25 Şubat 2007 Pazar

Mustafa amca çaya bekliyor

Anadolu’nun türlü şehrinden kopup İstanbul’a gelen, bir daha da o şehirlere geri dönemeyen nice gencin bir küçük buluşma yeri var Beyoğlu’nda. Danışman Geçidi’nin tek ara sokağında, yıkık dökük eski binaların arasında. Çoğu gencin hasbelkader keşfettiği bu yerde, hepi topu 30 tabureli bir mekânda, eskilerin tonton bakkalını ya da muzip manavını hatırlatan bir yüz size çay ikram ediyor.

İşte o, Mustafa amca... Galatasaray’dan Tünel’e doğru inerken, henüz daha birinci basamak kadar yakında gösterişsiz kapılı bir geçit vardır, ‘Danışman’ adında. Bir ucu İstiklâl Caddesi’nde diğeri İngiliz Konsolosluğu’nun bulunduğu Meşrutiyet Caddesi’ne açılan geçidin girişinde türlü incik boncuk karşılar geçeni. Öyle samimi bir karşılamadır ki bu, el kadar oyuncak ayılar ‘I love you’ diye bağrışıp durur. Öteberinin satıldığı ufak dükkânları aşıp avluya ulaştığınızda bir serinlik karşılar sizi. İtalyan mimarisinden mi, yerdeki çakıl döşemesinden midir bu serin karşılama bilinmez; ama solda kuytu bir köşeciği de bulunur; adı Kahveci/Çaycı Mustafa Amca/Abi olan.

Hangi şıkkı işaretlediğiniz fark etmez onun için. Hatta kendisine ‘Hüseyin Abi’ deyip duran bir Ekşi Sözlük yazarını bile hoş görmüştür zamanında. Yalnız çayı şekersiz içenleri daha çok sevdiği yolundaki söylentiler oldukça kabul görür. Sabah 6’dan akşam 10’a kadar oradadır. Dediğine göre kimi zaman uykusu kaçınca kalkıp daha erken geldiği, çayı demlediği, kedileri beslediği de olur.

Beyoğlu’nda gezerken yorulunca ya da henüz ne yapacaklarına karar veremediklerinde ya da sebepsizce kendilerini Mustafa Amca’nın küçük taburelerine atan müşterileri; Taksim’in en güzel çayı, kahvesi burada diye iddialaşır aralarında. Mekân mütevazı, çay güzel; bir de muhabbet bağladınız mı orta yerde dolaşan sırnaşık kediler bile görünmez olur gözünüze. Yoktur önceden koyulmuş bir ismi. Karşıdan (YKY) Yeşim Hanım bir tabela uydurmuştur lakin; ‘Mustafa Amca Jeans Cafe’ diye. Onu da basar bağrına Mustafa Amca.

Hepi topu 30 kişinin sığacağı bu sokak arasında yer kalmasa da fark etmez. Eski Rum kilisesinin merdivenleri ne güne durur. Soğuk çekmesin diye gazete vermek de dâhildir Mustafa Amca’nın hizmetine. Çay içeride, muhabbet dışarıda demlenir. Sonunda kaç saat geçtiği, kaç çay içildiği tam kestirilemez, zaten o da fark etmez. Zam gelse bile müşteriler kendiliğinden anlayana kadar ses etmez Mustafa Amca. Yalnız ilginç bir şekilde birkaç defadan sonra sizin çayı üç şekerli mi şekersiz mi içtiğinizi bilir. Rivayete göre herkesi şekersiz çay içmeye alıştırmaya da çalışır ya neyse. Kendine özgü esprileri vardır amcamızın. Çay istediğinizde ‘Ne yapcan çayı?’ der mesela.

Ayakkabılar eskir, okullar biter, iş-güç değişir de Mustafa Amca değişmez, bekler öylece. Beklemekten bahsetmişken Zeki Demirkubuz’un ‘Bekleme Odası’ filminde görülmüşlüğü ve meşhur olmuşluğu da vardır Mustafa Amca’nın. Gerçi kendi deyişiyle, İstiklal’e çıkıp şöyle bir yürüyünce 10 adımına 10 tanıdığı düşer ya neyse. Mevsimlerin bile küresel ısınmadan etkilenip değiştiği bir zamanda “Sen nasıl hep aynısın ve aynı yerdesin?” dediğimizde: “86’nın Haziran’ında geldimdi buraya. Değişen çok şey olmaz mı? Geçidin ismi bile değişti. Önceleri esnafa dağıtırdık çayı. Ama şimdi esnaf mı kaldı? Hepsi bir bir örttü kapılarını.” diye başlar eski günleri anlatmaya. 1956 Ağrı Doğubayazıt doğumlu Mustafa Amca, fırıncıymış önceleri. Sonra başlamış çaycılığa. Esnaf kalmayınca Galatasaray Lisesi yetişmiş önce imdadına. Sonra üniversiteli gençler... “Gençler pek cana yakın, efendi, hanım. Hiçbir aşırılıkları yok.” diyor ve ekliyor Mustafa Amca: “İyiler, akıllılar, çalışkanlar da bin bir türlü dertleri var. Yoruluyor be çocuklar.”

Mekânın samimiyetinden midir, çayın şifasından mıdır bilinmez ama bir giden bir daha kopamıyor Mustafa Amca’dan. Kendisi de “Bu çay zihin açıyor.” diye takılıyor ve geçen yıl ÖSS birincisinin buradan çıktığını, hep beraber kutlama bile yaptıklarını anlatıyor. “Nedir çayın sırrı?” dediğimizde “Demleyende değil, harmanda marifet. 4-5 çeşit çayı karıştırıyoruz. Bir de seviyoruz işimizi.” diyor ve esprilerine bir yenisini ekliyor: “Konuş da konuş diyorlar ya reklâmda, iç de iç, işte öyle.”

Danışman Geçidi de mahkemelik

Danışman Geçidi, 1871 yılında zamanın önde gelen tüccarlarından Hacopulos tarafından yaptırılmış. O gün bu gün iplikçi, ibrişimci, düğmeci, şapkacı, terzi türünden ticaret ve zanaat erbabını barındıran pasajın ismi de Hacopulos Geçidi’ymiş zaten. 14 numaralı dükkânda Ahmet Mithat Efendi Matbaası olduğundan ve Namık Kemal’in İbret Gazetesi bu matbaada basıldığından bir dönem Jön Türkler’in de buluşma yeriymiş. Ara Güler, Rejans için yazdığı bir yazıda pasajın adının değiştirilmesine şöyle kızmış: “Hacopulos Pasajı vardı eskiden, şimdi adını değiştirmişler büyük bir ukalalıkla. Bilmem ne pasajı yapmışlar. Benim babamın eczanesi pasajın içindeki 38 numaralı dükkandı.”

Pasajın isminin değişmesinin sebebi, el değiştirmeleri unutturmak ve çıkacak türlü mirasçıyı bertaraf etmek içinmiş bir rivayete göre. Pek çok şüpheli bağışlama dosyası da mevcut. Türkiye’nin her metrekaresi gibi burası da her daim mahkemelik. Satılmaya kalksa tapusu da yok. Eskilerden pek çok kişi yeni sahiplerle geçinemeyerek gitmiş. Ama kalanlar da yok değil; dönemin şapkacısı Mod Katia hâlâ burada mesela. Hatta Madame Eva, Madame Vera ve Madam Katia’nın uykusuz geceler boyunca yaptığı şapkalardan bazıları hâlâ vitrinde. Eskilerden bir de sahaf Mehmet Amca var. Tabelasında elektrikçi yazmasına şaşırmayın; arada tamire gidiyor zira. O ve tavla sehpası bekliyor rakibini.

Jülide Karahan

25 Şubat 2007/Zaman Gençlik

Hiç yorum yok: