22 Şubat 2008 Cuma

'Ne güzeldi çocukluk ya!'

Bayram Candan'ın atölye sakinleri, Galeri Apel'de misafirlikte. Sanatsal manifestoları ve siyasi meseleleri kapının dışında bırakan sanatçı, sergisini çocukluk günlerinden beri yanında olan 'Ayşe'ye adıyor.

On kişiden sekizi 'Bu işyerinde grev var' yazan afişi görüp geri dönüyor. Hâlbuki pencere pervazından sarkan Ayşe, el kol işaretiyle göstermeye çalışıyor kendini. Kapıyı tıklatarak 'Hayrola, galeri kapalı mı?' diye soranlar gerçeği öğrenip giriyor içeri. Aslında Ayşe'ler sahiden grevde. Nice zamandır gece gündüz çalıştıkları atölyeyi topluca boşalttılar bir ay süreyle. Üstelik sebepsiz yere, sırf canları öyle istedi diye. Yetişkin bir kadınla, o kadının serçe tırnağı arasındaki ebatlarda 3500 Ayşe, Galeri Apel'de arz-ı endam etmekte. Üç beş 'Ali' de 'koca' ve 'baba' kontenjanıyla karışmış araya.

Sergiye icabet ederseniz, merdivenlerdeki fettan gülüşlü Ayşe'ye fazla yüz vermeyin. Kokteyl yorgunluğuyla kendini sandalyeye bırakmış olanı ile masanın üzerinde hesap kitap yapanı yardım beklentisinde zira. Annesinin topuklu ayakkabılarını deneyen, çantasını sırtına takıp okula giden, evlenip çoluk çocuğa karışan Ayşe'lere yok sözümüz. Ama kimileri öyle haylaz ki tuvalleri buruşturup çerçeveden sökmüşler resimleri. Onların arkasını toplayan, kendi deyişiyle 'sergi tamirciliği' yapan ise heykeltıraş Bayram Candan.

Heykeli zor günler bekliyor

Candan, ciddi ve ağır sanatsal manifestolar ile siyasi meseleler içeri sızmasın diye, sıkı sıkı kapatmış kapı ve pencereyi. "Başörtülü Ayşe yok galiba" gibi bir espriye "İyi ki... Olsaydı çok konuşulurdu ama incinirdi Ayşe. Sanat, fire verirdi yani Esat Tekand'ın birkaç gün önce dediği gibi. Neyse geçelim zor soruları, zamanımız kalırsa döneriz geri." şeklinde karşılık veriyor sanatçı.

"İki parça ahşabı vidalayıp üzerine hikâye cilalayan işler tükendi. Nesnesi olmayan bir üretim sürecindeyiz evet, ama kavramsal yaklaşımları tadında bırakmayı bilmeli. Heykeli zor günler bekliyor yani." diyen Candan, sanatçıların zihinlerindeki pazar ve para tilkilerinin artmasından şikâyetçi. "Onların da işi zor, uyanık olurlarsa sanatçı kimliğinden uzaklaşıyor, saf dururlarsa aç kalıyorlar." diyen sergi tamircisi, sanatı ikinci plana düşürmemeyi ve malzemeye kulak vermeyi öğütlüyor. Bu işyerindeki grevin sözcüleri boya, pas, bronz, demir, ahşap ve zımba bu arada.

Bayram Candan'ın niyeti, atölyesindeki oyunu sürdürmek sadece. Sergileme meselesi çevrenin cesaretlendirmesi. "Çocukluk hurdalığını atamazsın, satamazsın. Onları bildiğin tekniklerle birleştirip kullanabilirsin ancak." diyerek iç çekiyor sanatçı: "Ne güzeldi çocukluk ya!" Sohbetin gerisi belli. "Açın bakalım hafızanın kadife kaplı kutusunu" diyoruz ve gidiyoruz çocukluk izlerinin peşine. Babası Almanya'da maden işçisi olduğundan anne ile abla var sadece. "Ayşe'lere geçilen iltimasın sebebi bu yani. Bu arada anne ve abla kadınları tanımak için en iyi banka." diyen Candan, Erzincan'ın Elmalı köyünden.

Türkçe sonradan geldi

Kutudan çıkanlar arasında sanatçının resim çiziyor diye yediği dayaklar epey bir yer tutuyor. "Derslerde elim boş durmaz, sürekli bir şeyler, özellikle Ayşe'ler çizerdi." diyen Candan'ın çocukluğunun diğer derdi konuşamamak Türkçe'yi. Okul sınırları dışında Zazaca var çünkü. Okuma alıştırması yapabileceği tek yazı da 'TC Elmalı İlkokulu' tabelası. TC'nin ne anlama geldiği epey meşgul etmiş sergi tamircisinin zihnini. Sanatçı, bir 23 Nisan şenliğini de anmadan geçemiyor hazır açılmışken kutu: "Müsamere yaptık ilçe kaymakamı gelecek diye. Nasrettin Hoca oldum. Eşeğim canlı. Replikler Türkçe. Ezberlediklerimi söylüyorum ama tık yok eşekte. Zazaca konuşunca ben, yaptı eşek dediğimi. Sonrası yine dayak tabii."

1974'te, Candan 9 yaşındayken İzmir'e göç etmiş aile. İlk görsel şok bu seyahatten. Birincisi gardaki tren, ikincisi Erzincan meydanındaki İsmet İnönü heykeli. 'Resim çizip de ne olcan, aç mı kalcan' döneminin çocuğu olarak yetişen Candan'ın yolunu sanatla kesiştiren 'merak, haylazlık ve çalışma' üçlüsü olmuş. İnşaat ve işçiler arasında genç yaşta kaynaşmış her türlü malzemeyle. "Babam bir arsa almıştı. Evimiz her sene bir kat daha yükselirdi. İşçilerin başından ayrılmazdım meraktan. Heykel yapmak binlerce kilometre gittikten sonraki direksiyon hâkimiyeti gibi geliyor şimdi." diyor ve ekliyor sanatçı: "Babam izne geldiğinde ayakkabı yerine alet edevat getirirdi Almanya'dan. Kimsenin evinde televizyon yokken bizde matkap vardı. İzni bitse de gitse diye beklerdim dört gözle. Çaktı tabii sonra, kilit taktı malzeme sandığına."

Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi heykel bölümü, Konak Belediyesi çöpçü kadrosu, ağlaya ağlaya yapılan Atatürk heykelleri derken 2000'de şeytanın bacağını kırıp ilk sergisini açmış Candan. Şimdi Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi metal ve ahşap atölyeleri sorumlusu. Resim ve heykeli elbise kopçası gibi birbirine iliştirdiği son sergisi de 1 Mart'a kadar Galeri Apel'de.

Jülide Karahan

22 Şubat 2008/Radikal

Hiç yorum yok: