21 Aralık 2010 Salı

AYASOFYA'NIN TAVANINA DOKUNMAK

İstanbul'un karla karışık yağmur ve şiddetli rüzgarla başlayan 2010 Avrupa Kültür Başkentliği, 'zorlu hava koşulları' eşliğinde sona eriyor. 2010'un rüya ve kâbusları ile 2011'in beklenti ve umutlarını Genel Sekreter Yılmaz Kurt'tan dinledik.


Hava aynı böyleydi: Yağmur, kar, rüz-gâr... İstanbul'un 2010 Avrupa Kültür Başkentliği, karla karışık yağmur ve havai fişekle 16 Ocak akşamı 'resmen' başlamıştı. Bugün akşam saatlerinde Harbiye Kongre Merkezi'nde gerçekleşecek mütevazı bir resepsiyonla nokta değilse de noktalı virgül konulacak sürece. Tek fark: Havai fişek. Peşine düştüğümüz yegâne soru: 2011'de ne olacak?

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajans Başkanı Şekib Avdagiç, Skylife'ın Aralık sayısında gergin bir kesinlikle "Bizim 2011, 2012, 2013'ümüz yok. Biz 2010 yılına özgü bir kuruluşuz. 2010 sonu itibarıyla icraatımız tamamlanmış olacak. Altı aylık bir raporlama ve bürokratik işlemler döneminin ardından Haziran 2011'de noktayı koyacağız." demişti. Ama... Her şey ve herkes bu kadar netken kapılar arkasındaki tüm ilgili aktörler ajansın geleceğini konuşuyordu. Çokça geçen bir isim bile vardı: İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Genel Sekreteri Yılmaz Kurt.

Yasa bizi bağlıyor

Kapısındayız. Devlet memurluğunu itinayla hatırlatan pembe imza klasörleriyle aynı memuriyeti her fırsatta unutturan uzun çalışma saatleri arasında gülümsüyordu Yılmaz Bey. Enikonu neşeliydi. Neşesini balla kestik: "Ajans başka bir yapı, başka bir isim ve başka bir modelde devam edecek mi? Siz yeni oluşumun içinde olacak mısınız?" Tanıdık bir cevap: "5706 sayılı bir yasa var, ajansın kuruluş yasası. Ona göre Ajans 31 Aralık'ta tasfiye edilecek, 6 ay içinde de tasnif... Yasada bir değişiklik yapılmadığı sürece bu böyle. Başka bir şey mümkün değil. Ama..." Sevgiliden duyulduğunda kaçılacak kelimeler listesinde 'Bak güzelim'in altında yer alan 'Ama' pek kıymetli bu durumda. Kaldığımız yerden aynen: "... Ama bu soru bizi çok mutlu ediyor. Demek ki 2010 bir misyonu ifa etti, demek ki yokluğu bir eksiklik oluşturacak, demek ki herkes devamını istiyor..."

"40 defa sorup İstanbul'un kültür sanat hayatını batıl inançlarımıza yaslayacağız." diyor ve ekliyoruz: "Daha ikideyiz. Dost sohbetlerinde geleceğe yönelik yeni bir yapı konuşuluyor mu?" Kaçış: "Özel sohbetlerimizi bir gazeteciye nasıl anlatalım? Ama evet, konuşuluyor bu. 2011'de İstanbul'un kültür sanat ihtiyacı kalmayacak mı ki deniyor..." Edilgen değil, etken cümleler rica ediyoruz, nafile... Aldığımız alacağımız yegâne cevap: "Kamu, özel sektör ve sivil toplum bir çatı altında ilk defa buluştu, çok sıkıntılı süreçler yaşandı. Bu haliyle devam etmesi zor. 2010 sayesinde İstanbul'u daha iyi tanıttık. Bu anlamda İstanbul'u tanıtan ve birimler arasında koordinasyon sağlayan bir yapıya ihtiyaç var mı derseniz, kesinlikle var. Bir kültür ve tanıtım ajansı çok güzel olur." Üçüncü kez yokluyor ve "Böyle bir yapı düşünüyoruz ve içinde ben de varım der misiniz?" diyoruz. Cevap – henüz - şöyle: "Yok bunu şu anda söyleyemem. Yasa bizi bağlıyor."

Yeni bir konu ve soru: "Tek kelimeyle nasıl geçti?" Üçüncü not defterini bitirip dördüncüye gözümüzün önünde geçen Yılmaz Bey'in o tek kelimesi 'rüya gibi'. Sonrakiler şöyle: "Of of of... Çoğuna yetişemedik gerçi ama yine de Boylu Soylu Yelkenler'i kaçırmadım. Efsane İstanbul sergisini unutamam. Arvo Pärt konseri benim için çok etkileyiciydi. Bono'yla köprüde yürüdük, uzun uzun sohbet ettik. Daha çok sevdim adamı, hele konseri dinleyince... En unutulmazı ise, bakın bu çok özel, iskeleye çıkıp Ayasofya'nın tavanına avucumu yaslamaktı. Tarihin içinde bir yolculuktu, harika bir histi, tarif edemem. Yazmak lazım bunları..." Yılmaz Bey gerçekten yazacak anılarını. O yazmasa anılar yazdırır kendini. İspat için bakınız: Ötüken Neşriyat, 'Bir Bıldırcın Misali' ve İstanbul 2010 Dergisi, sayı 4, sayfa 62.

Kâbuslar anlatılmaz

Rüyalar iyi, hoş, güzel... Peki ya kâbuslar? "Onlar anlatılmaz bizim kültürümüzde." diyor ama yanılıyor Yılmaz Bey: Akan suya ya da akan banda anlatılır. Hatta anlatılırsa iyi de olur! İkna oluyor: "En büyük kâbus proje sağanağı altında kalmaktı. Projelerde bir standart yok. 5 bin TL'lik de var, 60 milyon TL'lik de... Bir müellif geldi, projesini anlattı, 60 milyon TL istedi. Düşünebiliyor musunuz? İlk kez bir kurum çıktı ve 'Bir fikriniz var mı' dedi. 2500'e yakın fikir geldi. Bir tarafta binlerce proje, bir tarafta kısıtlı zaman... Zor günlerdi. Projelerin ancak yüzde 20'sini kabul edebildik, kalan yüzde 80'i karşımıza aldık. Bir de hemen şurada bir kasamız olduğu fikri vardı ortada. Her litre benzinden bilmem ne kadar para alıyoruz, para hemen şuraya oluk oluk akıyor; projesini anlatana çıkarıp trink diye veriyoruz. Öyle sanıyorlardı. Her benzin aldığında 'şu kadar kuruş 2010'a verdim' diye beni arayan arkadaşlarım oldu. Öyle böyle değil. Anlat, anlat; bittik."

Yılmaz Bey'i bir kez daha yormayalım. Olay şu: Vergiler bir havuzda toplanıyor ve belirlenen bütçe doğrultusunda ödenek aktarılıyor. Ajansa ve diğer her şeye... Benzinden alınan ayrı bir yüzde söz konusu değil. Ajans'ın web sitesinde Maliye Bakanlığı'ndan gelen bir yazı da var bu konuda. Yine de -ille de- merak edenlere, Ajans'ın harcadığı para 320 milyon TL. Bunun 500 milyon TL'ye kadar yolu var.

Az ya da çok, iyi ya da kötü... İstanbul'un 2010 Avrupa Kültür Başkentliği sona eriyor. 'Helal olsun'dan 'Şimdi bittik'e uzun ince bir çizgide olanca samimiyetiyle yürüdü Yılmaz Bey. Kendi deyişiyle sadece bir şeyi unutmamaya çalıştı: Cumhurbaşkanının 'İstanbul'a hizmet ibadettir' lafını.


Jülide Karahan

Zaman Pazar / 19 Aralık 2010

Hiç yorum yok: