12 Eylül 2009 Cumartesi

50. sanat yılında nar bereketi

Son yıllarda neredeyse her köşe başında Devrim Erbil ‘çizgi’si çıkıyor karşımıza. Bir yanda Bozcaada’daki baskı resim sergisi, öte yanda Slovakya’da görücüye çıkan eserleri; diğer bir tarafta ise Christie’s’in Dubai’deki müzayedesinde 50 bin doların üzerinde satılan tuvalleri… Sanat hayatının 50. basamağına ulaşan 72 yaşındaki ressamın yaşadığı, tam bir nar bereketi. Şu günlerde bir yandan Viyana, bir yandan Diyarbakır sergisine hazırlanıyor sanatçı. Telaşının asıl sebebi ise Mimar Sinan Güzel Sanatlar Akademisi’nde 28 Eylül’de açılacak ‘50. Yıl Sergisi’... Oscar Wilde’ın “Ruh bedende ihtiyar olarak doğar, beden ruhu gençleştirmek için ihtiyarlar.” cümlesi onun için söylenmiş sanki. Çünkü 50 yıllık sanat yaşamına 200’den fazla kişisel sergi sığdıran sanatçı, güzel ayakkabılı hanımların eksik olmadığı atölye evinde şövalesinin başında genelde. Ritüeli şöyle: Mermer sehpanın üzerine boyaları sıkıp, klasik müzik çalan bir radyo frekansı ayarlayıp, eline fırçayı almak… Sonrası malum; yorulup usanmadan çizmek, çizmek, çizmek…


Nasıl gidiyor resim?

Caminin kubbesine beyaz ışıklar konduracağım şimdi. Şuralardaki maviler resmin içine girmedi daha. Burada birbirlerine karışıp resim olmaya, daha doğrusu benim resmim olmaya başladılar ama; vakit var daha.


Nakkaş titizliği isteyen bir üslupla saatlerce çizmek, çizmek, çizmek… En zor tarafı ne?

Bir macera bu. Sonu bir yere çıkacak elbette. Ölüm yok nihayetinde. Ama bazen resim öyle bir yola giriyor ki bozuluyor her şey. Gerçi boza boza ‘iyi’ye ulaşıyor ressam. En zoruysa resmin bittiği anı belirlemek. Büyük bir karar o. Bazen heyecan, bazen zaman, bazen boya, bazen de ömür bitiyor ama resim...


Bitmiyor olmalı ki; 50 yıl sonra bile şövalenin başından kalkamıyorsunuz.

Evet, 50 yıldır, yani Akademi’yi 59’da bitirip icazet aldığımdan beri bu böyle. Mevsimler geçip gidiyor önümde. Ben hep tuvalin başındaydım. Hâlâ, bu yaşımda, günde 12 saat çalışıyorum.


İade-i itibar kuvvetli ama. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi (Akademi), 28 Eylül’deki dönem açılışını sizin serginizle yapacak. Alışılagelmiş bir şey değil bu. Nasıl oldu?

1954’te Akademi’ye öğrenci olarak girdim; 2004’te Akademi’den profesör olarak çıktım. 2 yıllık askerlik görevim dışında tam 50 yıl Akademi’deydim. Bu serginin hikâyesine gelince; bundan üç yıl önce Ege Üniversitesi, açılış programına sergimi dâhil etti. Bu beni çok duygulandırdı. Güzel Sanatlar Fakültesi olmayan bir üniversite bunu yapıyor da güzel sanatlar ile özdeşleşmiş bir okul, benim okulum bunu niye yapmıyor diyerek bunu rektör de dahil herkesle paylaştım. Onlar da önerimi çok sıcak karşıladılar ve ilk sergiyi 50. sanat yılım olması sebebiyle bana ayırdılar.


Nasıl bir sergi bekliyor izleyiciyi?

50 yıllık sanat yaşamıma ışık tutan 50 resimlik bir sergi. Pek çok önemli resmim bulunacak. Öğrencilik çalışmalarım, mezuniyet resmim olan Meyve Toplayanlar, koleksiyonlardan ve kendi arşivimden toplananlar. Eskiyle yeni bir arada. Retrospektif tadında. Değişik tekniklerdeki uygulamalarım da olacak. Sergi 15 Ekim’de bitecek.


Sonra?

Sonra Aralık’ta Contemporary İstanbul var. Bir de 2004’ten beri faaliyette olan Balıkesir Devrim Erbil Çağdaş Sanatlar Müzesi’nde bir sergi... O müze de benim için çok önemli. Balıkesir’in kültür kenti olma çabalarının somut bir örneği o. Şubat’ta ise Dubai’de epey büyük bir sergim olacak. Sonra Kuveyt, Atina, Brüksel… Görüşmeler sürüyor. Sergi açmaktan hiç çekinmiyorum ben. Zaten kimseye ‘Hayır’ diyemiyorum, hele bir de talep Anadolu’dan geliyorsa…


Anadolu’ya verdiğiniz özel önemin sebebi ne? Sanatı her yere ulaştırma isteğinin mi, yoksa her yerde görünür olma isteğinin mi bir parçası bu?

İkisi de elbette ama ben kendime şöyle bir sorumluluk yükledim. Sanatın seveni çoğalmalı. Yani sanat sadece seçkin bir topluluğa hizmet etmekle kalmamalı. Çoğu sanatçı fildişi kulesinde yaşıyor. Ben öyle değilim. Sergi, konferans ve eğitimlerle neredeyse tüm ülkeyi dolaştım. Sanatın, Anadolu’nun her noktasına ulaşmasını önemsiyorum. Ayrıca Anadolu’dan çok şey öğreniyorum. Ben sanatı oralara götürdüğümü sandıkça oralardan topluyorum da…


Mesela?

Van’a gittim, Akdamar kilisesini gördüm, şaşırdım kaldım. O kilisenin rölyeflerini yapan kişi Floransa’da dünyaya gelmiş olsaydı bir Mikelanj’dı. Bunu bir kişinin yeteneği olarak düşünmemek lazım. Orada bir kültür var. Heykelin geçirdiği bir süreç, bir gelenek var. Arkasında kocaman bir Anadolu uygarlığı var. Ani de öyle... O kentleşme, o mimari... İnanılır gibi değil.


Anadolu kültürünü sanatına bu denli yansıtan ender sanatçılardan birisiniz. Bunda Bedri Rahmi geleneğinden gelmenizin etkisi var mı?

Elbette. Bedri Rahmi bizi çok farklı kaynaklara yöneltti. 1954-59 yıllarında o dönem için diğer atölyelerden farklı bir eğitim aldık. Anadolu kültür ve minyatürünü, Afrika ve Uzak Doğu sanatının ayrıcalıklarını keşfettik. Minyatür, halı, kilim, çini ve hat sanatının farkındaydık. Velasquez resmini de Nakkaş Osman Paşa’nın ‘El Fetihname’sini de bilirdik. Bunlar hep Bedri Rahmi sayesinde… Hâla Kariye Camii ve Türk İslam Eserleri Müzesi’ni görmeyen sanatçılarımız olduğunu düşününce çok şanslı olduğumu bir kez daha anlıyorum.


Türk sanatçıların yoğun olarak Paris’e gittiği dönemin sonlarına yetişmiş bir ressam olarak; akranlarınız bambaşka eğilimler içindeyken siz nasıl oldu da eserlerinizde Anadolu kültürüne bu kadar bağlı kaldınız?

Yurt dışına bir hesaplaşma, bir de kabullenme gözlüğüyle gidersiniz. Ben körü körüne kabullenmedim. Elbette Mikelanj’ın Sistin Şapeli’ndeki eserlerine şaşırdım, Musa Heykeli’ne çıldırdım ama kendi zenginliklerimizin de farkındaydım. Bizden önceki kuşak Batı’ya hayranlıkla gitti. Paris’ten uzaklaştıkça resim yapılamaz sandılar. Benim sanatımda ise Anadolu kültürü her zaman belirleyici oldu. Ben bir Anadolu çocuğuyum sonuçta. Onun hoş ve şiirsel güzelliği kadar insanın içini burkan yaşam biçimlerinden de etkilenirim.


Şimdi; 50 yılı geride bırakmış ve ‘İstanbul’ resimleriyle parlamış tuzu kuru bir sanatçı olarak denediğiniz yeni şeyler var mı? Yoksa sizden bu kadar mı?

Olur mu? Denemeye devam elbette. Çeşitli malzemeler denedim, biliyorsunuz. Ama şimdi bambaşka bir şey var gündemimde. Kızım Renk Erbil’le ses, ışık ve renk bağlamında yeni görsel boyutları olan çalışmalar yapıyoruz. Kasım’da Londra’ya gideceğim ve bir ses mühendisiyle çalışacağız. Ses ve renk bağlantılarından hareketle üçlü bir sergi açmayı planlıyoruz.


Bir Akademi hocasından güncel sanat mı?

Akademi hocası akademik bilgileri verir ama kendisi akademik resim yapmak zorunda değildir. Tuval resminin dışına çıkmak, teknolojiye de bulaşmak istiyorum. Bundan da hiç çekinmiyorum.


JÜLİDE KARAHAN

SKY LIFE / EYLÜL 2009

..............

Hiç yorum yok: