8 Şubat 2011 Salı

MEHMET GÜNSÜR: BELKİ HARİKA BİR BÖĞÜRTLENLİ PASTA VAR!

NEŞELİ BİR RAHATLIK VE ADAÇAYI KOKULU BİR FERAHLIK İÇİNDEKİ MEHMET GÜNSÜR HER SEFERİNDE “BAKALIM NELER VAR” DÜŞÜNCESİYLE GİRİYOR PASTANEYE.

Aslında hacca gitmektir genç adamın niyeti. Yol üstündeki bir ağaç gönlüne hoş gelince orada kalır. Hacca giden bir ihtiyara anlatır ağaç altı huzurunu. İhtiyar ibadetini etmiş dönerken genç hâlâ oradadır. Ferahlığı yolda bulmuştur. Oyuncu Mehmet Günsür da İbn-i Arabî’nin kıssasındaki genç gibi iç sesine teslim etmiş kendini. “Hayatı akışına bırakıyorum” diyen sanatçının bu günlerdeki gölgeliği Aşk Tesadüfleri Sever filmi.

Tesadüflerle dolu bir hayat mı?

Aynen. O kadar çok tesadüf var ki! Hayatın bize gönderdiği küçük işaretlere çok dikkat etmeli. Pek çok şey onlarda gizli.

İç sesle mi yaşıyorsunuz?

Epey… Yani tamamen içgüdüsel yaşıyor ve öyle yaşamaya dikkat ediyorum. Önyargısız olmak. Bu çok önemli.

Diyelim ki eşiniz tiramisu seviyor, o kararlılıkla mı; bakalım neler var düşüncesiyle mi giriyorsunuz pastaneye?

Her seferinde “bakalım neler var” düşüncesiyle girerim. Kesinlikle, kesinlikle… Belki harika bir böğürtlenli pasta var…

Bu kadar esnekliğin yolu kararsızlığa çıkmıyor mu?

Şöyle diyelim; ben aslında ne istediğini bilen bir adamım. Ama açığım. Karşıma iyi bir alternatif çıkar ve beni ikna ederse yolumu değiştirebilirim. Bu kararsızlık ya da uyumlu olmak değil; karşıma çıkanlardan memnun olmak. Bir restorana gittim, yemek istediğim şey de belli diyelim. Yine de garsona sorarım, bana tavsiye edeceği bir şey var mı diye… O sırada garsonun gözünde bir pırıltı görürsem olay biter. Kalın çizgilerim yok. Hayat yumuşak ve esnek; önünde ve elinde şekilden şekle giriyor. Buz değil, su…

İlk anda kaderim olduğunu anladım, çok güçlü bir işaretti dediğiniz bir hikâyeniz var mı?

Olmaz mı? Eşimle hikâyemiz aynen böyle. Bir arkadaşımla kısa bir film senaryosu yazmıştık; o yönetmiş, ben oynamıştım. Filmi bir sürü yerle birlikte Valencia Film Festivali’ne de gönderdik. Orada tanıdığım biri beni eşimle tanıştırmak için o kadar ısrar etti ki, bir işaret olduğunu sezdim. Festival bitti, Lecce’ye gittim. Eşim Katerina’nın; hayatının aşkını bulan iki insanı anlatan harika bir aşk filmi senaryosu vardı. Adı Felici da Morire (Ölümüne Mutlu). O film için tanıştık, sonra senaryoyu bir kenara bırakıp hikâyeyi bizzat yaşadık. Hâlâ yaşıyoruz. O kısa filmi çekmeseydik, o festivale göndermeseydik, ben Lecce’ye gitmeseydim… Ne diyeyim hayatımın en güzel tesadüfler zinciriydi.

Çok basit bir şey isteseniz…

Marangozluk yapmak. En ilkel anlamda bir şey yapmak, üretmek, ortaya çıkarmak… Bir tahtayı alıp kesip biçip bir masa yapmak. Gerçekten çok isterim. Kocaman, sekiz kişilik bir masa. Bütün gün kesip biçip gün sonunda ortaya bir masa koymak. Ne harika olur…

Bu ciddi bir B planı mı?

Kesinlikle…

Oyunculuk da anlatmak ama asıl üreten ve anlatan mutfak. Oraya girmek gibi bir durum, niyet ya da dileğiniz var mı?

Var, olmaz mı? Bir hikâyeyi yazıp yönetmeyi çok istiyorum. Henüz ortada bir şey yok ama fikir çok. Birtakım kısa metrajlı çalışmalar yaptık mesela, onları birbirine ekleyip 35 dakikalık bir film olarak festivallere göndereceğiz. Düşündüğümüz bir senaryo da var ama daha yolun başındayız, bakalım…

İtalyanca, İngilizce, Türkçe, Fransızca… Kendi senaryonuzu hangi dilde yazarsınız?

Şu anda İtalya’da yaşasam ve genellikle İtalyanca konuşsam da kesinlikle Türkçe…

Çocuklar Türkçe biliyor mu?

Tabii ki. Eşim de biliyor. Türkiye’ye geldiğimizde kurslara gitti, zaten dile karşı çok kabiliyetli. Çocuklara gelince; ben zaten onlarla sadece Türkçe konuşuyorum.

Hep mi?

Evet. Çocuk bahçesinde yanımızda birileri varken herkes anlasın diye İtalyanca konuşsam da diğer zamanlarda özellikle Türkçe konuşuyorum. Oğlum İtalyanca cevap veriyor ama anlıyor. Türkiye’ye geldiğimizdeyse bir hafta sonra çok güzel Türkçe konuşmaya başlıyor. Kızım daha bir yaşında olmasına rağmen onunla da Türkçe konuşuyorum. Cevap vermese de anladığına eminim.




SONRASI ÇORAP SÖKÜĞÜ…

8 Mayıs 1975 İstanbul doğumlu Mehmet Günsür 7 yaşında reklam filmlerinde oynamaya başladı. 12’sinde Geçmiş Bahar Mimozaları isimli bir dizide Rutkay Aziz, Filiz Akın ve Müşfik Kenter’le çalışan Günsür; İtalyan Lisesi ve Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi yıllarında sadece müzikle ilgilendi. Taksim’de bir lokantada işletmecilik yaptığı günlerde Ferzan Özpetek’in Hamam (1997) filminde rol aldı ve rotayı oyunculuğa kırdı. Hamam filminin ardından bir İtalyan tiyatrosundan aldığı teklifi değerlendirerek İtalya’ya yerleşti. Sonrası çorap söküğü: İtalyan (2002), O Şimdi Asker (2003), Anlat İstanbul (2004), Dehşet Gecesi (2007), Ses (2010)…



8 AŞKINA!
“Rakamları çok seviyorum. En çok 8’i. 8 Mayıs’ta doğdum, ilk evimin kapı numarası 8’di. Hayatımda 8 hep oldu. 8’in olduğu işlerim hep rast gitti. Bunun nedenini senelerce bilmedim, günün birinde numerolojiyle uğraşan bir arkadaşım hesaplar yaptı. Benim numaramın 8 olduğunu söyledi.”

KUTU: TEK PİŞMANLIK
“16 yaşındayım, babamın arabasını izinsiz kaçırıp… Arabayı ben kullanmıyordum, hatta arabada bile değildim ama sonuçta benim sorumluluğumdaki bir olayda işler kötü gitti. Hastane, karakol filan… Fena bir mahcubiyet; hem babama hem arkadaşlarıma karşı. Galiba hayatımdaki tek pişmanlık bu.”


JÜLİDE KARAHAN

SKYLIFE / ŞUBAT 2011

...

Hiç yorum yok: