1 Kasım 2007 Perşembe

Zamanın Donduğu Müzeler

Kayıp sanat eserlerinin bir araya toplandığı bir müze düşünün. Küratörlüğü kazaen yapılmış dünya çapında bir müze... Raffaello, Tiziano, da Vinci, Rubens, Caravaggio ve Rembrandt’lar bir arada. Her biri trajik anılarla yüklü Corot, Manet, Van Gogh ve Picasso’lar da...

Geniş sırtlı, açık yeşil bir sandalye. Karşısındaki duvarda altın renkli, ahşap oymalı boş bir çerçeve asılı. Yıllarca Vermeer’in ‘Konser’ tablosunu kuşatan bu çerçeve, 1990 yılının soğuk bir kış gecesinden beri bir başına. Duvardan indirilemiyor çünkü Isabellla Stewart Gardner, 1924’te öldüğünde müzesinin bıraktığı haliyle, donmuş gibi kalmasını vasiyet etmiş. Müzede zaman gerçekten donmuş ama 1924’te değil 18 Mart 1990’da… “Dünyanın her yerinde koleksiyonlarından eser çalınan müzeler için zaman durur, aileden biri geride hiçbir iz bırakmadan ortadan kaybolmuştur.” diyor ‘Kayıp Eserler Müzesi’ isimli kitabı YKY için hazırlayan Simon Houpt.

Dünyanın dört bir yanında pek çok müze için akmıyor zaman. Boston’daki Isabellla Stewart Gardner Müzesi’nde her gün, iki hırsızın müzedeki 12 eseri yağmaladığı 18 Mart 1990. Paris Louvre Müzesi’nde her gün, 3 Mayıs 1998. Bir soyguncunun Corot’un ‘Sevr Yolu’nu hiç fark ettirmeden çerçevesinden çıkarıp dışarı kaçırdığı gün. Oslo’daki Munch Müzesi’nde takvim yaprağı 22 Ağustos 2004’te takılı. Siyah yün başlıklı iki adamın Munch’un ‘Madonna’ ve ‘Çığlık’ tablolarını alıp kaçtığı günde. Montreal Güzel Sanatlar Müzesi’nde her gün, 4 Eylül 1972. Aralarında Rembrandt, Rubens, Corot, Millet ve Delacroix olan 18 tablonun müzeye tavan penceresinden giren üç maskeli adamca çalındığı gün.

Çalındığı fark edilmeyen eserler

Kimi müzelerde zamanın hangi gün durduğu bile bilinmiyor. Matisse’in ‘Kırmızı Pantolonlu Odalık’ tablosu 2000–2002 yılları arasında belirsiz bir tarihten bu yana kayıp. Venezuela’daki bir çağdaş sanat müzesinde sergilenen resmin yerinde sahtesinin asılı olduğu ancak 2002 sonlarında fark edilebilmiş. Benzer bir hikâye Alberto Giacometti’nin ‘Heykelcik’i için de geçerli. Bronz heykelin çalındığı, bir müze çalışanının heykelin ahşap bir kopya olduğunu fark etmesiyle açığa çıkmış. Gustav Klimt’in ‘Kadın Portresi’ 18 Şubat 1997’de çalınmasına rağmen yokluğu ancak ayın 22’sinde anlaşılmış.

Bu eserler bir gün gizemli bir şekilde ortaya çıkarsa, mesela tanınmamış bir koleksiyonerin koltuğunun altında, aranacak ilk yer Kayıp Sanat Eserleri Kayıt Bürosu (Art Loss Register). 1991’de büyük müzayede evleri, sigorta kuruluşları ve sektördeki diğer oyuncular tarafından kurulan ve merkezi Londra’da bulunan büro, 200 bin kayıp ya da mülkiyeti tartışmalı eserin kaydını içeriyor. “Pek çok müzenin atması gereken ilk adım ellerindeki eserlerin basit bir envanterini çıkarmak ve çalınmış sanat eserleri için uluslararası bir veri tabanı oluşturmak.” diyor Kayıp Sanat Eserleri Kayıt Bürosu Yönetim Kurulu Başkanı Julian Radcliffe. 2005’in sonlarına doğru Malezya Ulusal Sanat Galerisi’nin, kayıp olarak bildirilmiş 127 resimden 89’unu müzenin çeşitli yerlerinde bulduğu düşünüldüğünde durumun ciddiyeti anlaşılıyor.

Mona Lisa’nın kaybıyla gelen ünü

Mona Lisa, 1911 Ağustosunda Vincenzo Peruggia adlı İtalyan bir marangoz tarafından çalınana dek öyle çok ünlü bir tablo değilmiş. Genç ölen bir şarkıcının efsaneye dönüşmesi gibi kaybından sonra değerlenmiş. ‘Mona Lİsa’yı Çalmak: Sanatın Bizim Görmemizi Engelledikleri’ adlı kitabında İngiliz psikanalist Darian Leader, da Vinci’nin başyapıtının aslında resim çalındıktan sonra meşhur olduğunu söylüyor ve ekliyor: Soygunun ardından besteciler Mona Lisa ve resimdeki modelin güzelliği hakkında şarkılar yazdı, karikatüristler onu bulmaya çalışan polislerle dalga geçti… Mona Lisa’nın bulunmasına kadar geçen iki yıl boyunca halk, duvardaki boşluğa bakmak için Louvre’a akın etmiş. Hatta müzeye resmin orada olduğu zamankinden çok daha fazla ziyaretçi gitmiş. Leader kitabında “Bu, görsel sanatlara neden baktığımızla ilgili bir ipucu verebilir mi? Kaybettiğimiz bir şeyi mi arıyoruz?” diye sormadan edemiyor.

Her şeyin değiştiği an

Her şeyin değiştiği belli bir an var mıydı? Evet, diyor ve anlatıyor Simon Houpt: 1950’lerin sonlarının Londra’sında bir gün. 15 Ekim 1958. Yer, Sotheby ‘s Müzayede Salonu. O gece, sadece 7 tablo açık arttırmaya çıktı. İki Cezanne, bir Van Gogh, bir Renoir ve üç Manet. İlk beş satış sırasında olağanüstü bir durum yokken sıra Cezanne’nın ‘Kırmızı Yelekli Çocuk’una geldiğinde her şey değişti. Her biri adları açıklanmayan birer koleksiyoncuyu temsil eden iki New Yorklu sanat taciri birbirlerini kamçılar gibi arttırdı fiyatları. Resim sonunda 610 bin dolara satıldığında bu rakam bir müzayedede daha önce bir resme verilen en yüksek fiyattan 5 kat daha fazlaydı. ‘Kırmızı Yelekli Çocuk’ şu anda Washington National Gallery of Art koleksiyonunda. Yıllar içinde birçok eser, satış fiyatından dolayı şüpheli birer üne kavuştu. Pablo Picasso’nun ‘Pipolu Genç’i 2004 ilkbaharında dünyanın dört bir yanında haber olana kadar pek bilinmiyordu. Ama tablo 104 milyon dolara satılıp şimdiye kadar müzayedelerde satılan en pahalı eser olunca küçük bir çocuk bile ondan haberdar oldu.

Hırsızlık için en uygun zamanlar

Uygun koşullarda herkes sanat eseri çalabilir. Irak Ulusal Müzesi Müdürü Muhsin Hasan’ın 2003 Nisanında müzenin yağmalanmasının hemen ardından çekilmiş görüntüleri hala akıllarda. 10. Uluslararası İstanbul Bienali sanatçılarından Michael Rakowitz, Antrepo No 3’teki ‘Görünmeyen düşman varolmamalı’ isimli yerleştirmesiyle unutanlar için yeniden hatırlatıyor o büyük yağmayı. Ganimet toplama çok eski. 1204’te Konstantinapol düştüğünde Venedikliler bronz San Marco atlarını ve diğer hazineleri çalıp götürmüşlerdi mesela.
Napolyon Bonapart tüm zamanların en cüretkâr sanat eseri hırsızlarından biriydi. Adolf Hitler onun tahtını sallayana dek… Hitler, 1933’te iktidara geldiğinde avangart sanatı küçümseyerek Alman müzelerindeki pek çok esere el koydurmuş. Yoz sanat kampanyası adı altında dünyadaki en büyük kolektif sanat soygununu gerçekleştiren Naziler, ‘güvence altına almak’ adı altında pek çok klasik dönem eserini de üzerlerine geçirmişler.

Çaldığı esere âşık olan hırsızlar

Devonshire Düşesi Georgiana’nın Gainsborough tarafından yapılan portresini 1876’da çalan Adam Worth, sanat eseri hırsızı olarak işe başlayıp çaldığı esere tutsak olanlardan sadece biri. 1990’ların ortalarından itibaren yedi yıl boyunca Avrupa’daki şatolar, kır evleri ve küçük müzelerde dolaşarak hırsızlık yapan Stephane Breitwieser içinse hırsızlığın kendisi bir tutku. 139 müze ve galeriden 232 eser çalan Breitwieser, Kasım 2001’de İsviçre’deki Richard Wagner Müzesinden bir av borazanı çaldığında yakalanmış.

1953’te Londra’daki Victoria &Albert Müzesi’nden bir Rodin heykeli çalan sanat öğrencisi kısa bir süre sonra heykeli geri götürdüğünde niyetinin sadece bir müddet onunla birlikte yaşamak olduğunu söyler. Haziran 2005’te 20 yaşındaki Şilili bir sanat öğrencisi yine Rodin’in ‘Adele’in Gövdesi’ adlı heykelini Santiago Ulusal Güzel Sanatlar Müzesi’nden çaldıktan sonra heykelle birlikte yetkililere teslim olur. Niyetini de müzenin ne kadar korumasız olduğunu göstermek olarak açıklar.

“Ne kadar farklı resim ekolü varsa o kadar farklı sanat eseri hırsızı var.” diyor ‘Kayıp Eserler Müzesi’nin yazarı. Kızdıkları patronlarını aşağılamak isteyen güvenlik görevlileri, emekliliklerini garantiye almak isteyen düşük maaşlı hizmetkârlar, zengin koleksiyonerlerin dikkat çekmek isteyen çocukları, depoya kaldırılmış bir objenin güzelliğine tutulan müze çalışanları ya da bir iki resim çalmanın kamyon dolusu elektronik eşya taşımaktan çok daha kolay olduğunu fark eden sıradan hırsızlar. Oyuncusu kim olursa olsun, bu hırsızlık oyunu her ne sebeple oynanırsa oynansın Simon Houpt’un dediği gibi kaybolan her sanat eseri dünya ortak kültür mirasından çalınıyor.


Jülide Karahan

Milliyet Sanat /Kasım 2007

Hiç yorum yok: