Çoğu insan için 'zor' işler: İrkiltici ve tuhaf... Geçen yıl buruşuk beyaz kadınlara tavuk derisi ve işkembeden elbiseler giydirmişti, bu kez plasenta ve ciğer giymiş 22 Afrikalı kadın çıkardı karşımıza. Pınar Yolaçan 'çok güzel' sıfatını kullandığı resimlerini anlattı.
Pınar Yolaçan, çarpıcı, etkileyici, tuhaf, irkiltici, kışkırtıcı, rahatsız edici ve belki de 'ıyk' dedirtici ikinci sergisini Kazım Taşkent Sanat Galerisi'nde açtı. Geçen yıl işkembe ve tavuk derisinden elbiseler giydirdiği buruşuk yüzlü beyaz kadınlarını 'Faniler' sergisinde izlediğimiz sanatçı, bu yıl plasenta ve ciğer giymiş Afrika kökenli 22 kadın çıkardı karşımıza. Çalışmalarını New York'ta sürdüren 27 yaşındaki Yolaçan'ın söyleşi sırasında bir ricası vardı: "Lütfen bana tasarımcı, özellikle genç tasarımcı demeyin."
Hayvanların iç organlarını giysilere dönüştürmenizin çıkışı kadın-beden-giysi ilişkisi ve yabancılaşma duygusunu araştırma arzusu muydu, yoksa onları bir şekilde kullanmak istiyordunuz da böyle bir seri mi başlattınız?
Birinci şık tabii ki. 'Faniler'de Anglosakson tipli beyaz kadınlara et, deri ve işkembe giydirerek onları egzotikleştirmeye, kendi derilerine yabancılaştırmaya çalışmıştım. 'Meryem'de ise siyah kadınlara et giydirmemin arkasında egzotikleştirme değil, portre geleneğine bir gönderme var. Portreye 'öteki'ni de dahil etmek istedim.
'Faniler' ve 'Meryem'den sonra farklı tasarımlarla sürecek mi bu seri?
Hayır, şimdilik görünen o ki sürmeyecek. Bir de, ben tasarımcı değil sanatçıyım. Tasarımcı, hele genç tasarımcı diye bahsetmeyin lütfen benden.
Bu hitap hem moda eğitimi almanızdan, hem de giysilerle uğraşmanızdan kaynaklanıyor olmalı. Hüseyin Çağlayan da tasarımcı olarak anılıyor...
Ama o bir tasarımcı. Onun başlangıcı da o, sonu da. Benim öyle bir yanım yok. Tasarımcı değilim. Genç tasarımcı hiç değilim. Tasarım bana daha kolay bir iş gibi geliyor. Tasarımcı olsam defile yaparım. Modayla alakam yok. Ben bir sanatçıyım. Fotoğraflarımda kullandığım kadınları, kıyafetleri taşıyan birer model olarak görmüyorum. Öne çıkarmak istediğim giysiler değil, kadınların kendileri. Bedenin fiziksel olarak manipüle edilmesini araştırıyorum.
Fotoğraflarınızda çarpıcı ve irkiltici olan, kadınların bizzat kendileri, daha doğrusu yüz ifadeleri. Bedenin fiziksel olarak manipüle edilmesini araştırıyorsanız bu ifade ve duruşlar size yeterli gelmeliydi, öyle değil mi? Neden hayvan derileri ve sakatatı çalışmanıza dahil ettiniz?
Yeterli olmazdı. Çünkü kadınlar yüzlerindeki bu ifadeleri böyle şeyler giydikleri için takınıyorlar. Güçlü ifadeler, üzerlerindeki yabancı maddelerden kaynaklanıyor. Çiğ ete karşı bir reaksiyon var. Sokakta yürürken ya da bakkaldaki haller değil bu fotoğraftakiler. Kadının vücudunu manipüle etme kısmı var ya, işte o, bu şeyleri onlara giydirince oluyor. Şimdi et kullanmadığım başka bir proje yapıyorum ve güçlü yüz ifadeleri yakalamakta zorlanıyorum.
ArtReview'da yayımlanan bir röportajınızda "İnsanlar bir sanatçı olarak çalışmanı algılamada zorlandıkları zaman kimliğe ve kişisel tarihe dikkat kesiliyorlar." demişsiniz. Sanatçının kimliğine ve kişisel tarihine bakılmasına karşı mısınız?
Ortadoğulu kadın sanatçıları konu alan bir yazıydı o. Shirin Neshat da vardı. İran'da çok acı çekmiş, sürgüne gitmiş... Anı defteri gibi görülüyor işleri. Onun gibi bir kadının çalışmalarının popülize edilmesinin bir yöntemi bu. Shirin Neshat'ın İranlı kimliğiyle öne çıkmaya ihtiyacı yok halbuki. Belki de galerinin tercihidir bu. Galerici bu sanatçıyı, bu işi nasıl popülize edebilirim diye düşünüyor olabilir. Tracey Emin de Türk asıllı ama kimse onu Türk diye pazarlamıyor. Bence sadece işe bakılmalı ama galiba herkesin işine gelmiyor.
Kimlik ve kişisel tarihin öne çıkmasını sanatçının pazarlanmasının bir yöntemi olarak mı görüyorsunuz? Bunlar küratör ve galericilerin pazarlama oyunumu?
Bilmiyorum aslında kimin oyunu bu. Sanatçıyım sadece. Gördüğüm kadarıyla söylüyorum. Almanya ya da Finlandiya'ya Türkiye'den bir sanatçı davet edileceği zaman Kürt sanatçı daha ilginç bulunuyor yalnız, bunu biliyorum. Şimdi ben Ortadoğulu bir kadın sanatçı sıfatını kullanarak başörtüsüyle ilgili işler yapsam ya da bir Kürt sanatçı olarak kimlik sorunlarıyla uğraşşam... Oooo... Politik bir kimlik üzerinden gitmiş olurum çünkü. Amerika'da Kürtleri kayırma durumu var. Küratör ya da müze yöneticileri Türkiye'de Kürt sanatçı kimliğiyle öne çıkan ve o meseleyle alakalı iş yapanları daha çok tercih ediyor. Bilmiyorum. Ben küratör de, galerici de, Kürt sanatçı da değilim. Kimse de benimle iş yapmıyor, yani uğraşmıyor. Kimliğimi öne çıkaran çalışmalar yapmıyorum; benim işlerim daha az okunabilir o açıdan. Politik okuması olsa da daha sessiz. Gerçi o sesizlikte bile 'Acaba otoportresi mi, annesini mi çekmiş, kimdir bu sanatçı, Bahia'lı mı, ismi aslında Pinar mı?' gibi pek çok soru soruluyor.
Amerika'daki galeriniz sizi yönlendiriyor mu? Genç bir sanatçının politik tartışmalara kapı aralayacak işler yapmadan pazara dahil olması nasıl gerçekleşiyor?
Galerim beni yönlendirmiyor. Gerçi bana da genç sanatçı diyorlar. Bu 'genç sanatçı' lafı da aslında bir pazarlama tekniği. Orta yaşa gelince ne diyecekler, bilmiyorum. Galeri benim için ne anlatıyor onu da bilmiyorum ama işlerim alıcı buluyor.
Çarpıcı, etkileyici, huzursuz edici, irkiltici, tuhaf... Siz bir izleyici olsanız kendi işleriniz için hangi sıfatı kullanırsınız?
Ben 'çok güzel' sıfatını kullanırım. Siz bu resimlerle en fazla bir saat geçirebilirsiniz ama ben bu insanların önceki hallerini de biliyorum. Benim ilişkim daha farklı. Hepsini tek tek tanıyorum. Bir resim olarak baktığım zaman da farklı şeyler görüyorum. Nasıl desem insanın içine işleyen bir durum var onlarda bence. 'Meryem', 4 Mayıs'a kadar Yapı Kredi Kazım Taşkent Sanat Galerisi'nde görülebilir.
* * *
'Bu kız kim, benden ne istiyor?'
Bahia'lı kadınlarla nasıl iletişime geçtiniz? Onlara bu iş için ne kadar ödediniz?
Parayla ilgili bir durum değil bu. 'Faniler' projesi için kişi başına 30 dolar ödenmişti. 'Meryem'de ise 30 lira. Yaklaşık 200 kişiyle görüştük. Hepsi 'A sen sanatçısın. Ne kadar hoş. Yardım edelim hemen' demedi tabii ki. Ama 'Bu kız kim, benden ne istiyor, ben bu işi anlamadım' tarzında bir yaklaşım da olmadı. Brezilya'da küçük köyler var. O köylere, evlere gittik tek tek. Anlattık projeyi.
Nasıl tepki verdiler?
'Allah Allah' diyorlardı önce; sonra da projenin anlamını, neden kendilerini seçtiğimi soruyorlardı. Kısıtlı imkânlı, fakir ve eğitimsiz kadınlar bunlar. Ama kendi kültürlerinde sanatla iç içeler. Sanatla iç içe derken bizim anladığımız sanatla değil. Hafta sonları galerileri gezmiyorlar. Ama o yokluğun içinde bir varlıkları var. Biz, kültür sadece birinci dünya ülkelerinde var sanıyoruz ya, öyle değil. Müzik çok önemli. Samba buradan çıkmış mesela. Kültürleri o kadar zengin ki, benimle kafadaş olup projeyi destekleyenler çoktu. İşin en ilginç ve zevkli tarafı da bu zaten. Dar kafalı değiller yani.
Jülide Karahan
05 Nisan 2008/Radikal Cumartesi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder