3 Aralık 2009 Perşembe

“SEKEN TOPLAR GOL OLUYOR”

Tanımayan yok onu. Hatta kendi deyişiyle izlemeyen… Televizyonun önünden geçseniz göreceksiniz, o derece. 1994 yılından beri bir şekilde ekranda olan Acun Ilıcalı, neredeyse aileden biri. Şu sıralar ‘Yetenek Sizsiniz’ programı dâhilinde Anadolu yollarında. Muğla ve Kocaeli çekimleri bitti; sırada Konya ve Trabzon var.


Karşımızda; 19 yaşında evlenip 20’sinde çocuk sahibi olmuş, 22 yaşında anne ve babasını trafik kazasında kaybedip 24 yaşında boşanmış bir adam var. Kendi deyişiyle 25 yaşında ‘hayattan mezun olmuş!’ biri... Oyunla başlayan neşeli hayatı, dünyanın en zor gerçekleriyle sekteye uğrayan Acun Ilıcalı, 40’lı yaşların çok başında yine oyunların ortasında. Beşiktaş muhabiri olarak başladığı televizyon macerasını önce ‘Televole’, sonra da 105 ülkeyi gezdiği ‘Acun Firarda’ ile sürdüren Ilıcalı, ‘Fear Factor’ ve ‘Survivor’ derken ‘Var mısın Yok musun’ ile turnayı gözünden vurdu. Şu günlerde ‘Devler Ligi’ ve ‘Yetenek Sizsiniz’ ile yola devam eden Acun Ilıcalı, buluştuğumuzda biraz sıkıntılıydı. Arada toplar sekiyor olmalı…


Bir derdiniz mi var?


Var da, sizinle ilgili değil. Çözmeye çalışıyorum.


Programlardan biri mi kalkıyor yoksa?


Yok canım. Gece maç yaptık. Sabaha karşı 5’te bitti. Üzerine de iki üç toplantı. Sıkıntılı bir gün işte.


Dostun iyisi halı saha maçında, erkeğin iyisi aile ortamında belli olurmuş. Siz iki mekânda nasılsınız?

Atasözü mü bu? İyi demişler. Halı sahada dostluk mostluk kalmıyor. En hafif tabirle neşesizim diyelim. Aile ortamı ise bir insanın en doğal davrandığı, deşifre olduğu yer. Orada iyiyim sanırım.


Sabaha karşı 5’te eve dön. 7’ye kadar playstation oyna; gün nasıl işliyor bu durumda?


İşlemiyor. Günler çok sıkıntılı. 24 saat kesinlikle yetmiyor. Her yere geç kalıyor, insanlara mahcup oluyorum. Ciddi bir yoğunluk var ve açıkçası bunalmış durumdayım.


Kaçta kalkıyorsunuz?

Kaçta yatarsam yatayım sabah 10’da kalkarım. Ama öğleden sonra bir kez daha uyuyorum. Akşam yemeklerini genelde evde yiyorum. Yemeye çalışıyorum diyelim. Geceleri de hep çekim. Mesela Pazartesi – Salı ‘Devler Ligi’ni çektim. Perşembe - Cuma ‘Yetenek Sizsiniz’i… Haftada bir iki defa diğer programlara konuk oluyorum iyi kötü. Cumartesi Ankara’ya konferansa, Pazar da reklam çekimine gideceğim. Hafta bitti işte. O arada mutlaka iki halı saha maçı, üç dört tane de playstation turnuvası olduğunu düşün. Kafa gidip geliyor.


Televizyon izleyebiliyor musunuz?


İzlemem gerekenleri... Kim ne yapmış diye sadece. Eğlence için değil yani. Onun dışında futbol izlerim. Maçları. Ben genelde içindeyim televizyonun, karşısında değil.


Ben sizi televizyonda hiç görmedim desem…


Türkiye’de yaşayan birinin beni televizyonda görmemiş olması mümkün değil. Televizyonun önünden geçsen beni görürsün. Mutlaka denk gelmişsindir. Evinde televizyon yoktur; anlarım. Ama yolda izde, birinde değilse diğerinde, 15.’sinde değilse 25.’sinde rastlamışsındır. Son iki yıldır her iki günün birinde televizyondayım çünkü. Gerçekten hiç mi seyretmedin? Cem Yılmaz bölümünü de mi?


İddia şu mu: “Türkiye’de beni görmeyen, tanımayan yoktur!”


Beni görmeyen olabilir mi, mümkün mü? Hiç görmeyen uzayda yaşıyor demektir. Bir yere gittiğim zaman ‘siz kimsiniz’ diyen olmadı. Evet, Türkiye’de beni televizyonda görmemiş kimse yoktur. Sen de izlemişsindir mutlaka, insan sarrafıyım ben, anlarım.


İnsan sarraflığı ticaretten mi?

Çok fazla insanla iletişim kurmaktan. Hikâye ticaretle başlıyor tabii. Kot dükkânım vardı. Bir sürü de müşterim... Kot satarken 5 bin, muhabirlikte 2 bin, ‘Acun Firarda’ zamanında 10 bin, yarışmalarda bir 10 bin daha... Bir yerden sonra sarraf oluyorsunuz.


İyi bir satışçı mıydınız?


Çok iyiydim. Görebileceğiniz en iyi satışçılardan biriydim. Bayram öncesi bir gün 65 – 70 tane kot sattığım oldu. Pahalı kotlar ama. Tanesi 150 Dolar.


Niye yürümedi?


23 yaşında ticarete atılırsan batarsın. Bir de hesap kitap bilmem, parayla işim yoktur benim. Dükkânı, ‘fiyatlar üzerinde yazıyor’ diyerek müşteriye bıraktığım oluyordu. O derece…


Uçağa son anda binmeler, randevuları unutmalar, hesap tutamamalar... Seken toplara kim bakıyor?


O toplar gol oluyor. Zamanla ben de iyi kaleci oldum yalnız. Babamdan sonra uzun süre her top gol oldu. Kimse toplamadı. Babam olsaydı borca girmez, batmazdım mesela.


‘Acun Medya’ nasıl batmıyor?


Çünkü ders aldım artık. Çoğu hatanın temelinde tecrübesizlik var. Tecrübeyi hiçbir şeye değişmem. Gerçekten tecrübe, dünyadaki en değerli şey. Her insan hata yapmaya meyillidir; bir adım sonrasını bilemez, göremez... Ancak yaşadıkça, muhakeme ettikçe, böyle yaparsam böyle olur dedikçe öğrenir doğru hamleleri yapmayı. Şoförlük gibi. İlk kazana kadar hiç kaza yapmayacağım zannedersin. Sonra ikinciyi, eğer şanslıysan tabii, yapmak kolay değildir. Artık çok dikkatlisindir.


İki büyük motor kazası yapmışsınız. Bu nasıl ders almaktır?


Beş motor kazası yaptım, o ayrı…


Günün birinde hiç denenmemiş bir program kazandıracak mısınız televizyon dünyasına?


Yok, öyle bir şey düşünmüyorum. Televizyonda rekabet çok yüksek. Kanal sayısı arttı ama pasta aynı pasta. Dilimler küçüldükçe küçüldü. Kanal reklamla döner. İki kanal varsa reklamlar ikiye bölünür, yirmi kanal varsa yirmiye... Dilimlerin küçülmesi kanalı zora sokar. Öte yandan alternatif çok. Seyirci beğenmediği an eline kumandayı alır ve kanalı değiştir. Yani bir programı 15 - 20 milyon kişiye izlettirmen lazım. Yoksa kurtarmaz. O yüzden denenmiş ve başarılı olmuş yapımları tercih ediyorum ben. Başarısını ispatlamamış, başarılı olacağına inanmadığım bir işe başlamam. Bir projeye girmem için o projenin belli ülkelerde denenmiş ve iyi sonuç vermiş olması lazım. Bir program yirmi ülkede tuttuysa iyidir, şansı yüksektir.


Yurtdışında tutan Türkiye’de de tutuyor mu mutlaka?


Doğru yapılırsa elbette tutuyor. İnsan zevki üç aşağı beş yukarı aynıdır. Bir film Amerika’da çok izlenirse burada da çok izlenir. Hatta artık iletişim arttı, insanlar daha da aynılaştı.


Televizyonun bir matematiği, bir formülü var mı?


Yok. Formülü olsa herkes başarılı olur. İsim yapmak ve belli bir izleyici kitlesine ulaşmak elbette büyük bir avantaj ama formül budur diyemeyiz.


Şöyle soralım: Diyelim ki; yıllar geçti, yaşlandınız, üniversitede ders veriyorsunuz. Televizyonculukla ilgili... Öğrencilere ne anlatırsınız? Nasıl tüyolar verirsiniz? Evet, ders başladı. Çocuklar…


Çok seyredilmek samimiyetten geçer. İzleyici kendini programın içinde hissetmeli. Program onu kavrayabilmeli. Oyunculuk çok iyiyse bir filmi izlerken zamanın nasıl geçtiğini anlamazsınız mesela. ‘Realite Show’da da doğal ve samimi olursanız, izleyici zamanın nasıl geçtiğini anlamaz. Samimi ve gerçek olmalısınız, sonra da doğru hamleler yapmalı… Devamlı soru işaretleri oluşturmalısınız. O anki seyirden iki dakika sonra ne olacağını merak etmeli seyirci. Heyecanla beklemeli. Yoksa izlemez. Merak biterse kumanda aranmaya başlanır. Soru işareti çok önemli.


Peki tuzaklar?


Kısa süreli çözümlerin hepsi tuzaktır. Mesela kavga reyting yapar ama bu mantıkla yola çıkılmaz. Bu kısa dönemli bir hamledir. Tek atışlıktır. Uzak durmak gerekir.


İşler ters gitti diyelim, B planınız ne?


Benim yaşamım maddi kazanımlar üzerine kurulu değil. Zevk aldığım şeyler yıllardır aynı. Hâlâ lise arkadaşlarımla görüşüyor, onlarla vakit geçirmekten hoşlanıyorum. Hâlâ playstation oynuyorum. Televizyonculuk yaşamımda bu anlamda bir değişiklik yapmadı, dolayısıyla yola devam etmem çok kolay.


Televizyonun verdiği onaylanma, beğenilme ve alkışlanma alışkanlıkları ne olacak?


Televizyoncu olmadan önce de sevilen ve popüler bir adamdım ben. Ciddi bir çevrem vardı. 5 – 10 kişi birlikte gezerdik. Kalabalığı severim. Bizim evi fazla kalabalığız diye polis bastı bir kere. 30 kişiydik evde. Eğleniyorduk. Komşular şikâyet etmiş. Beni korkutan işlerin kötü gitmesi, programın izlenmemesi falan değil de; insanların bir gün beni sevmemesi olabilir ancak. Sevgi alışkanlık yapıyor çünkü.


JÜLİDE KARAHAN /ANADOLUJET ARALIK 2009

Hiç yorum yok: