8 Kasım 2008 Cumartesi

“Hiçbir zaman kendisi olamaz insan”

İstanbullu sanatsever, Elina Brotherus ismini 1999 İstanbul Bienali’nden hatırlıyor olmalı. ‘Seksten Nefret Ediyorum’, ‘Aşk Isırdı’ ve ‘Geri Kalan Yaşamımın İlk Günü’ isimli otoportreleri unutulacak gibi değildi çünkü. 1972 Finlandiya doğumlu sanatçı, web ortamında kolayca bulunabilecek o fotoğraflarda, öyle soluk ve mutsuz görünüyor ki; uzak kuzey ülkelerindeki refaha duyduğumuz özentiden vazgeçip, azıcık aşımız ve kaygısız pembe yanaklarımıza şükrediyoruz adeta.

Aradan geçen 10 yılda; başına ne gelirse gelsin, iyi ya da kötü, görüntülemeye devam etmiş sanatçı. İlk zamanların oldukça kişisel uslubundan az da olsa uzaklaşarak ürettiği ‘Yeni Resim’ serisi ve ‘Model Çalışmaları’ ile dünyanın pek çok farklı şehrinde sergi aça aça üstelik. Ve şimdi René Block’un küratörlüğü ve Melih Fereli’nin danışmanlığındaki Yapı Kredi Güncel Sanat Dizisi vesilesiyle, yolu tekrar İstanbul’a düştü.

Elina Brotherus, 45 fotoğraflık ‘Vizyonun Genişliği’ isimli eseri ve erken dönem çalışmalarından oluşan bir seçkiyle Kasım sonuna dek Yapı Kredi Kazım Taşkent Sanat Galerisi’nde.

Bir Tam, Bir Yarım Limon

Brotherus’un erken dönem çalışmaları, yeni denemeleri ve iki videosunu içeren birinci kattaki seçkinin büyüklü küçüklü fotoğrafları arasında bir ikisi var ki; epey dikkat çekici. Sanatçının su kenarlarındaki, ayna karşısındaki ve kristal küreyi elinde tutarkenki fotoğrafları bunlar.

Fotoğrafı kendini gözlemlemek için bir araç olarak gören Brotherus’un soluk sarı yalnızlığında ‘Kara Kitap’ın en can alıcı cümlesi saklı aslında: “Hiç bir zaman kendisi olamaz insan.” Uzak kuzey ülkelerinin tüyler ürperten soğuğunda kendini arayan bu yalnız kadının ‘Bir Çiftin Portresi’ isimli karesi; serginin, üzerinde özenle durup düşünülecek parçalarından biri. Düşünmekle kalmayıp araştırılacak hatta.

Çünkü mavi ekose desenli mutfak masasının üzerinde duran bir tam, bir yarım limon ve üç plastik bardak; terkedişten önce sindirilemeyen yaşanmışlıklar üzerine soda içilmiş gibi bir his veriyor izleyene. Garip ve pis bir terkedilmişlik hissi. Ve sanki, duvardan sarkan elektrik kablosu bile geçmişte kalan hayat gibi yapış yapış...

Brotherus’un hayatının geri kalanının ilk günleri başlamak üzere olmalı. Ve hatta sanatçının kendi ağzından şöyle başladı: “Ben boşandım. Boşandıktan sonra eski kocamla hâla beraber oturuyorduk çünkü o yeni bir ev bulamamıştı. Sonra ben bir süreliğine Helsinki’den ayrıldım ve eve geri geldiğimde hiçbir şey kalmamıştı. Bütün eşyaları almış ve gitmişti. Aslında rahatlamıştım ama öte yandan üzülmüştüm. Sadece bir tane çift kişilik yatak salonda, boşlukta duruyordu. Hayatımın geri kalanının ilk günü böyle başladı. Ve yatakta sigara içerek saatler geçirdim. Çünkü eski kocam yatakta sigara içilmesinden nefret ederdi. Bu, o bakımdan bir kadının kendi hayatını kendi kontrolüne alışını anlatıyor.”

Üst Kat ve Yeni Hayat

Daha küçük boyutlu 45 ayrı fotoğraftan oluşan ‘Vizyonun Genişliği’nde ise dingin ve sakin bir hayat bekliyor ziyaretçiyi. Fotoğrafın o çok sevilen karar anları genişlemiş de genişlemiş... An bildiklerimiz saatlere ve günlere uzamış. ‘Yeterince Yavaş’, ‘Hafif Ama Güçlü’, ‘Yavaşlatmak’ ve ‘Daha Yavaş’ gibi isimlere sahip fotoğraflar; izleyiciyi de yavaşlatıp sakinleştiriyor adeta.

Milan Kundera’nın Yavaşlık isimli kitabından çıkan hisse gibi: ‘Yavaşlık ile anımsama, hız ile unutma arasında gizli bir ilişki vardır. Bir şey anımsamak isteyen kimse yürüyüşünü yavaşlatır. Buna karşılık, az önce yaşadığı kötü bir olayı unutmaya çalışan insan, elinde olmadan hızlanır.’

Brotherus, 10 yıl sonra, hatırlayıp yüzleşecek kadar yavaş. Bu amansız dinginlik, 45 fotoğraflık seri boyunca devam etmese de... Ara ara, durgun manzarayı bir bıçak gibi kesiyor sanatçı. Yeşil yağmurluğu, turuncu atkısı ve mavi kazağıyla. Hatta bazen ‘Rica Ederim Tutun’ gibi irkiltici ve alabildiğine sahici bir fotoğrafla...

Azın çok olduğu; ışık, renk ve hava akımı gibi ayrıntıların sonuna kadar farkedildiği bu fotoğraflar, farklı zamanlarda ve farklı yerlerde ama genellikle Kuzey Kutbu ya da herhangi okyanus kıyılarında çekilmişler. Fotoğraflara dair bir ayrıntı da onların, Erik Satie isimli bir 20. yüzyıl bestecisine adanmış olmaları.

Satie’nin, bestelerini çalacak kişilere hazırladığı talimatlar, serideki fotoğrafların adlarına ilham olmuşlar. Çerçevelerin cam kısmına gravür yöntemiyle işlenen bu talimatlar; kelime ile müziğin Brotherus için ne kadar değerli olduğunu göstermesi bakımından da önemli. “Benim çalışmalarım; sırt çantamda fotoğraf makinesi, elimde tripod yürürken; değişen ışıkları incelemeyi, sade manzaralar aramayı ve mekân içinde bir insan figürünü hikayesi olmaksızın tasvir etmeyi kapsıyor.” diyen sanatçı; sakin ve geniş alanları, gerçek yalnızlıkları ve bunun telafisi olarak paylaşılan deneyimleri pek çoğumuzun hayal bile edemediği bir biçimde görüyor olmalı. Elbette, kendisi olabilmek uğruna...


Jülide Karahan

Foto Digital/ Kasım-Aralık

Hiç yorum yok: