3 Aralık 2009 Perşembe

İSTANBUL SAĞANAĞA HAZIR


İstanbul’un 2010 Avrupa Kültür Başkentliği’ni deneyimlemesine sayılı gün kaldı. Şehir, bir yıl sürecek kültür-sanat sağanağına hazır.


Üzerinde bir garip heyecan, bir tatlı telaş. Pırıl pırıl gözleri... ‘İstanbul’un Genç Gönüllüleri: 18 – 70 Projesi’ne katılmış, Atlas Pasajı’ndaki toplantılara gidip eğitimlerden geçmiş; görevlendirilmeyi bekliyor. U2 konserinde çalışacak belki... 18 yaşın bütün enerjisiyle 2010 İstanbul Kültür Başkenti sürecinin içinde. İşten çıkmış yorgun annesine, 2010’un İstanbul’a kazandıracaklarını bir bir anlatabilme derdinde. İyi, peki, tamam... İsterse diğer gönüllülerle birlikte 13 Aralık’taki Tarihi Yarımada gezisine gidebilir. Kültür Başkentliği’nden beklenen tam da bu değil mi? Etkinlikler etrafında toplanan gençler ve onların pırıltılı gözleri…

2010’u havai fişek gösterileri eşliğinde karşılamamıza sayılı gün kaldı. Zaman geçtikçe; sevinen, üzülen, coşan ve kızanlar çoğalıyor. 15 milyon insanın aynı anda mutlu olması, kentin 40 ilçesinde aynı anda güneş açması gibi bir şey ki; İstanbul için bu neredeyse imkânsız. Ama endişeye mahal yok. Avrupa Komisyonu Kültür, Eğitim ve Spor Direktörü Robert Palmer’ın hazırladığı meşhur ‘Palmer Raporu’na göre her şey normal seyrinde. Girişimden fiili sürece geçerken her kent; türlü zorluk, mutsuzluk ve hoşnutsuzluk atlatıyor. Rapora göre şimdi iletişim zamanı. Bu minvalde gönüllülerin bir numaralı görevi de, karşılarına çıkan herkese kültür başkentliğinin bir kent için ne ifade ettiğini anlatmak.

2011 VE SONRASI

On yıl sonra; “İstanbul gerçekten başarılı bir Avrupa Kültür Başkenti (AKB)’ydi” diyebilmemiz için cümle şöyle sürmeli: “Çünkü ‘falanca uygulama’ 2010’da başladı. O ‘falanca uygulama’ sayısı ile başarı doğru orantılı. İşlem yapabilmek için daha bir on yıl beklememiz gerektiğine göre; olasılıkları bir kenara bırakalım ve eldeki kazanımlara bakalım.

Bir kere hiçbir şey olmasa bile İstanbul, proje kurgulayabilme iradesini taşıyan bazı inatçı bireyler kazandı. Sivil toplum, devlet, kamu sektörü ve özel sektör; Kültür Başkentliği sayesinde düşündü, taşındı, yazdı, çizdi, üretti. Ve bu sayede kabul olsun olmasın proje hazırlayıp sunmayı, onlara sponsor arayıp bulmayı öğrendi. Bu sürecin tam ortasındaki kültür-sanat aktörleri; 13 Kasım 2006’dan bu yana bir şekilde göz önünde. (İstanbul’un 2010 Avrupa Kültür Başkenti ilan edildiği tarih) Öyle olduğu için daha düzenli ve dikkatliler. Çünkü artık onlar da Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) müzakere sürecinde yaşadığı kontrollerin benzerlerine tâbiler.

Kültür Başkentliği’nin kaçınılmaz getirilerinden biri de sanatçılar arasındaki iletişimin artması. Dünyanın çeşitli ülkelerinden pek çok kültür-sanat insanı 2010 yılı içinde bir şekilde İstanbul’a gelecek. Bu dolaşımı sağlayacak yeterince sergi, konser, gösteri, panel ve sempozyum var programda; merak etmeyin. Ama asıl 2010 yılında İstanbul’a yedi ile on milyon arasında turist gelmesi bekleniyor. Ki aslında düşününce şehirde hiçbir şey olmasa bile organizatörler ‘Avrupa Kültür Başkentliği’ etiketini kullanarak milyonlarca bilet satacak. Örnek olarak 2004 AKB Lille’e dokuz milyon ziyaretçi gittiğini ve kentin ekonomik olarak yüzde 20 büyüdüğünü gösterebiliriz. Aynı şekilde 2002 AKB Brugge de Belçika nüfusunun yüzde 9,5’unun kenti o yıl ziyaret ettiğine dair kayda sahip.

Tabii ki yapılan her şeyin en büyük müşterisi, doğrudan kentte yaşayanlar. Onları en çok ilgilendiren projeler ise kentsel dönüşüm, şehircilik, çevre ve sosyal içerikli olanlar. Tamamlanmış bir İstanbul Kongre Merkezi, yenilenmiş bir Muhsin Ertuğrul Sahnesi ve çalışmaları süren bir Sur-i Sultani şimdilik elimizde olanlar.

KENT PAZARLAMA MODELİ

Avrupa Kültür Başkentliği’nin 1990’lardan itibaren tıpkı bienaller gibi bir ‘kent pazarlama modeli’ haline geldiği malum. Bu durumu kavrayıp avantaja dönüştüren ilk kent 1990 AKB Glasgow (İskoçya). Bunca yıl sonra başarısı hâlâ herkesin dilinde olan Glasgow’da üç önemli konser gerçekleşmiş. Pavarotti, Paul Mc Cartney ve Wings ile Frank Sinatra... Herkes bu üç konseri 1990 tecrübesinin en çarpıcı olayları olarak hatırlıyor. Ama etkinliğin sanat yönetmeni Palmer’a göre bu konserler programın bir parçası bile değil. Şehirdeki olay elitist bakış açısından uzak durulması ve etkinliğin herkese nüfuz edebilmesi. Palmer’ın en önemli tavsiyesi şu: “Mit’i/Efsaneyi yönetmek gerek.”

‘Palmer Raporu’na göre de durum böyle: AKB olarak başarılı sayılan kentlerin en önemli ortak özelliği, etkinlikleri neredeyse şehirdeki herkese ulaştırabilmeleri. Elimizde İstanbul’un ilçelerini tek tek dolaşan bir ‘Taşınabilir Sanat’ örneği var ama başarının kilit cümlesini kurmak için vakit henüz erken.

Steve Austen
(1987 AKB Amsterdam)
Büyük etkinliklere değil; geleceğe yönelik ilişkilere ve umut verici yeni kurum, ağ, faaliyet ve devam edecek sivil toplum kuruluşlarına yatırım yaptık. Bu tecrübe halen var olan projelerin gerçekleşmesine yol açtı ki bunlardan biri Felix Meritis Vakfı.

Hugo De Greef

(2002 AKB Brugge)
2002, gelecek yıllar için bir başlangıçtı. Yılın kendisi harikaydı ama asıl önemlisi AKB’nin geleceğe dönük tarafı. Kent yönetimi tarafından kurulan bağımsız organizasyonumuz muhafaza edildi ve 5 yılda bir kentte etkinlik düzenlemeye devam ediyor.

Nele Hertling
(1988 AKB Berlin)
Merkezde olmayan mekânlara gitmeye ve Batı Berlin’i gelişen çağdaş sanat projeleri laboratuarı yapmaya çalıştık. İşbirliklerimiz bugün hâlâ sürüyor. Ağ kurmak çok önemli. ‘Bir kişi hiç kişidir, iki kişi birden iyidir, üç kişi herkesi arkasına alır.’

Per Svenson
(1998 AKB StoKholm)
Stocholm, 90’ların başında kültürel açıdan ünlü değildi. Kent 1998’den sonra uluslararası düzeyde ünlendi. Turistleri çekmek ve kenti Avrupa’nın kültür haritasında konumlandırmak için çok çalıştık ama ünlü olmak ekstradan geldi.


JÜLİDE KARAHAN

SKYLIFE ARALIK 2009

................

2 yorum:

Adsız dedi ki...

selam ben senay, gercekten super bir site, eger facebook veya twitter varsa eklemek isterim...

Adsız dedi ki...

Merhaba
Ben Didem. Sitenizi çok beğendim. Facebook ve twitter dan da takip etmek isterim.
İyi günler...