1 Ağustos 2008 Cuma

İstanbul’un Modern Müzeleri

İstanbul sanat ortamının talihi döndü, yazgısı değişti. Bu dönüş ve değişim tam olarak ne zaman başladı; kestirmek zor, lakin son üç beş senedir olay ayyuka çıktı. Bunda, birbiri ardına açılan modern sanat müzelerinin epey payı var. Küratör Beral Madra’nın 1980’lerin Türkiye sanat ortamını tanımlarken kullandığı “Devletin her türlü olanaktan yoksun bıraktığı, yılda bir iki resim bile satın alamayan, dahası binasının onarımını yap­tıramayan üç müze…” ifadesi çok gerilerde kaldı. Müzelerimiz neredeyse dünya sanatıyla yarış halinde şimdi.

Müze deyince, tarihin ağırlığı altında ezilen tozlu binalar gelirdi eskiden aklımıza. Ve bu binalar bize sadece tarihi anlatmak içindi. Şimdiki zamanın üretimiyle yoktu hiçbir ilgileri. Geçmişe doğru gittiğimizde Türkiye’de müze olarak tasarlanan ilk yapının 1891’de inşa edilen şimdiki İstanbul Arkeoloji Müzesi olduğunu görüyoruz. O zamanlar hemen karşısındaki Güzel Sanatlar Akademisi ve yanı başındaki kütüphanesiyle saltanatsız ama gururlu bir müzeydi o. Tıpkı, dünyadaki ilk müze sayılan İskenderiye Müzesi (MÖ 4. yüzyıl) gibi... Topkapı, Dolmabahçe, Türk İslam Eserleri gibi müzelerimiz de öyle.

Bize tarihi anlatan bu müzeler eskidi ve tozlandı mı şimdi? Elbette hayır. Onlar her zamanki haşmetleriyle durdukları yerde. Ama artık gündemi takip eden müzeler kuruldu ülkemizde. Hem de dünya sanat gündemini. Son on yıldır dünyanın pek çok yerinde turistlerin aklına tarihin ağırlığı altında ezilmiş, eski ve muhteşem binalar değil; en yeni mimarlık fikirlerinden doğmuş, garip ve kışkırtıcı yapılar geliyor. Koleksiyonlarında öyle benzersiz tarihi eserler barındırmak zorunda değil bu müzeler. Mimarileri, özel efektleri, süreli sergileri ve sundukları kültürel eğlenceler de bir o kadar önemli.

Londra’ya giden her turist nasıl Tate Modern’i, İspanya ’ya giden de Bilbao’daki Guggenheim Müzesi’ni görmeden dönmüyorsa; İstanbul’un da görülmeden dönülmeyecek sanat müzeleri mevcut. O müzelerin, ki bir elin parmağınca henüz sayıları, hünerleri boylarını kat be kat aştı. Hem bizi, hem de turistleri kendilerine çektiler ve hatta yeni yaşam alanlarımıza dönüştüler. “Öyleyse akşamüstü falanca müzede buluşuyoruz...” gibi cümleler bile kurmaya başladık. Büyük ve seyirlik sanat müzelerimizin modernlikleri; mimari, konfor, koleksiyon ve sergilerinden menkul. Sürekli sergileri bir yana, süreli sergileriyle de öne çıkıyorlar üstelik. Buradan hareketle İstanbul’un modern müzeleri kimler ve neler yapıyorlar bir göz atalım istedik...

Kapısından kuyruk eksilmeyen müze

2002’de açılan Sakıp Sabancı Müzesi (SSM), modern müzelerimizin en bilineni. Rahmetli Sakıp Sabancı, müzenin açılışında, yurtdışındaki toplantılarda önemli kimselerin birbirlerine hep “Sende neler var?” diye sorup; “Bende Picasso, Matisse ve Miro var.” gibi cevaplar verdiklerini anlatmış ve eklemişti: “Biz o zaman kalıyorduk böyle mahçup mahçup. Anladık ki bu işlere önem verilmeli...”. Verildi de. Hem de epey. Picasso ve Rodin sergileriyle İstanbul trafiğini kilitleyen SSM için; sanatseverler Erzurum’dan trenlerle, Ankara’dan otobüslerle geldiler şehre. Müze Müdürü Nazan Ölçer’e göre “Dünya sanat haritası İstanbul’dan geçer oldu.” hatta. 250 binden fazla kişinin gezdiği ‘Picasso İstanbul’da sergisi boyunca müzenin kapısından kuyruk eksik olmadı hiç.

Geçmiş sergileri daha fazla anlatıp da görmeyenlerin moralini bozmayalım ve önümüze bakalım. SSM, şu sıralar hummalı bir çalışma içinde. Çünkü 20. yüzyılın en önemli sanatçılarından, sürrealizm akımının temsilcisi Salvador Dali’yi ağırlayacak önümüzdeki günlerde. 20 Eylül’de açılacak sergi; 270 kadar yağlıboya tablo, çizim ve grafiğin yanı sıra el yazmaları, fotoğraflar ve çeşitli dokümanlarla zenginleşerek kapsamlı bir retrospektife dönüşecek. Bu evrensel ve provokatif sanatçının düşünceleri, saplantıları, ikonografisi ve sürreel dünyasının kapıları 2009 Ocak’ına dek açık kalacak.

İsmi ve cismiyle modern müze

2004’ün son günlerinde dönemin başbakanı tarafından alelacele açılan İstanbul Modern, yılda hiç olmazsa iki ulusal ve iki uluslararası sergi, üç de fotoğraf sergisi ağırlayarak dünya sanat gündeminden hiç düşmedi. 3.5 senede 28 sergi; dile kolay. Pek çok kimse için buluşma noktası olan İstanbul Modern’in küçük de olsa bir kütüphanesi ve epey pahalı da olsa deniz manzaralı bir de cafesi var.

Müzenin şu günlerde ağırladığı sergilere gelince… Üst kat tamamıyla Türkiye coğrafyasının 100 yıllık sanat serüvenine odaklanmış durumda. ‘Modern Deneyimler’ başlığı altındaki koridora girdiğimizde Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti’nde, 19. yüzyıldan 1940’lı yılların sonlarına dek, resim sanatının zamandizinsel gelişimini izleyebiliyoruz.

‘Bireysel İzlenimler’de ise sanatçı odaları üzerinden ortak bir tarihin kişisel deneyimler ile nasıl örtüşüp ayrılabileceğine tanık oluyoruz ki, bu kısım sanat tarihinin aynı zamanda modern bireyin tarihi olduğunu hatırlatması bakımından önemli. Modern sanatı, sanatçılar üzerinden geçirdiği değişimi takip ederek izlemenin başkaca pek yolu da yok zaten.

Müzenin alt katında 10 Ağustos’a dek Tasarım Kentleri sergisi görülebilir. Dünya tasarım anlayışını değiştiren önemli sanatçıların yapıtlarını biraraya getiren sergi; mimariden endüstriyel ürünlere, mobilyadan grafik tasarıma, modadan otomotive geniş bir yelpazede. Müzenin küçük fotoğraf galerisini de unutmamalı. Galeride ‘İğne Deliği Fotoğrafları’ başlıklı bir sergi var şu günlerde. Gepegenç fotoğrafçıların iğneyle kuyu kazar gibi konserve kutusuna ya da cezveye açtıkları delikten sızan ışıkla, ‘camera obscura' ilkesiyle çektikleri fotoğraflar, herkesi fotoğrafçı olmaya çağıracak türden.

İspanyol ressam Miro’dan renk defilesi

Akıllarımıza Osman Hamdi’nin Kaplumbağa Terbiyecisi’ne ödediği rekor fiyatla kazınan Pera Müzesi, 2005 Haziran’ında kapılarını İstanbullulara açtığında bir sanat mabedi olacağının sinyallerini vermişti aslında. Suna ve İnan Kıraç Vakfı tarafından desteklenen müzenin az ilerisindeki İstanbul Araştırmaları Enstitüsü ile kütüphane eksiğini de gideren Pera Müzesi, beş ayrı kata ve bir o kadar ayrı sergiye sahip.

Kalıcı koleksiyonlarını 1 ve 2. katlarda sergileyen müzenin 4 ve 5. katlarında şu sıralar delişmen İspanyol ressam Joan Miro’nun düş dünyası var. Gerçeküstücü soyut ressam Miro ile buluşmak için tarihi bir fırsat olan sergi, Maeght Koleksiyonu’ndan gelen 120 parçadan oluşuyor. Yapıtlarının sırrını ve uçarı hayal gücünü en başından kendini doğaya bırakarak elde eden ressam, haklı ve mütevazı olarak “Bizim şansımız Picasso’dan sonra doğmak demiş ve eklemiş zamanında: “Son tablolarımı yıldırım çarpmışçasına, dış dünyadan bütünüyle koparak tasarladım. Bu, resim değil. Ama bu da, hiç mi hiç umurumda değil.”

Akademiyi ‘feci bir yeteneksizlik ve beceriksizlik’ sergileyerek yarım bırakan Miro, pek çok kimseye göre renkçiymiş ama biçime gelince beş para etmezmiş. Pera Müzesi’ndeki sergide, sanatçının tüm renkleriyle karşılaşmak için son tarih 31 Ağustos 2008. Elinizi çabuk tutmalı ve sergiye gitmişken müzenin alt katlarındaki Anadolu Ağırlık ve Ölçüleri, Kütahya Çini ve Seramikleri ile üç yüzü aşkın tablodan oluşan Oryantalist Resim Koleksiyonu’nun bir parçasını da görmelisiniz tabii ki.

Santralistanbul, Rahmi Koç ve Proje 4L Elgiz...

Geçtiğimiz Eylül’de açılan Santralistanbul; mimarisi, cesareti ve şimdiye kadar ağırladığı sergilerle aynı minvalde bir müze. Santralistanbul’un enerjisi bir başka. İstanbul’un eski elektrik santrali ne de olsa. Eyüp’te olması sebebiyle gidiş zor gelebilir ama müzeye AKM’nin önünden düzenli servisler var. Bilgi Üniversitesi’nin kimi bölümleri, Enerji Müzesi ve Sanat Müzesi aynı bahçenin, daha doğrusu kampüsün içinde. Bu sebeple müzenin etrafı sürekli gençlerle çevrili. Santralistanbul’un açılış sergisi ‘Modern ve Ötesi’, ne yazık ki geçtiğimiz günlerde sona erdi. Türk modern sanatının öyküsü olarak sunulan sergi, her şeye ve onca tartışmaya rağmen görülseydi iyiydi. Ama artık geçti. Yeni sergilere kısmet...

Haliç’in kıyısına kurulmuş bir başka modern müzemiz de Rahmi Koç. Kendini Türkiye’deki ulaşım, endüstri ve iletişimin tarihine adayan Rahmi Koç Müzesi, gramofon iğnesinden gerçek boyutlarda gemilere ve uçaklara kadar uzanan binlerce objeyi içeriyor.

Proje 4L Elgiz Güncel Sanat Müzesi, 2001 yılında kurulmasına rağmen hala fazla tanınmıyor. Halbuki müze, 2005’ten beri Elgiz Koleksiyonunu kalıcı olarak sergilemekte. Koleksiyon da her geçen gün değerli ve güncel eserlerle zenginleşiyor elbette. Yolunuz Levent’e düştüğünde uğrarsanız neler kaçırdığınızı göreceksiniz.

Lafı fazla uzatmaya lüzum yok: İstanbul’un modern müzeleri; sergi, kütüphane, katalog ve cafeleriyle tam teşekküllü şekilde ziyarete bekliyor sanatseveri.

KUTU: Önce müze, sonra cafe... Yoksa tam tersi mi?

Modern müzeler hayatımıza iyiden iyiye girdi. Bir öğle sonrası kendimizi bir kattan diğerine, bir salondan öbürüne koşuştururken buluyoruz. Soluklanmak, aldığımız katolog ve broşürleri karıştırmak, eğer varsa, yanımızdakiyle sanatsal meseleleri tartışmak neredeyse bir ihtiyaç. Hal böyle olunca müzelerdeki cafelere talep arttı. Ya da tam tersi. Öyle güzel müze cafeler var ki; sergi gezmek, cafede oturup keyif yapmanın bahanesi...

İstanbul Modern Cafe, manzarası sebebiyle tam bahanelik. Hele de önüne bir vapur demirlememişse... Salon ve terasta oturanlar Boğaz’da gelip giden gemileri, Ayasofya’yı, Topkapı Sarayı’nı, Üsküdar’ı ve Kızkulesi’ni seyredebiliyor. SSM’deki Müzedechanga da boğaziçine bakan cafelerden. Cilasız meşeden yapılmış ahşap mobilyalarıyla kimlik sahibi bir mekan Müzedechanga. Rahmi Koç Müzesi’ndeki Halat ise Haliç’in kıpırtılı sularına bakıyor. Santralistanbul’daki Otto, mimarisi ve sıradışı dekoruyla epeydir herkesin dilinde zaten. Menüsünde de aynı deneysellik sürüyor üstelik. Elgiz Güncel Sanat Müzesi’nin cafesinin de Otto’dan kalır yanı yok. Pera Müzesi’nin ise girişte solda gayet ciddi ve ağırbaşlı bir cafesi mevcut. Binanın eskiden otel olduğunu ele veren bir cafe bu.


Deniz Ilgın

Raillife/ Ağustos 2008

Hiç yorum yok: