21 Temmuz 2007 Cumartesi

Alanya'da da gelin değil damat olmalı

Fazla değil, bundan 30-40 sene evvel miras paylaşımı çok kolaymış Alanya’da. Yaylalar ve verimli topraklar erkek çocuklar arasında pay edilirken; ekilip biçilmeyen ve sinekten geçilmeyen deniz kıyıları kız çocuklara kalırmış.

Denize yakın tarlaların dönümünün 3 koyuna satıldığı dönemler geride kalıp da Türkiye turizmi keşfettiğinde damatlar zenginleşirken evin erkek çocukları fakir kalmış. Zamanında iki otel ve iki lokantadan başka bir misafirliği olmayan Alanya’nın böyle açılıp saçılacağı gelmemiş kimsenin aklına.

Deniz-güneş-kum adamlarını ilkin evlerinde misafir etmiş Alanyalılar. Sonra odalarını kiraya vermişler. Derken pansiyonlar, oteller ve siteler gelmiş. Ama yöre halkı o eski gelenekten olsa gerek hep misafirperver. Bu misafirperverliği en iyi suyu yenice süzülmüş çökeleğini bile ikram etmeye çalışan Güzelbağlı Hayriye Teyze’den biliyoruz. Kalenin içinde yaşam devam ediyor.

Doğanın güzellikleri yeryüzüne dağılırken kekik kokulu Toroslar ile Akdeniz arasına sıkışan Alanya’ya yeterince iltimas geçilmiş. Şehrin ne zaman ve kimler tarafından kurulduğu kesin olarak bilinmiyor. Alaiye ismini ise ona 1221’de kalesini fetheden Anadolu Selçuklu hükümdarlarından Alaaddin Keykubat vermiş. Uzun zaman Selçuklulara ikinci başkentlik yapan Alanya, Fatih Sultan Mehmet zamanında katılmış Osmanlı’ya. Kalenin tamamının gezilmesi fethetmek kadar olmasa da epey zor. Surlar, Kızılkule, Tersane ve Tophane gibi anıt yapılar bir yana; kalede restore edilmiş eski Alanya evleri var ve bunların sahipleri yörenin en zenginleri. Yol yakınken Alanya Kalesi’ni adım adım gezmekten vazgeçmeli ve yamaçlardaki bir çay bahçesine oturup manzarayı izlemekle yetinmeli.

Müze gibi mağaralar

Şehrin içindeki Damlataş Mağarası’nı duymayan yoktur. Astım hastalarına dağıttığı şifa uzun yıllar dillerden düşmemişti. Ama asıl yurdun gezilebilen 2. büyük mağarası Dim, yöre halkının deyişiyle ‘gâvur ini’ görülmeye değer. Şehrin 12 km uzağındaki 360 metrelik mağaranın en ucunda turkuaz renkli küçük bir göl var. Islak, rutubetli, sarı ışıklı ve ney sesli mağaranın duvarları sarkıt, dikit, perde ve makarnalardan oluşuyor.

Plajların çoğu mavi bayraklı

Yaklaşık bir kilometre uzunluğunda olan ve ince kum tanecikleriyle ünlenen İncekum, git git derinleşmeyen denizlerden. Beş metreden sonra yavaş yavaş derinleşen su oldukça berrak. Şehrin biraz dışında kaldığından çok kalabalık da olmuyor orası ayrıca. Damlataş Mağarası’nın önündeki kıyıda Kleopatra plajı var. Efsaneye göre Mısır Kraliçesi Kleopatra, Akdeniz’de çıktığı bir sefer sırasında Alanya’ya uğramış ve plajın yarımadaya doğru uzanan küçük koyunda denize girmiş. Uzun uzun yüzmeyi tercih edenler kıyı boyunca ilerleyerek Fosforlu Mağara’ya ulaşabiliyorlar. Meraklılarına deniz gözlüğü ile yüzmeleri tavsiye ediliyor. Mavi bayraklı bir diğer plaj ise Portakal.

Ayağınız çayda, eliniz balda

Önceleri Alanya’nın muz ve portakalını ünlendirerek kasalarını dolduran Dim Çayı, şimdilerde keseleri dolduruyor. Çay kenarındaki çınarların altındaki kır lokantaları ve piknik alanları oldukça meşhur. Kimilerinin sofraları çay kıyısına yakın yamaçlarda ve suyun yanı başındaki ahşap teraslarda. Kimilerinde ise yemeğinizi çayın üzerinde oraya buraya sallanan derme çatma sallarda yiyorsunuz. Tercih edilen yiyecek alabalık. Bölgede dağ bisikleti ve dağ yürüyüşü için uygun güzergâhlar da var. Bu kır lokantalarına Dim Mağarası’ndan aşağıya doğru yürüyerek ulaşılabiliyor. Ya da tam tersi ama tırmanış daha eziyetli. Çayla ilgili bir güzellik de çevre köylülerin yol kenarında tazecik süt mısırları satmaları.

***

Hayriye Teyze’nin çökeleği

Belediye başkanının nam-ı diğer Sırça Köşkü’nün karşısındaki evde yaşayan Hayriye teyze, fazla değil üç beş ay kadar önce Samanyolu’nun “Lezzet Avcısı”nı ağırlamış evinde. Masmavi gözlü ve güleç yüzlü Mehmet Ali Amca’dan öğrendiğimize göre ise kasabalının iki derdi var bugünlerde: Güneş yanığı domatesler ve insan yanığı ormanlar… Olur da yolunuz oralara düşerse kasabanın Emine ninesinin duasını almadan dönmeyin geriye. O duayı alanlar avukat, mühendis, doktor çıkmış hep şimdilerde.

Jülide Karahan

21 Temmuz 2007/Zaman Cumaertesi

Hiç yorum yok: