkıp Çeşme tabelasına kanmayarak Urla istikametini seçtiğinizde ve Karaburun yol ayrımına döndüğünüzde ulaşıyorsunuz oraya. Yolun daha başında Narlıdere Güzelbahçe sahilindeki Altınoluk Mandırası’nda kahvaltı niyetine ballı yoğurt yedinizse fazlaca oyalanmayın zira yol sizi sınar, vazgeçmenizi bekler, karşınıza çıkan her koy aklınızı çeler. Mutluluğun dibine vuran basma perdeli evleri, bu evlerin alçak bahçe duvarlarından sarkan limon, portakal ve narları kıskanarak süren yolculuk, Kartal kayasını görünce sona erecek. Mavi bayraklı koyları birer birer geride bırakmayı ve mide bulantısına katlanmayı başardınızsa “iyi ki yol bu kadar virajlı” demenin vakti gelmiştir artık. ‘İnşallah hiçbir zaman düzeltip burayı da kirletmezler’ diye düşünmenin, bir an önce emekli olup yerleşme hayalleri kurmanın, hatta işi gücü bırakıp balıkçılık yapmalıyım diyerek kariyer planlarınızı değiştirmenin de vaktidir gelen. Yok, artık mı?

İşi gücü bırakanlar...

Değil, zira Saipaltı balıkçısı Ahmet Yörük, herkesin söyleyip de yapamadığını yapmış, bundan 18 yıl önce tüm kariyer planlarını değiştirip Karaburun’a yerleşmiş. Marmara Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi mezunu Yörük, çalıştığı şehri de, yaptığı işi de terk edivermiş bir çırpıda. Yaş otuz, gönül deli imiş o zamanlar... İçi kitap dolu bir balıkçı kulübesi, yosun kokulu bir tekne ve balık taşıyan motosiklet ise şimdi elde olanlar... “Pişman mısınız?” dediğimizde “Kıskanmayın, burada yaşamayı, yaşlanmayı kim istemez...” oluyor kırçıl sakallı balıkçının cevabı. Doğru ya, insan işte tam da böyle bir yerde ihtiyarlamak ister... Fakat her şey o kadar doğal ve temiz ki, ihtiyarlamaya da fırsat olmaz. Nagehan ve Adnan Adlı çifti de kervana katılanlardan. İzmir’deki işlerinden istifa edip Karaburun’a yerleştiklerinde tarih 1997’yi gösteriyormuş. Restoran ve kafe işletmeye yeltendilerse de esnaflığı bile becerememişler kendi deyişleriyle. Şeyh Bedrettin şenliklerini düzenleyen, Yerel Gündem 21’in kuruluşunda görev alan, Sualtı Araştırmaları Derneği’nin Akdeniz Foklarını Koruma projesinde çalışan çift; şimdilerde nergisin geliştirilmesi, gençlik merkezi kurulması ve küçük bir müze oluşturulması gibi projeler üretiyor Karaburun için.

Ağzınızın tadıyla yaşlanamazsınız da Karaburun’da ne mi yaparsınız? İskelesinden hükümet binasına doğru olan sağlam yokuşu çıkıp, yaşlanamıyorsunuz ya, meydandaki kahvehanede soluklanır, denize karşı çayınızı içersiniz. İskeledeki Albatros Restoran’da tahta masanın üzerinde duran bardağın içindeki nergislere, yanındaki tabaktaki zeytinyağlı enginara, marulun üstündeki kefale bakarsınız da emeklilik hayallerine dalmaktan bir türlü yiyemezsiniz. Köy kahvehanelerindeki yaşlı amcalarla tavla oynarsınız, hile yapmalarına da şaşırarak üstelik. Misafir olduğunuz yerlerdeki insanların ellerinize sinen sıcaklığını şehrinize döndüğünüzde de hisseder durursunuz. ‘’Güneş, deniz, eğlence’’ modu taşıyan tatil adamcıkları buralara pek uğramadığından koylardaki mürekkepbalığı kemiklerini rahatça toplar, eğer varsa muhabbetkuşlarınıza götürürsünüz. Akşamları inlerin ve cinlerin top attığı iskelede, mekân sahibiyle muhabbetin dibine vurup sabah da merkezdeki fırından tazecik ekmek alıp ömrünüze ömür katarsınız. Her gün öğle sonrası mesaisine başlayan imbat rüzgârına karşı kelle keçi peyniri ve kopanist peynirini tadar; denize arkanızı dönüp nergis ve adaçayı toplarsınız. Koylara konuşlanmış köyleri denizden dolaşmak isterseniz kent merkezine iki kilometre uzaklıktaki Saipaltı mevkiindeki balıkçılardan sizi gezdirivermesini rica edersiniz. Dönüşte de keçi peyniri, hurma zeytin ya da saf zeytinyağı almasanız da hiçbir yerde böylesi yetişmeyen bir demet nergisi çantanıza koymadan edemezsiniz.

Efsaneden nergis çiçeğine

İzmir’e bağlı 12 köylü Karaburun, 1415 yılında katılmış Osmanlı topraklarına. Eski adı Ahırlı olan Karaburun’un antikçağdaki adı ise Mimas. İlk yerleşimleri İonyalılar zamanına dayanan bu girintili çıkıntılı kıyılarda Sıcağıbükü, Kumburnu, Çatalkaya Körfezi, Mordoğan İskelesi, Ardıç, Kaynarpınar, Bağabağı, Akbük, Esendere, Olcabük, Bodrum, Karaburun İskelesi, Yeniliman, Kumbükü, Denizgiren, Eğriliman, Dikencik, Karareis, Kocadere ve Gerence adlı 21 koy var.

Yunan mitolojisinde sıkça yer alan Karaburun, Homeros’un ünlü eseri Odysseia’da Rüzgârlı Mimas olarak anılması bir tarafa Narsizm’in öyküsünün geçtiği yer olarak da biliniyor. Efsaneye göre, Irmaklar Tanrıçası Nana’nın oğlu Narcissus, Mimas eteğinde korularda dolaştığı bir gün bir gölcüğün kenarına gelir. Su birikintisine doğru eğilir ve suda kendi yüzünü görür. Yansıyan bu çehreye hemen oracıkta âşık olup kendisini bu seyirden bir türlü ayıramaz. Yemeden içmeden kesilip günlerce kendi aksine hayran hayran bakar. Giderek hissizleşir ve bulunduğu yerde kök salarak kendi ismini taşıyan çiçeğe (nergis) dönüşür, Mimas topraklarına karışır. Narcissus’un öldüğü bu yerlerde ölümsüz Narcissus’un benzeri güzellikte nergis çiçekleri bittiği rivayet edilir. Bugün o yerlerde Çingenelerin fulya diye sattığı dünya güzeli çiçek nergis yetişir gerçekten de.

Jülide Karahan

26 Şubat 2006/Zaman Pazar

Hiç yorum yok: