26 Mart 2011 Cumartesi

Dünyanın en değerli yüzüğü

Parmağındaki yüzüğü gösterdi özenle. Moskova'dan almıştı. Biraz pahalıydı ama gümüş üzerine mineliydi. Bu işlerden anlayan bir arkadaşı yüzüğe bakarken önce gözlerini kıstı, sonra yüzünü ekşitti ve, "Pek kötü bir işçilik, keşke Kapalıçarşı'ya gitseydin." dedi. Oysa yüzüğü değerli kılan onun hikâyesiydi.

İlk durak Kapalıçarşı Tacirler Sokak'taki Şefik Usta. O; her şeyi bilir, herkesi tanır. "Mine mi, ne yapacaksın mineyi, farklı bir şey o. Etrafta gördüklerine kanma, çoğu soğuk mine onların." dedi ve ekledi Usta: "Sıcağını yapan 5, bilemedin 10 kişi ya var ya yok koca çarşıda. Neden mi? Eee zor iş, çok da sıkıcı. Küçük küçük boya dur, yetişmiyor, para da kazandırmıyor pek..."

Bahsi geçen 5-10 kişiden biri Tavuk Pazarı'ndaki Arif Usta. "Al fırçayı boya bakalım incecik, elin titremeyecek ama; renkler de karışmayacak birbirine." diyor daha kapıda usta. Yapmak isteyen çok oluyormuş, onlar içinmiş bu ezbere açıklama. 52 yaşında, 36 senedir çarşıda. İlkokulu bitirmiş, ortayı terk etmiş, o zaman bu zaman mine yapıyor tek başına. "Öyle kimseyi alamazsın kolay kolay yanına." diyor. Haklı, zaman geliyor kilolarca altın giriyor dükkâna.

"Baştan alalım mı" diyoruz. Alıyor: "Mine camdır, cam tozu. Cam ile ona yataklık eden metal yani altın, gümüş ve bakır; yüksek sıcaklıkta birleşir, sertleşir, parlar. Cam tozu iyice ezilir, incelir. İpince fırçalarla metale işlenir. Sonra pişirilir. Burası mühim. Çok pişerse yanar, sulanır. Az pişerse de metalle bir olamaz cam, tutunamaz. Bir sürü püf noktası var da en mühimi düz pişirmek. Böyle kaymak gibi pürüzsüz olacak. Sıcak mine, evladiyeliktir. Bir de soğuğu var, zamanla atar. Eskiden kova kova mal gelirdi, sıcak mine için. Şimdi ucuz diye soğuk mine istiyor herkes." Arif Usta, tüm bunları, Kürkçüler Kapısı'nın oradaki Berç Usta'dan öğrenmiş. O da Mardiros Usta'dan. O; yurtdışında öğrenmiş, 60'larda dükkânını açmış. Bir de rahmetli Garbis Usta varmış, of of of... O ne işçilikmiş! Oğlu da çok yetenekliymiş ama sadece özel işler yapıyormuş artık. Onun yaptığı mineyi yapan anasının karnından doğmamış daha.

Çarşının en genç minecisi 30'a bir iki basamağı kalan Arda Usta. 13 yaşında gelmiş çarşıya; 5 yıl onu getir, bunu götür, suyu taşı, mineyi ez. Şimdi eni konu usta. Ona göre sır mır yok; herkes pilav yapar ama içlerinden biri en lezzetlisi... "Önemli olan yeni motifler oluşturmak, kendinden bir şeyler katmak." diyor ve ekliyor: "Boyalar genelde Almanya'dan geliyor. Bazen de Fransa'dan. Malzeme pahalı ama desen çizmek en zoru. İncecik fırçayla resim yapıyorsun sonuçta. Herkes yapamaz. Sabır gerekir. Rengi tutturmak önemli. Bazen bir türlü tutturamazsın; o zaman işten soğursun. Belki de o yüzden bu kadar az kaldık."

"Hem az kaldınız, hem kimseye öğretmeye niyetiniz yok." diyoruz. Cevabımızı alıyoruz: "Hobi olarak öğrenmek isteyen emekli hanımlarla uğraşamayız. Arif Usta, daha ılımlı: "Ben denedim öğretmeyi. Ama hem elleri titriyor hem de sıkılıyorlar. Bir de vakit yok. Marmara Güzel Sanatlar'dan çağırdılar ama işleri bırakıp gidemem ki..."

Öte yandan mine öğrenmek isteyen 7'den 70'e bir sürü cam sevdalısı... Çoğu zaten cam sanatçısı. Gülbün Tuncel mesela. Yıllardır vitray yapıyor, atölyesi var. Pek çok ulusal ve uluslararası sergiye katıldı. Günün birinde aklına mine düştü. Aradı, taradı, gitti, geldi. Tekniği öğretecek kimse yok. Takı tasarımcısı Elif Kibaroğlu için de geçerli bu. Mimar Yasemin Aykoç için de...Yetenekleri farklı, istekleri aynı bu hanımlar geçtiğimiz günlerde Odak Sanat'ta toplandı. St. Petersburg'tan gelen Tamara Emsen, hoca; onlar öğrenci oldu. Ezdiler, boyadılar, pişirdiler. Şimdi her biri kendi hikayesini mineleyecek.

Yüzüğü değerli kılan hikâyeyi de onlar anlattı: "Bir şeye değer katan onun öyküsüdür, geçmişidir. Burada bir çınar yaprağı var dersiniz; anneannenizin bahçesini hatırlarsınız. Dünyanın en değerli yüzüğüdür o artık." Bu arada yüzükteki sıcak mineymiş ama pürüzlüsünden...

Minenin tarihi

Kuyumculuk ve resimde kullanılan mineleme tekniğinin (ince bir cam tabakasının bir metalin yüzeyine eritilerek yapıştırılması) kökeni eski çağlara dayanıyor. Eski Mısırlılar, Keltler ve Romalılar tarafından bilinen minelemenin en güzel örnekleri Bizans sanatındaki İncil kapakları, kutular, haçlar ve ikonalarda görülüyor. İslam sanatında mine tekniğine ilişkin bilgilere El-Biruni'nin yapıtlarında rastlansa da en erken İslam eserleri Fatımiler döneminden kalma, altından yapılma mücevherler. 13. ve 14. yüzyıllarda Memluk sultanlarının Halep, Şam ve Rakka'ya ısmarladıkları mineli ve yaldızlı cami kandilleri biliniyor. Şam ve Kahire'deki saydam mine örnekleriyse 16. yüzyılda İslam ülkelerinden Akdeniz çevresine yayılıyor. Venedik ve Barcelona'dan sonra Bohemia, Avusturya ve Saksonya'ya ulaşıyor. Venedik'in dünya camcılığının merkezi olmasından sonra ürettiği ilk cam örnekleri pembe, mavi ve yeşil zemin üzerine mineli ve yaldızlı. Osmanlı döneminde de uygulanan mine tekniği özellikle 17. yüzyılın ikinci yarısında yaygınlaşıyor ve Beykoz işi eşyaların bezemelerinde yaldızla birlikte kullanılıyor.

ZAMAN / CUMAERTESİ

Hiç yorum yok: