29 Nisan 2010 Perşembe

BU ŞEHİR SANKİ İSTANBUL DEĞİL

Onunla ilk kez bundan 3 sene evvel buz gibi bir İstanbul kışında İstanbul Modern’de karşılaştık. Müze, 60. yılını kutlayan fotoğraf ajansı Magnum Photos’un Türkiye fotoğraflarını ‘Magnum Fotoğrafçılarının Gözünden Türkiye’ başlıklı bir sergiyle ayağımıza getirmişti. 16 fotoğrafçıdan 205 kare… Yıllar yılı başka başka sebeplerle çekilen bu fotoğraflar, Türkiye’nin eksiksiz bir resmini çizmekten epey uzaktı elbette. İstanbul’da doğan ve yaşayan Ara Güler dışındaki isimler, Türkiye’den sadece geçmişti çünkü.

Tanımak, bilmek ve anlamak söz konusu olmayınca, söz konusu Magnum fotoğrafçıları bile olsa bireysel anlatılardan oluşan bir derlemeden öteye gitmiyordu görüntü. İçeriden bir bakışla tabii. O fotoğraçılardan biri de Bruno Barbey’di. Şimdiki zaman hesabıyla Magnum Photos’un 44 yılına damgasını vurmuş bir fotoğrafçı Barbey. En baştan başlayacak olursak babasının işi dolayısıyla Fas’ta doğup büyüyen ve pek çok çocuk gibi pilot olmak isteyen bir Fransız…

Saint-Exupéry devri bitti

Burs kazanıp Fransa’nın en genç pilotu olma fırsatını yakalasa da zamanında, kendi deyişiyle “Saint-Exupéry devrinin kapandığını” anlayarak fotoğraf ve grafik sanatlar eğitimine yöneldi Barbey. İsviçre’deki ‘l’Ecole des Arts et Métiers’de arkadaşları moda ve endüstri fotoğrafına ilgi duyarken o, toplumun her katmanından insan hikâyelerine merak saldı. İşçi, esnaf ve köylülere… Sanatçının ilk büyük projesi ‘İtalyanlar’dı. Barbey’in bir ulusun portresini çekmenin bilmecesini çözdüğü ‘İtalyanlar’ serisi; geçen yıl İstanbul Yapı Kredi Sermet Çifter Salonu’nda arz-ı endam etmiş ve hepimizi etkilemişti. Salona girer girmez burun buruna geldiğimiz, tekerleksiz bir arabanın üzerine uzanmış aheste revan İtalyan’ı kim unutabilir ki…

Bu çalışma genç adama 1966’da Magnum’un kapılarını açtı. Magnum Photos’un kuruluş amaçlarının başında gelen dünyayı sarsan olaylara tanıklık etme ve fotoğrafın gücünü kanıtlama dürtüsüyle 20. yüzyıla fotoğraf makinesiyle tanıklık etti Barbey. Filistin’den İrlanda’ya, Vietnam’dan Nijerya’ya, Irak’tan Bangladeş’e, Kamboçya’dan İran’a, dünyanın dört bir yanındaki çatışma bölgelerindeki tarihsel değişimleri bir bir kaydetti.

İstanbul’da ilk kişisel sergi

Barbey'in en ünlü çalışması ‘Mayıs 68’; Sorbonne Üniversitesi'nin terkinden Odeon Tiyatrosu işgaline, grevdeki Renault fabrikalarından Champs - Elysees'deki De Gaulle yanlısı yürüyüşe… Her türlü ayrıntıyı sundu bize. 68 olaylarının 40. yılı vesilesiyle Fransa, İspanya ve İngiltere’yle eş zamanlı olarak İstanbul’da izlediğimiz seçki, Barbey’in şehrimizdeki ilk kişisel sergisi olması dolayısıyla da önemli. Anımsamayanlar için zaman 2008 ilkbaharı, mekân Fotoğrafevi.

‘Mayıs 68’in başarısını, 1979 - 1981 yılları arasında çalkantılı günler geçiren Polonya’yı fotoğraflayarak sürdürdü sanatçı. Berlin Duvarı'nın yıkılışından yedi yıl önce, öyle bir ihtimal yokken… Hatta Polonyalılar özgürleşeceklerini hayal bile edemezken… Çağın bitişini anlatan bir tarih sayfası oldu Barbey’in fotoğrafları. Epey ses getiren ve kitaba dönüşen proje, renkli foto - röportajın öncülerindendi de... Evet, renkli. Çünkü siyah beyaz fotoğraflarıyla tanınan Bruno Barbey, yeni tekniklerle çalışmayı her zaman sevdi.

Tanımak, bilmek ve anlamak

Şimdi sıra, Barbey’in üzerinde uzun zamandır çalıştığı ‘İstanbul’ başlıklı sergide… İstanbul’a ilk kez 1968’de Vogue fotoğraf çekimi için gelen Barbey, 2005’ten bu yana sık sık uğruyor şehrimize. İstanbullular serisi hazırlıklarını “İstanbullular çok sıcakkanlı ve nazik. Çekimler sırasında herhangi bir sıkıntı yaşamadım. Zor olan, insanların fotoğraflarının çekilmesinden inanılmaz şekilde çekindikleri Paris’te ya da fotoğraf makinesinin kötü şans getirdiğinin düşünüldüğü Fas’ta çalışmak.” cümleleriyle anlatıyor sanatçı.

Sabahları vapurla işlerine giden İstanbulluları fotoğraflamayı seven Barbey’in objektifine; Bizans ve Osmanlı yapılarının şekillendirdiği tarihi doku, çok kültürlülük, şehrin renkli gece hayatı, Avrasya Maratonu, futbol maçları, kuş pazarları, milli bayram ve kahvehaneler takılıyor en çok. 60’ı aşkın renkli dijital fotoğrafın yer aldığı sergide; şehrin genç nüfusu bilhassa çarpıyor göze. Böyle düşünüce sanki her şey yerli yerinde. Lakin, en azından İstanbul’da yaşayanlar için, bir eksiklik var. Kocaman hem de: Sanki bu fotoğraflardaki şehir İstanbul değil.

İstanbul’a defalarca ve farklı farklı mevsimlerde gelen, her defasında en az 2 - 3 hafta şehirde kalan Bruno Barbey, şehri karış karış dolaştı belli ki. Hatta Ara Güler ve Merih Akoğul gibi dostlarıyla yaşadı da belki… Ama bilmek, tanımak ve anlamak başka bir şey. Ve o şey; ne yol kenarında tıraş olan amcanın yüzünde, ne maçta bağıran kalabalıkta, ne de çarpışan arabalarda çocuklaşan kadında var…

16 Nisan’dan 30 Mayıs’a dek yolunuzu Yapı Kredi Sermet Çifter Salonu’na düşürürseniz eksik olan o ‘şey’i göreceksiniz; eğer İstanbul’da yaşıyorsanız tabii.


Jülide Karahan

Nisan-Mayıs 2010 / Fotoğraf Dergisi

...............

Hiç yorum yok: