28 Haziran 2010 Pazartesi

FARKINDA OLMANIN FARKI

Sirkeci’nin hal-i pür melali mâlum. Esnaf bağırtısı, çocuk çığırtısı, araba kornası, tramvay düdüğü… Tüm bu sesleri geçip, onlarca iş merkezinden birine girip, onlarca merdiven basamağını geride bıraktık. Kapı zili ile çerçeve – baskı telaşı gibi ayrıntıları da aştık ve sonunda Uğur Varlı Fotoğraf Sanatı Galerisi’nde Ömer Serkan Bakır’ın ‘Angkor Tapınakları’ isimli sergisine ulaştık. 32 kare tekmil birden.

Üç beş yıllık bir takipçinin ilk cümlesi: “Serginin bir kısım fotoğrafları tanıdık.” Bakır’ın değişik yıllarda Kamboçya’da çektiği fotoğrafların kimileri bundan 5 yıl önce Fotoğrafevi Koç - Allianz Sanat Galerisi’nde ‘Kesit, Yaşamdan’ isimli sergiyle karşımıza çıkmıştı. Bu temiz, net, canlı ve anlık görüntüler; sergiyle aynı isimli küçücük bir albümde derlenip toplanmıştı da… Hatta kesmemiş olacak ki; 2007 başlarında ‘Yaşamdan’ ismiyle daha kapsamlı bir albüm yayınlamıştı sanatçı. Amerika'dan Kamboçya'ya 12 ülkeden 110 fotoğrafın yer aldığı…

DÜNYAYA YAŞAMDAN BAKMAK

Tüm bu ülkeleri gezip görmek değil, sadece fotoğraflamak için dolaşan Bakır’ın en birinci tercihi Doğu şehirleri. Tercihin sebebi belli: Doğu memleketleri daha sıcak, daha samimi, daha mutlu ve daha renkli... Dünyaya yaşamdan bakıp insanların yaşamlarını çekmenin iletişim kurmaktan geçtiğini ve Batılı ülkelerde bunun pek mümkün olmadığını söyleyen Bakır, “Amerika'da bir çocuğu fotoğraflamak isterseniz sorguya çekilirsiniz, İspanya'da azarlanır, Hindistan'da sevgiyle karşılanır, Kamboçya'da ise diğer çocuklar tarafından etrafınız sarılır.” diyerek açıklıyor durumu.

Üstelik Doğu’da tarihe not düşmenin cazibesi de söz konusu. Angkor’a ilk kez 2002’de giden Bakır, aynı yerleri 7 sene sonra dolaştığında fark ediyor ki; ilk çektiklerini yeniden yakalamasının imkânı yok. Siem Reap ve en önemlisi tapınaklar öyle bir değişim içinde ki… Dünyaya yaşamdan bakmakla kalmayıp tarihe not düştüğünü anlıyor ve Angkor Tapınakları’nı daha çok kişiye anlatmak istiyor sanatçı.

400 YILLIK SIR

Anlatımı devralalım… Mistik, efsanelerle dolu, tehlikeli, heyecanlı, sakin, insanı kendine çeken ve yüzyıllar boyunca kayıp kalmış bir şehir bahsi geçen. 802’den 1432’ye, tam 630 yıl hüküm süren Khmer Krallığı’nın inşa ettiği tapınaklar, 400 yıldan uzun bir süre ormanın derinliklerinde unutulmuş, kaybolmuş, sır olmuş. Düşmanla baş edemeyen ve güneye doğru kaçan krallığın ardından sadece orman sahip çıkmış tapınaklara. Hem de nasıl… Yüz yıllar içinde taşlar ve ağaçlar birbirlerine öylesine kenetlenmiş ki; Angkor Tapınakları onca zaman dış dünyanın ilgisinden uzak, ormanın derinliklerinde gizlenmiş.

Taa ki, 1863 Temmuz’unda Fransız doğa bilimci Henri Mouhot’un anıları yayınlanıncaya dek... John Thomson’ın tapınakları fotoğraflamasıyla o güne kadar sadece bir kaç maceracının bildiği yapılar, dünyanın ilgi odağı oluvermiş. Uzakdoğu Fransız Okulu’nun başlattığı restorasyon çalışmaları, UNICEF ve bazı batılı ülkelerin desteğiyle ilerleyince Kamboçya’nın kapıları dünyaya açılmış.

KAMBOÇYA DİYE BİR ÜLKE

Ülkenin kapılarının dünyaya açılması pek bir şey ifade etmiyor elbette… Fransız mandası ve Japon işgalinden ancak 1953’te kurtulabilen ve bağımsızlığını ilan eden Kamboçya, 1975 ile 1978 yılları arasında karanlık ve kayıp bir dönem daha geçiriyor. Ülke için tarihlerin adeta 0’ı gösterdiği; kitap, din, turuncu renk ve para kullanımının yasaklandığı dört yılın ardından üç milyon ölü ve yıkılmış bir ülke kalıyor geriye.

1990’lı yıllardan bu yana demokratik seçimleri benimseyen ve daha huzurlu bir yaşam süren Kamboçya hala tam anlamıyla toparlanabilmiş değil. Gerçi Angkor Tapınakları’nın görkemi biraz olsun unutturuyor kötü günleri. Son yıllarda ülkede herkes Angkor ile yatıp, Angkor ile kalkıyor. Her hane; derme çatma evini elden geçirip onları gezginler için pansiyon ve otele dönüştürme derdinde. Kimisi Khmer yemeklerinden tatlar sunan lokantalar açmış; kimisi her sokak başına bir turizm firmasının broşürünü asmış. Kısacası Angkor; Kamboçya için hem kazanç, hem de dünyaya açılma fırsatı.

‘ÇOK KISKANDIM’

400 yıl boyunca incir ve kapok ağaçlarıyla kaplanarak saklı kalmış tapınakları fotoğraflayan Bakır’ın objektifine takılanlara gelince; hüzün değil, daha ziyade huzur var ülkede. Turuncuları rahatça çekmiş din adamlarının huşu içindeki gülümseyişinden sincabın aheste revan haline; bisikletli kadından sigarasını tüttüren yaşlı amcaya… Ağaçlar tarafından her geçen gün biraz daha sarılıyor olsalar ve kimileyin yıkılma tehlikesiyle karşılaşsalar da tapınaklar bile hallerinden memnun. 400 yıl saklı kaldıktan sonra karşılaştıkları ilgi görülmeye değer. Hele böylesine ‘farkında olan’ bir ilgiyse sözü geçen…

Mayıs boyunca Uğur Varlı Fotoğraf Sanatı Galerisi’nde izlediğimiz Epson desteğiyle basılmış 32 fotoğrafın her birinde itinayla yakalanmış bir ‘doğru an’ var. Her bir kare belli ki ‘farkında olarak’ çekilmiş. Farkında olmanın farklılığını sergideki anı defterinden bir alıntıyla verelim, son söz niyetine: “10 gün önce Siem Reap’tan döndüm. Ankor’u gördüm sanıyordum ama sergiyi gezince yanıldığımı anladım. Çok kıskandım.”

JÜLİDE KARAHAN

FOTOĞRAF DERGİSİ/HAZİRAN

Hiç yorum yok: