18 Mart 2008 Salı

Komşum açken tok yatıyorum ama...

Yeni resimlerini Sait Halim Paşa Yalısı'nda sergileyen Ertuğrul Ateş, 'Keşke başka bir sistem olabilseydi. Ama bu sistemin içinde yer alıyorsanız bile tavrınızı korumalısınız, o zaman 2. Rönesans yaşanabilir' diyor.

Çağdaş Türk resminin önemli temsilcilerinden Ertuğrul Ateş, iki yıl aradan sonra ilk toplu sergisi 'Dilek Ağacı'nı Sait Halim Paşa Yalısı'nda açtı. Araya giren 'Osmanlı Sultanları', koleksiyonerlere hitap etmediğinden; 'Şampiyon Sanat' ise sanatçının kendi deyişiyle 'maalesef bir proje' olduğundan saylanmaz. Geçmişi böylece yâd edip geleceğe bakacak olursak, sırada Şeyh Galip'in 'Hüsn-ü Aşk'ı var. Sanatçı, önümüzdeki aylarda 'Hürrem Sultan' gibi büyük bir ekiple değil ama müzikli-danslı bir sergiyle sanatseverin karşısına çıkacak. Destekçisi, yalıdaki serginin de projelendirmesini yapan Yelda İpekli.

"Bir marka uzmanı olarak sanatın hayatın tam içinde yaşaması gerektiğini düşünüyorum. Marka olmak için sanata yakın durmak ve sahiplenmek çok önemli." diyen İpekli'nin hayatın içinden kastettiği Beşiktaş Balık Pazarı değil tabii ki. "Sanatı kullanmış ve onu bir araç haline getirmiş olmuyor musunuz?" gibi kötü niyetli bir soruya şöyle cevap veriyor İpekli: "1870'li yıllardan kalma tarihi bir yapıyla Ateş'in Anadolu kültürünü yansıtan mistik ve ışıltılı eserleri..." Gerisini Ertuğrul Ateş'ten dinleyelim.

İki yıldır ne yapıyordunuz, neden beklettiniz koleksiyonerleri?

Resim yapıyordum tabii ki. Ama sergi açmadım. Sık sergi açmak pek doğru değil. Sanatçının kariyerinde dikkat etmesi gereken kimi stratejiler var. Her tarafta sergi yapmak işin anlamını bozar.

Sait Halim Paşa Yalısı'nda sergi açmak o stratejilere uygun mu düştü?

Evet. Resimlerim iki metreye iki. İstanbul'da sergi alanlarım zaten kısıtlı. Uygun sanat galerisi az. Bu sergi; mekân için de, benim için de, sanat için de faydalı oldu.

'Dilek Ağacı' çatısı altında kurdeleler çıkıyor karşımıza...

Evet. Dilek ağacı ve ona bağlanan bez parçaları resmimin temel öğelerinden. Çukurova'da büyüdüm. Anadolu köylerinde olmazsa olmaz üç şey vardır. Dilek ağacı, Kore'de savaşmış bir çavuş ve köyün delisi...

Bir de tesadüfler ve fallar...

Evet, tesadüfleri çok önemserim. Anlatıcı, kahve falındaki tesadüf dokudan nasıl bambaşka bir hikâye çıkarıyorsa; ben de tuvalden bambaşka bir hikâye çıkarıyorum. Akıcı boyalarla bir doku oluşturuyorum. Boya kendi yolunu buluyor. Sonra o dokudan nasıl bir öykü çıkar diye evirip çeviriyorum tuvali. Resim, benim resmim olmaya o zaman başlıyor. Yaptığımız seçimlerin bizi var etmesi gibi, aldığım karar var ediyor resmi. Sürrealistlerin de izlediği bir yöntem bu. Gerçeğe olan inanç yitirilince başka bir gerçek ihtiyacı doğar ve bu başka gerçeğe aslının bıraktığı izden ulaşılır.

Neden yeni bir gerçeklik tanımına ihtiyaç duydunuz?

Bu toprağın insanı gerçeküstü yaklaşımı biliyordu zaten. 'Otu çek köküne bak' derler. Öyle çok malzeme var ki elimizde. Batıya öykünmeye hiç gerek yok. Çıkış noktamız ve nerde durup nerden baktığımız çok önemli. Beni var eden öz bilgiyi bu topraklara borçluyum ve dünyaya bu topraklardan bakıyorum. Dünyalı bir Türk ressamım yani.

Bu yaklaşım sizin oryantalist damgası yemenize ve isminizin İsmail Acar ile birlikte anılmasına yol açmıyor mu?

Doğru bulmuyorum bunu. Kimsenin yaptığı işe lafım yok ama yollarımız çok farklı. Ben Batı gözüyle bakmıyorum kendime. Batı'yı tanıdım ve orada bu işin nasıl bir endüstri olduğunu anladım. Batı kendisini taklit eden değil, kendisine katkıda bulunan bir bakış açısı istiyor. O endüstrinin dişlilerinden biri olmak için sizden size ait bir şey bekliyor. Dünyaya ancak buradan çıkan duygu ve bilgiyle özgün bir katkıda bulunabiliriz. Ötekileşmeden ve ötekileştirmeden özgün olmak çok önemli. Bu topraklar kendi yıldızlarını parlatmazsa başkaları bu ışıklardan faydalanamaz.

Sizin yıldızınız önce burada değil, orada parladı.

Buradaki ortam o zamanlar, yani 80'lerin başında resim yapıp satmaya uygun değildi çünkü. Bu günle kıyaslanamayacak gerilikteydi. Küçük bir mahallede kendi aramızda mektuplaşıyor gibiydik. Bu yetmedi bana. Çapımın ne kadar olduğunu merak ettim ve başka bir yerde ölçmeye karar verdim. Cahil cesareti işte. Kalktım gittim ve mücadelemi verdim. Ben sadece resim yaptım aslında. Kabul gördü o ayrı.

Herkes sizin kadar şanslı değil. Türk sanatçıların dünyaya açılmasının bir formülü var mı?

Türkiye'nin dışarıya borcu 500 milyar dolar. Bunun 1 milyar dolarını kültür sanat için borçlansaydık bugün dünya çapında en az 50 sanatçımız olurdu.

İkinci bir Rönesans yaşanmalı diyorsunuz. Bunu anlatır mısınız biraz?

Soğuk savaştan sonra şaşkın ördek sendromu yaşıyor dünya. Batının getirdikleri bir yerde tıkandı. II. Rönesans bir devrimse eğer, bireysel bir devrim olacak... Bu devrim, insanın insan olmasının ne olduğunu anladığı bir devrim. Benim içe dönme gayretim de bu yüzden. Artık her şey bireyselleşti, devrim de bireyselleşti. Ve farkında olmadan başladı. Amerikalılar Ay'a gittiler, fotoğraf çektiler; simsiyah bir zeminde masmavi bir küre... Astronot dönerken şöyle dedi: "We're coming home" O "home" Dünya. I. Rönesans'ın insanı oraya kadar çıktı, şimdi eve dönüyor. Eve dönmek isteyen insan artık içine dönmeli. Batı, vahşi kapitalizmin çıkmaz bir sokak olduğunu çoktan anladı.

Vahşi kapitalizm çıkmaz bir sokak dediniz. Özür dileyerek soruyorum, siz de o sokağa girmediniz mi?

Kuşkusuz. Çünkü başka bir sistem yok. Keşke başka bir sistem olsaydı da ben bu çarkın dışında kalabilseydim. Dışı seni yakar içi beni... Komşun açken tok yatamazsın.

Komşunuz açken tok yatmıyor musunuz peki?

Yatıyorum ama rahatsız uyuyorum. Afrika'da açlıktan ölen insanların acısını içimizde duymuyorsak, Irak'ta öldürülenleri umursamıyorsak bu ciddi bir sorundur ve insanlaşmanın önündeki en büyük engeldir. Bakış açımızda, siyasetimizde, konuşmamızda ve tavırlarımızda bunu önceliğe alırsak kendi gayretimizle insanlaşma sürecine girebiliriz. I. Rönesans'ta aydınlanma dışarıda oldu. II. Rönesans'ta içerde olacak. Merak etme, bugün hayal ettiğimiz her şey bir gün sıradan bir gerçeğe dönüşecek. Jules Verne'i hatırla...

Sait Halim Paşa Yalısı'ndaki 'Dilek Ağacı' sergisi 27 Nisan'a kadar görülebilir.

Jülide Karahan

18 Mart 2008/Radikal

Hiç yorum yok: