9 Ağustos 2008 Cumartesi

Bunları senin için yazıyorum bebeğim

Türkiye, yeni doğan bebeklerin ölümünü konuşadursun İstanbul'da bazı özel hastaneler, anne babaları mutlu edecek her türlü inceliği yapıyor. Akla hemen doğum fotoğrafı, filme alınan ilk dakikalar ya da doğum şekeri geliyor; fakat öyle değil. Aileye, bebeğin ilk dakikalarının anlatıldığı bir anı defteri hediye ediliyor. ‘Bebeğin ne anısı olabilir ki?’ demeyin, oluyor. Üstelik de bunlar, yılların edebiyat öğretmeni Şebnem Yüce tarafından kaleme alınıyor. Aileler kadar hastane personeli de bebekler için yazılacak ilk sözleri merakla bekliyor. Şu sıralar Fazıl Hüsnü Dağlarca da aynı hastanede yattığı için Dağlarca şiirleriyle başlıyor bu yazılar. Hemen söyleyelim Dağlarca’nın durumu da iyi...

Yeni doğan bir sürü bebeğimiz Ankara’da enfeksiyonla savaşırken; İstanbul’da özel bir hastane, taze anne babaları mutlu edecek türlü incelik peşinde. Fotoğraf, kamera ve doğum şekeri geliyor hemen akla; ama değil. İşbirlikçisi edebiyat olan bu incelik, aileye, bebeğin anı defterinin hediye edilmesinden menkul. ‘Küçücük bebeğin ne anısı olabilir ki’ demeyin; oluyor. Üstelik de bu anılar, defterin ilk sayfasına sihirli bir el tarafından yazılıyor.

Sihirli elin sahibi, yani ‘ilk söz’lerin kelamcısı, yılların edebiyat öğretmeni Şebnem Yüce. İki buçuk senedir bebeklerin ilk günlerini anlatan Yüce, ‘ne iş yapıyorsunuz?’ sorusuna ‘anı yazarıyım’ diye cevap veriyor artık. 5000 bebeğin ilk gününe şahit olup, onları yazmış; dile kolay. Gerçi her bebek için ayrı ve özel bir anı yazmak hiç de zor değil onun için. “Üç metre uzaktan bakarsanız bütün bebekler aynı görünür gözünüze. Ama yaklaşınca her birinin ne kadar farklı olduğunu anlarsınız.” diyor zira...

“Bu ilk söz sana, doğduğun hastaneden yazıldı Deniz bebek. Acıbadem Hastanesi’nin 307 no’lu odasında sen mışıl mışıl uyurken…” diye başlayan yazıların her birinde bir başka hikaye. Onca telaş, yorgunluk ve heyecan içinde bebeğinden sonra bir anneye verilecek en güzel hediye belki de... Fırından çıkmış sıcak ekmek gibi geliyor bebekler Yüce’ye. Hastaneye koşarak gidiyor her sabah. En çok, bebekler büyüyüp dillendiklerinde, onların anı defterleri için ne düşüneceklerini merak ediyor. Aforizma ve şiirlerle bezeli birer sayfalık ‘ilk söz’ler edebiyatı sevdirir belki de her birine; kim bilir. Neler yok ki içlerinde... Babanın hayalleri, teyzenin hediyesi, çeyizden çıkmış naftalin kokulu bir çarşaf, anneanne-babaanne didişmeleri… Çeşitli konser, film, tiyatro ve romanlardan alıntılar...

Bebekleri görmeye gittiğinde çok kısa birer söyleşi yapıyor odadakilerle Yüce. En çok da bebeğin, eğer varsa, ağabey ve ablasıyla konuşmayı seviyor. “Nasıl bir dünyaya geldi sence kardeşin?” diye sorduğunda ‘yuvarlak’ diye kestirme bir cevapla ya da ‘seçenekleri alayım’ gibi bir bilgiçlikle karşılaşabiliyor çünkü. Riskli bebeklerin odalarına girmiyor ama onları unutmuyor da. Taburcu olacakları zaman ziyaret edilen bu bebeklerin defterleri, arkalarından gönderiliyor evlerine. Aileler mutlu. Telaştan teşekkür etmeyi unutanlar çıksa da arada; ilk sözleri okuduğunda gözyaşlarına boğuluyor çoğu. Devamını getireceklerini söylüyorlar bir de…

Gülümsemesi dalga dalga yayılan Şebnem Yüce, 1960 İstanbul doğumlu. İstanbul Üniversitesi Alman Dili ve Edebiyatı mezunu. Yazı yazmaya dört elle sarıldığı zamanı şöyle anlatıyor: “Annemin ardından babamı da kaybettiğimde yaşananların hafızalardan silineceği ve unutulup gideceği korkusuna kapıldım. En çok da babamla annemin yaşadığı o büyük aşkın unutulmasından korktum ve anıları yazmaya başladım.”

Uzun bir müddet bir yandan okula gidip ders vermiş; bir yandan da hatırlayabildiği kadarıyla anne ve babasının büyük, tutkulu ve bahtiyarlıkla dolu aşklarını anlatmış Yüce. Basılacağını düşünmeden çocuklarının okuması için sadece. Yazdıkları küçük bir yayınevi tarafından ’51 Leylakları’ isimli bir anı-roman olarak yayınlandığında ise kendi deyişiyle ‘yazmanın dayanılmaz hafifliğini hissetmiş iliklerinde.’ “Yaşananlar bir daha yaşanmayacaksa, onları yazmak bir sorumluluk. Ve daha önemlisi bu bilinci diğer insanlara da taşımak…” diyen anı yazarı, baba ve annesiyle yetinmemiş elbette.

20 yıl Marmara Üniversitesi’nde Alman Dili ve edebiyatı hocalığı yaptıktan sonra, ‘farklı bir denize yelken açma’ gerekçesiyle ayrılmış okuldan. Kıyıdakilerin hayret ve kuşku dolu bakışlarına ve ‘profesör olmana şurada ne kaldı’ demelerine hiç aldırmadan. Kendisini bir şeylerin beklediğini hissetmiş ve güvenmiş sadece.

Anılar toplayıp onları yazmaya karar verdiğinde, çaldığı ilk kapı bir huzurevine aitmiş ama anıların orada çok silikleştiğini görünce yaşamın son yerine ilk günlerine şahit olmaya karar vermiş. Ve evinin yakınındaki Acıbadem Hastanesi’ne başvurup anı yazarlığı yapmak istediğini söylemiş. Şanslıymış, ‘bir deneyelim’ demiş çünkü yönetim. O gün bu gündür de 5000 bebeğe ilk günlerini yazıp hediye ediyor Yüce. Hastaneye öğleye doğru geliyor, önceki günün bebeklerine hikayelerini teslim edip yeni bebekleri görüyor ve gidemiyor hemen öyle. Çünkü dost herkesle. Sohbet, sohbet, sohbet…

Hastanede bir edebiyatçının varlığından memnun herkes. Yüce’nin sayesinde pek çok yazar ve şair tanıyor hastane personeli. Doktorlar, hemşireler ve hatta hastabakıcılar, bebeklere yazılan her bir ilk sözü merakla bekliyor. Şu sıralar Fazıl Hüsnü Dağlarca da aynı hastanede yattığı için Dağlarca şiirlerine iltimas geçiyor Yüce. Üstadı da her gün ziyaret ediyor ve diyor ki “Asırlık bir şairle aynı ortamda bulunmak, onun sırtına yastık koymak bir onur…” Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın durumu epey iyi artık. Yemek yemeye bile başlamış hatta. Etrafı sevenleriyle, dahası edebiyat sevenlerle dolu.

İki buçuk yıllık hastane günlerinde bunun gibi pek çok güzel anı biriktirmiş Yüce. 3000 YTL’lik aylık gelirin yanında, her bir bebeğin ilk sevincine ortak olmak söz konusu sonuçta. Tüm bu süreçte eşinin desteğini de anmadan edemiyor Yüce. Seçimlere müdahale etmeyen, huzur veren bir eş onunki. Hani şu, kendisi denizde açılmaktan korkan ama hanımının yamaç paraşütü yapmasına da karışmayanlardan. 27 yıllık bir evlilikleri ve 25 ile 23 yaşında iki kızları olan Yüce ailesini bu cesaretle kim bilir ne anılar bekliyor daha…

Deniz Ilgın

Zaman Cumaertesi/ 09.08.2008

Hiç yorum yok: