30 Ağustos 2010 Pazartesi

İTİNAYLA YENİ ANILAR PİŞİRİLİR

Sinop hikâyesi bol bir şehir. Sinopale bu hikâyeleri sanat yordamıyla bir güzel devşirmiş. Meraklısına...

"Yön tarif etmek zor Sinop'ta. Karadeniz’de deniz kuzeydedir ama burada hem kuzeyde hem güneyde..." diyor Ali Bey. Sonra defteri alıp çiziyor kenti. Masa kalabalık, sohbet koyu, kentin hikâyesi çok.

Bahçede çiçek dikerken bilmem kaçıncı yüzyıldan kalma bir vazoyla karşılaşırsınız da ne kadar ararsanız arayın trafik ışığı bulamazsınız Sinop’ta. Bir kere koymuşlar, kaza olmuş, gerisingeri kaldırmışlar. Gündoğrusuyla Karayel karşı karşıya geldi mi denizden elle toplanır balıklar. Yaşlanmak güzel Sinop’ta çünkü Yaşlılar Dinlenme Lokali ve Çay Bahçesi’nde 65 yaşını geçen herkese çay kahve bedava. Çocuk olmak da güzel, çünkü 1 litre sakızlı dondurma sadece 3.25 lira.

Sohbet böyle mutlu mesut giderken “Ekonomi fena. Sanayi yok, ticaret yok. Kültür kenti olmak Sinop’un tek çıkışı” diyor masadakilerden biri ve söz dönüp dolaşıp bu yıl üçüncüsü düzenlenen Uluslararası Sinop Bienali Sinopale’ye geliyor. 30 sanatçının katıldığı bienalin teması manidar: 'Gizli Anılar, Kayıp İzler’

TESADÜF MÜ, TEVAFUK MU?

Fazla dönüp dolaşmadan Sinopale’nin hayalcisi Prof. Melih Görgün rehberliğinde sergileri görmeye gidiyoruz. Aslen Sinoplu olan ama tam 40 yıldır Sinop’a gelmeyen Kemal Bey’le tesadüfleri, tevafuk mu demeli, konuşuyoruz yol boyu. Bir kente 40 yıl sonra gelmek ve çocukluktan kalma bir tadın, revaninin, peşine düşmek tam da kent bas bas ‘Gizli Anılar, Kayıp İzler’ derken bunu yapmak sadece tesadüf olabilir mi? Ki ertesi gün bir başka Sinopluyla kesişecek yolumuz, o da yıllar sonra ilk defa gelmiş olacak Sinop’a. Kent, gizli anı ve kayıp izleri olanları kendine çekiyor; besbelli bu. Anısı ve izi olmayanlar içinse yepyeni anılar pişiriyor; taze taze, çıtır çıtır.

Çok şey söylenebilir ama en iyisi susup Calvino Usta’yı dinlemek: “Merdiven yollarının kaç basamaktan oluştuğundan, kemer kavislerinin açı derinliğinden, çatıların hangi kurşun levhalarla kaplandığından söz edebilirim sana… Ama şimdiden biliyorum, hiçbir şey söylememiş olacağım sonunda. Zira bir kenti kent yapan şey bunlar değil, kapladığı alanın ölçüleriyle geçmişinde olup bitenler arasındaki ilişkidir.”

O SABAH, BU SABAH

Eski ve yeni anılarımızla birlikte bienalin ana mekânı tarihi Sinop Cezaevi’ndeyiz; Paul Auster’in ‘Son Şeyler Ülkesi’nde ya da… Gönüllü bienal bekçilerinden yazar olmak isteyen Nazlı, zamanında burada mahpus olan birinin sergiyi nasıl gezdiğini anlatıyor. O biri, tık diye gözümüzün önünde. Demek ki Nazlı’da iş var. O birini düşünüce Sabahattin Ali geliyor aklımıza. Hangi öyküsünde, ‘Duvar’ galiba, ettiği şu laf bilhassa: “… Fakat benim kaldığım hapishanede her şey, her ses hürriyeti gözlerin önüne kadar getirmek, sonra birden bire çekip götürmek için yapılmış gibiydi…”

“Bir sabah bienalin ne olduğu, nasıl olduğu, ne zamana kadar süreceği değil; sanatçıların işleri konuşulacak.” diyor genç bir gönüllü görevli. O sabah neden bu sabah olmasın? Anne Metzen’in ‘Dinleme İstasyonu’ndan başlayalım. Sinop’ta bir zamanlar, 54 – 93 arası, faaliyette olan NATO radar üssüyle ilgili bir iş bu. Sanatçı yaptığı küçük anketlerle büyük büyük anılar toplamış ve onları bir kutunun içinde dosyalamış. Okuyoruz. Bir kâğıtta “Biz onlara süt verirdik, onlar bize kola ikram ederlerdi.” yazıyor, diğerinde “Levi’s kotlar Türkiye’de ilk kez Sinop’ta giyildi. Amerikan kiracıların hediyesi olarak…” bir başkasında ise “Tepede neler olduğu bir muamma. Amerika sadece Rusya’yı değil, Karadeniz’de yüzen bütün balıkları dinlerdi.”

“İyi bir şey miydi yani?” diye birbirimize sorarak bienalin diğer mekânı Dr. Rıza Nur Kütüphanesi’ne geçiyoruz. Biraz alel acele geziyoruz orayı çünkü akşam, senede bir defa olan bir etkinlik var: Helesa.

BİR HİKÂYE DAHA

Bir Sinop hikâyesi daha: Eskiden, gemilerin yelkenle çalıştığı zamanlarda Karadeniz’de sığınacak üç liman varmış: Temmuz, Ağustos ve Sinop. Yani Karadeniz sadece temmuz ve ağustos aylarında fırtınasız olur, diğer zamanlarda gemiler Sinop’a sığınırmış. Bir keresinde fırtına uzun sürmüş, limandaki geminin kumanyaları tükenmiş. Dilenmek istemeyen kaptanın aklına bir filikayı süsleyip maniler söyleyerek halktan yardım toplamak gelmiş. Bundan sonra Sinop’ta bu olay gelenek halini almış ve ramazanın 15’inden sonraki Cuma gecesi helesaya çıkılır olmuş.
Bu yıl 13.’sü gerçekleşen Helesa geçti ama bienali görmek için 4 Eylül’e dek vakit var. Gizli anılarınız ve kayıp izleriniz varsa Sinop’a mutlaka gidin, yoksa kent size yenilerini pişiriyor. Afiyet olsun.


JÜLİDE KARAHAN

ZAMAN GAZETESİ / 30 Ağustos 2010

......

Hiç yorum yok: