27 Kasım 2006 Pazartesi

İlhan Berk: Resmi bilmem, ama şiir beni bırakmaz

Şair İlhan Berk, yazarken, okurken ve çizerken defterlerine düştüğü notları, Yapı Kredi Kültür Merkezi Sermet Çifter Salonu'nda sergiliyor.

Şairin, "Yaşamadım ben, yazdım, okudum sadece. Hayat ya yaşanır ya yazılır zaten. Yaşasaydım yazmazdım." sözünü hatırlayınca defterlerin ehemmiyeti daha iyi anlaşılıyor. Şair İlhan Berk, otları, böcekleri, çiçekleri ellerinden tutup şiire dönüştürürken ressam Berk çizip yapıştırmış, ekleyip çıkarmış, derleyip toplamış. Bu karalamalar, kimi zaman 'Gri Sevgili'nin kâğıda ilk düştüğü ana götürüyor izleyeni, kimi zaman Umberto Eco, Dağlarca ya da Bachmann'ın bir sözüne, kimi zaman da alakasız bir telefon numarasına... Berk'in defter ve kitap kapakları, defterlerin sayfa sayfa kendileri, kitaplarının ilk baskıları ve bir de küçük belgesel 30 Aralık'a dek görülebilecekler arasında. 88 yaşındaki şair, işte bu defterler için geldi İstanbul'a. Kalacaktı da bir hafta. 3 Aralık'ta 'Arzın Merkezinde Buluşmalar' konferans dizisi kapsamında Oswald LeWinter ile söyleşecekti. Söyleşecek hâlâ, geri gelerek. Ama bekleyemedi, döndü Bodrum'a. İlhan Berk'le bu gitmekle kalmak arasındaki zamanda çakıl taşları gibi saçtığı defterlerini, resimlerini ve şiirini konuştuk.

Ressamlığınızı yıllarca sandıklarda saklayıp çıkarmadınız gün ışığına. Şimdi çoğu kişinin belki de mahrem sayacağı defterleri 'aman gizli bir şey kalmasın' dercesine döküyorsunuz ortaya, neden?

Evet, sakladım resim yaptığımı uzun süre. Resimden bahsetmek istemedim, kendi kendime yaptım. Şairlik bana yeter diyordum. Fakat öyle bir zaman geldi, bir baktım her şey açığa çıkmış. Resim üzerine bir kitap çıkardım hatta. O, dönüm noktası oldu. Gizlemeyi, saklamayı bıraktım. Hatta sergiler açtım. Yaptıklarım çok para eder hale geldi, tabii bana göre. Hoşuma da gitti bu.

Duygularını paylaştığı defterler, bir şairin mahremi değil mi?

Kitaplarımı yazarken kullandığım defterler bunlar, günlük değil, mahrem değil. Ben bir defter alırım, böyle kitap boyunda. Kapağı olur o defterin, eskir, yırtılır, yırtarım ya da. Karton yapıştırır, o kartonun üzerini istediğim gibi boyar, çizerim. İçlerinde şiir çalışırım. Bir sürü defterim var böyle, içlerinde çalışmalarım...

Şiir cehennem, resim mutluluktu. Şiir sizi sıkıyor, bunaltıyor, resim umutlandırıyordu. Yani resim sizin(di), ama şimdi para ediyor, herkes istiyor. Hâlâ eskisi gibi mutlu ediyor mu resim sizi?

Resim benim açılmaması gereken gizli bir alanımdı aslında. Çok bana özgü, çok benimdi. İlk zamanlar üzgün olduğumu gizlemeyeceğim. Resimden para kazanmam resmin bana vurduğu bir tokat da oldu. Artık, uzun süredir yapmıyorum zaten. Yığınla yapmıştım zamanında, onları sergiliyorum. Yeniden yapmıyorum. Yapamıyorum. Yapmak istesem de yapamıyorum. Resim bana gelmiyor. Şimdiye kadar kendim için yapmıştım, artık öyle değil ya, resim de gelmiyor işte. Şiiri beklerken defterlerimi karalarım hâlâ, o ayrı. Şiir de yürümüyor şimdilerde orası daha da ayrı. Epey oldu yazmıyorum. Bir şiir üç beş ayda ancak geliyor.

Ne oldu da şiir gelmez oldu?

Bilmiyorum. Heves gidiyor işte zaman zaman. Yaşam gidiyor, şiir de çıkıp gitmek istiyor. Şiirin ne yapacağı belli olmaz hiç. Geliyorum der, gelir; elinden tutar götürür. Sonra bırakıp gidiverir, ardından bakakalırsın. Yalnız, ne zaman geleceği belli olmasa da beni temelli bırakmaz, sadece bunu biliyorum.

Şiirlerinizdeki yalınlık, özleşme, tek bir kelimeye kadar inme; resim için çizgide karar kılma. Her şeyin köküne, kaynağına, özüne ulaşmaya çalışma. Neden?

Şiir canlı bir şey. O, öyle gelmiş demek. Ben karışamam. Yapacak bir şey yok. Bir arkadaş şiir yazmış, 'Bu şiirin bittiğini düşünüyorum, sence..?' diye soruyor bana. 'Şiir sana söylerdi bitse, bana sormana gerek kalmazdı.' dedim.

Şiirleriniz size tek bir kelimeyle 'Bittim ben' mi diyor artık?

Evet, söylüyor. Anlatacağını daha yalın, daha az kelimeyle diyor. Şiir böyle istiyor demek ki. Ben bir şey yapamam. Ya da birbirimizi tanıdık, az kelimeyle anlaşıyoruz artık.

Uzaktan, bilge bir şairin yanından Türk şiiri nasıl görülüyor?

Parlak, önü açık. Türk şiiri parlıyor. Dünya şiirinden geri kalır yanı yok. Yeni gelenler ciddiye alıyor onu. Dil biliyorlar, araştırıyorlar, dünya şiirini takip ediyorlar. Seviniyorum. Yenilikçi şairler var, çok beğeniyorum, seviyorum onları.

Mesela?

Birhan Keskin, Gonca Özmenli, Nilay Özer...

Şiiri sevin; şair olmaya kalkmayın!

Şiir, büyük sıkıntı. Dünyaya şiir gözlüğünü çıkarıp rahat rahat bakamıyor insan. Ne yapalım, başa gelen çekiliyor işte. Yalnız bu yükün altına kimsenin girmesini istemem. Hayatı güzel güzel yaşamaya bakın. Şiiri sevin; ama şair olmaya kalkmayın. Kapkaranlık bir şey. Şiir seven hırsızlık, katillik yapmaz; sonra insanı genç tutar şiir. Güzel şeyler bunlar. Ama ağız tadıyla yaşatmaz da dünyayı. Kabul görmez, para kazandırmaz, mutlu etmez bir kere. Uğraşılacak şey değil. Bir azınlık işi zaten. Varlığını bile herkes kabul etmiş değil. Şiir bir yol, çıkıp çıkmayacağı hiç belli değil.

Jülide Karahan

27 Kasım 2006/Zaman

Hiç yorum yok: