3 Aralık 2009 Perşembe

İSTANBUL'UN DEĞİŞEN YÜZÜ: TOPHANE

İstanbul’un yeni çağdaş sanat güzergâhı Tophane’nin değişimini ve mutenalaşmanın sanat üzerinden nasıl ilerlediğini fotoğraflamak isteyenler için doğru zaman: Şimdi.

Geç kalmıştı. Buraları pek bilmiyordu da… Hangi sokaktaydı şu galeri? Soracak birilerini aradı, gözleri güler yüzlü yorgancıya ilişti. Bilmez ama tam da kepenklerin indiği şu saatlerde O, etraftaki telaşsız tek kişiydi. “Afedersiniz, yakınlarda bir galeri olacak, tarif edebilir misiniz?” “Hangisini arıyorsun?” “Nasıl yani? Beyoğlu-Nişantaşı-Bebek sathı mahali dışındaki Tophane’de kaç galeri olabilir ki?” “10 kadar...” Ve yorgancı yolu samimiyetle tarifledi.

Birbiri ardına açılan galeriler; sırtını İstiklal Caddesi’ne yaslamış, ayaklarını denize uzatmış keyfe keder İstanbul semtlerinden Tophane’nin değiştiğinin/değişmekte olduğunun en açık göstergesi. Semt, özellikle son bir senedir aldı başını gitti. Güzelleşti, kalabalıklaştı, pahalılaştı. Kıssadan hisse; artık Tophane, İstanbul’un çağdaş sanat güzergâhlarından biri, hatta belki de birincisi. Aslında hadisenin ahvali biraz daha eski. Şöyle ki…

İLK KIVILCIM

Çok değil, bundan 10 sene önce Galatasaray Lisesi’nden aşağı kıvrılan yola, özellikle de belli bir saatten sonra pek girilmezdi. Bir şey olduğundan/olacağından değil. Olsa olsa 1970’lerden kalma kabadayı efsanelerinden… Bir de belki caddenin ‘Boğazkesen’ olan isminden… Tramvay hattı Kabataş’a; İstiklal Caddesi Tünel’e uzamıştı ama birilerinin yukarıdan sola, aşağıdan sağa sapması vakit aldı. İlk sapanlar galeriler oldu. Kıvılcım, Hayriye Caddesi numara 5’teki Apelyan Apartmanı’nın giriş katında 1998 yılında çaktı. Nuran Terzioğlu; mimar Nevzat Sayın’ın yüreklendirmesiyle mekânı, Armenak Usta’nın marangoz atölyesinden İstanbul’un en romantik galerisi Apel’e çevirdi.

90’ların sonlarında İstanbul’da patlamaya hazır bir sanat ortamı, hatta küratör René Block’un deyişiyle bir ‘İstanbul mucizesi’ vardı. Bu mucizeyi görünür kılan İstanbul Bienali, 1995’te Tophane’deki Antrepo binalarına uğrayarak gözleri semte çevirdi. Ama hareketlenme için yine bienal mekânlarından 4 No’lu Antrepo’nun müzeye dönüşmesi gerekti. İstanbul’un ilk modern müzesi, 17 Aralık 2004 tarihli Avrupa Birliği zirvesinden 4 gün önce açıldı. İşte o akşam; gencinden yaşlısına, hippisinden kelli fellisine tüm sanat camiası Tophane’nin engebesiz ve geniş kaldırımlarından geçerek İstanbul Modern’in açılışına gitti. Bu, semt için bir milattı.

MÜZE DEYİP GEÇMEYİN!

Ama bir müzenin, bulunduğu semti değiştirmesinin ilk örneği değil... En çarpıcı örneklerden biri, 1977’de tamamlanan Centre Georges Pompidou’nun bataklık anlamına gelen ‘Le Marais’ bölgesinde yaptığı... Kaderine terk edilen ve Hausmann’ın Paris’i dönüştürme projesinin bile fayda etmediği Le Marais bölgesi, müzeyle birlikte birdenbire Latin Querter’deki entelektüellerin ikinci adresi oluverdi. Müzenin ardından peş peşe açılan galeri, mağaza ve cafelerle bölge; Paris’in moda ve sanat merkezlerinden biri şimdi…

Tate Modern’in yaptığı da farklı değil. Londra’nın yoksul bölgelerinden birindeki eski bir elektrik santralini yaşama döndüren Tate Modern, kısa zamanda Thames kıyılarının en popüler mekânı oldu. Müzenin ardından bölgede pek çok galeri açıldı. Onları; tiyatro, tasarımcı, butik otel, cafe ve restoranlar izledi. Şimdi herkes; Tate Modern’in asıl başarısının, kentin atıl bölgelerinden birini yaşanılası bir yere dönüştürmesi olduğunda hemfikir.

İstanbul Modern’in sergi, sinema, söyleşi, atölye çalışması, kütüphane ve cafesiyle yaptığı da işte tam böyle. Sanatseverin ayağını müzeye ve Tophane’ye iyiden iyiye alıştırmak… Müzenin açılışını takip eden 9. İstanbul Bienali; Antrepo binaları yanı sıra Tütün Deposu’na da yerleşince Tophane’deki sanat üslerinin sayısı arttı. Sonrası zaten çorap söküğü gibi. Hafriyat Karaköy, Rodeo, Outlet, Non, Pi Artworks ve Galerist Tophane...

SEMTİN HAL-İ PÜR MELALİ

Tüm bu olanlar semtin günlük yaşamına nasıl aksetti dersiniz? Bir semtin, mahallenin, hatta sokağın hal-i pür melalini merak ediyorsanız ya taksicisini bulacaksınız ya emlakçısını… Öyle yaptık. 43 yıldır Tophane’li Halil Efendi “Canlanıyor buralar. Sanatlı, sanatçılı bir canlanma bu.” diyor ve ekliyor: “En çok Mimar Sinan’da okuyan gençler geliyor. Bir de yabancılar…” 21 yıldır emlakçılık yapan Kenan Abi’ye göreyse 2005’ten beri bir haller oluyor semte: “İki senedir kiralar arttı. 300’lük ev oldu 800’lük. Şimdiki kiracılar; yabancılar, yazarlar, gazeteciler, sanatçılar… Galeriler semti hareketlendirdi, gerçi açılışlarda hareketlenme biraz fazla kaçıyor ya...”

Hareketlenmenin faillerinden Galeri Outlet’in sahibi Azra Tüzünoğlu, 2008 Mayıs’ında lokantadan bozarak dönüştürdüğü galerisinin manifestosunda “Outlet; İstanbul’un sanat haritasında Beyoğlu’ndan Fındıklı’ya inen aksın, ‘sanat yürüyüş alanı’ olmasında dönüştürücü bir rol üstlenmeye adaydır.” diyor ve bize söyleyecek söz bırakmıyor. Hediyelik eşya deposundan galeriye dönüşen Non’un sahibesi Derya Demir ise semtin daha da hareketleneceği görüşünde.

BİR MUTENALAŞMA HİKÂYESİ

Sanatsever; Boğazkesen Caddesi boyunca adres sora sora sergi gezmekten hoşnut. İstanbul’da değilmiş gibi hissedip başka bir hayata dâhil oluyor ve mahalle havası soluyor çünkü. Mahallelinin ise ezberiyle birlikte morali de biraz bozuk. Galataport projesi, mutenalaşma kelimesi, restorasyon süreci… Eski ve bakımsız ama samimi ve neşeli binalarda ucuza oturan pek çok Tophaneli, değişimin etkisini hissediyor. “Taşınmak zorunda kalır mıyız acaba?” diye sorup cevabı içlerinden veriyorlar. 20–30 yıl önce göç edip geldikleri, sevip benimsedikleri semtlerini terk edeceklerini düşündükçe huzursuz oluyorlar.

Esnaf ise memnun. Manav, elma armudu tek tek satmaya alışmış. Parkın karşısındaki kuru fasulyeci minderlerinin yüzlerini değiştirip mekânı otantikleştirmiş. Tostçuda kablosuz internet erişimi var. Hediyelik eşya dükkânlarının keyfine diyecek yok. Sattığı ürünleri epey seçkinleştiren Seçkin Bey, uzun uzun ticari kaygılarını anlatıyor ve ekliyor: “Entelektüeller ilgi gösteriyor. Galeriler çoğaldı. Cihangir gibi olacak burası. Üç beş sene sonra yer de bulunmaz.”

Seçkin Bey haklı. Kaşla göz arasında bir öğrenci yurdu, bir hostel ve bir suit otel açılmış Boğazkesen’e. Söylentiye göre apart otel için yer arayan 4 – 5 müşteri daha varmış sırada. Bir butik otel, bir mimari tasarım galerisi, şık bir cafe ve üç beş galeri ise yolda. Tophane-i Amire’nin karşı köşesindeki 1905 tarihli Yazıcı Zade Apartmanı ise rezidans hazırlığında…

İstanbul Modern, bienal ve galeriler bir yana; yakında Masumiyet Müzesi de açılınca semtin önünde kimse duramayacak. Mutenalaşma kaçınılmaz. Bir semtin günden güne değişen resmini görmek istiyorsanız elinizi çabuk tutun. Sonrasında her şey cilanın altında kalabilir.

SANATSEVER İÇİN TOPHANE ROTASI

İstiklal’in kalabalığından sıyrılıp Galatasaray’dan aşağıya, illa ki sahafların tozlu raflarını karıştırarak inmeli. Yavaş ve telaşsız. Yeni Çarşı Caddesi’nin Boğazkesen’e döndüğü yol ağzındaki dut ağacının gölgesinde ikamet eden yeşil kulübenin kilimlerine bakmalı sonra. Yalnız tam o noktada biraz dikkatli olmalı. Çünkü Cezayir Sokağı; hoş müzikleri, şen kahkahaları ve rengârenk siluetiyle gönlünüzü çelebilir. Kanmamalı. Zira sırada Galeri Apel ile Galeri Elipsis var. Şimdi gerisin geriye; istikamet Galerist Tophane. Pencerelerden taşan çiçek, çamaşır, çocuk ve türlü çeşit hayatı geride bırakıp ilerlemeli serin serin. Çorbacı, simitçi, yorgancı, envai çeşit tamirci, hediyelik eşyacı… Derken Pi Artworks, Outlet, Non, Rodeo ve Hafriyat Karaköy… Nargilecilerde verilen demli çay ve gözleme molasının ardından büyük tura, yani İstanbul Modern gezisine başlayabilirsiniz. Son bir hamleyle Siemens Sanat’a göz ucuyla bakıp, Akademi’yi selamladıktan sonra; tamam tamam bitti. Siz de bittiniz… Şimdi Fındıklı Parkı’ndan boğazı seyredin ki yorgunluğunuz martı olup uçsun.


JÜLİDE KARAHAN

SKYLIFE ARALIK 2009

.........

Hiç yorum yok: