9 Ocak 2010 Cumartesi

“MÜZE BEKÇİSİ OLMASAYDIK…”

Uluslararası müzik dünyasının istisnai ikilisi Güher ve Süher Pekinel kardeşler; “Müze bekçiliğini yaptığımız klasikler, birçok güncel eserden daha çok tatmin ediyor bizi.” diyor.


Güher ve Süher Pekinel piyano ikilisi, uluslararası müzik dünyasının en çok sözü edilen sanatçılarından. İlk kez altı yaşında dinleyici karşısına çıkan ikizler, son yıllarda oldukça az sayıda konser veriyor. Ve az sayıda söyleşi... Bu nedenle şu günlerde Arthaus Müzik’ten çıkan ve ikilinin dört konserini içeren DVD, klasik müzik tutkunları için epey önemli.

Bir konserde; müzikalite, klavye hâkimiyeti, stil, yorum, sempati, uyum… Hangisi daha önemli?

SP: Hepsi iyi bir müzisyen için olmazsa olmaz. Eğer klavye hâkimiyetinizi müzikalitenin hizmetine sunamıyorsanız hiç bir anlam ifade etmez. Aynı şey stil ve yorum için de geçerli. Siz çok büyük bir yorumcu olabilirsiniz, ancak stilin çizdiği sınırlara sadık kalmazsanız bu yorum da anlamına erişemediği için seyirciyi zorlar. Sonuçta stil, müzikal alfabenin bir dile dönüşümüdür.

Dünyada göz temasında bulunmadan çalan tek ikilisiniz. Ve en karmaşık rubatoda bile mikro saniyeye kadar aynı anda çalarak dinleyiciyi hayrete düşürüyorsunuz. Nasıl oluyor bu?

SP: Birlikte çalmak birbirini dinlemek demek. Eğer kulağınız göz olabilirse, konsantrasyonunuz yüzde elli artıyor ve aranızda sessizliğin olumlu dinamiği akıyor. Biz yaşamımız boyunca daima bunu aradık. Bunun için de sahnede iki solistiz. Tüm olumsuzlukları aşarak sadece kendi adına konuşmak isteyen müziğe yoğunlaşıyor ve anı; tüm güzellikleri, mistik riski ve dinamiğiyle çok daha saf ve özgün yaşıyoruz.

Klasik müziğin özgürleşmek ve zenginleşmek adına cazla flörtü söz konusu. Siz de Bach yorumunuzda cazdan faydalandınız. Bu harmana devam edecek misiniz?

GP: Bach konçertolarının ardından caz deneyiminin getirdiği özgürlüğü başka açılımlarda da yaşamak istiyoruz. Sürprizlerimiz olacak.

Klasik müzik ve dinleyicisi bu özgürlüğe ayak uydurabiliyor mu? Ya da şöyle soralım: Bu tür deneyimler klasik müzik dinleyicisinin rotasını değiştiriyor mu?

GP: Asırlardır kendi içinde oturmuş ve dengesini bulmuş bir klasik müzik formu bu kalıplaşmanın dışındaki özgürlüğe uyum sağlayabilir mi? Bize göre, bu doğal bir gelişim süreci. Bugünkü müziğin her türü, kendi tarzında karşıtları ile temas ederek yoğun şekilde harmanlanıyor, kendi içinde çözülüp birbirleri içinden geçerek yeni bir yaşam oluşturuyor. Modern müzik bunu en iyi şekilde yansıtıyor. Yenilik arayışı içinde karşılaştığı aykırı unsurların radikal etkileri sonucu, yeni biçim ve müzikal serbestlik şekilleri oluşuyor ve bu süreç bizi cazın temelindeki kavramlara yakınlaştırıyor.

Konserlerde klasik müziğin bilinen eski örneklerini sunmak dinleyici açısından riskli değil mi? Kötü bir benzetme ama solistler biraz da ‘müze bekçisi’ gibi algılanabiliyor. Yeni besteci ve bestelerle çalışmaya nasıl bakıyorsunuz?

SP: Eğer ‘müze bekçileri’ olmasaydık, acaba bugün klasik müzik konseri diye bir kavram olur muydu? Adı üstünde ‘klasik’. Klasiği tanımlamak gerekirse tüm zamanların eseri olabilecek nitelikte bir yapıdan bahsediyoruz. Bitmek tükenmek bilmeyen bir vizyon gücü ile geçmişi, bugünü ve geleceği aynı zamanda yaşatabilen Bach’ın müziği gibi... Bütün bu eserler zaman aşımına uğramadan halen güncelliklerini koruyarak bizi eğitmeye devam ediyor. Güncel müziğe gelince; ne yazık ki günümüz müziğinde iki piyano literatürü çok zayıf. Çünkü bu ustalık gerektiren bir teknik. İki enstrümanın aynı olması dolayısıyla tınılarının birbirinden hiç farkı olmaması kompozisyon tekniği açısından çok ciddi bir zorluk oluşturuyor. Piyano orkestral bir enstrüman olduğu için, kompozisyonun çok renkli ve değişik bir armonik yapıya sahip olmasını gerektiriyor. Bu sebeple müze bekçiliğini yaptığımız klasikler bize ithaf edilen birçok güncel eserden daha çok tatmin ediyor bizi.

Başa dönersek; altı yaşlarında dinleyici karşısına çıkmak, dokuz yaşında Ankara Filarmoni Orkestrası eşliğinde ilk canlı konseri vermek… Anneniz yönlendirmeseydi yeteneğinizin farkına bu kadar erken varılır mıydı?

GP: Tabii ki annemizin farkındalığının kariyerimize etkisi hiç bir zaman yadsınamaz. Ama yetenek er ya da geç kendini bir şekilde ortaya koyardı. Bu bağlamda evde piyanodan aynı anda ses çıkartmaya çalışmamız ya da bir sopayla değişik yerlere vurup değişik sesler çıkarmaya çalışmamız müziğe olan ilgimizin ilk göstergeleriydi. Bunu fark eden annemiz bizi, Konservatuar Müdürü Avusturyalı piyanist Ferdi Statzer’e götürdü. Onunla çalışmaya başladığımızda beş yaşındaydık.

Müzik yeteneğiniz fark edilmeseydi nasıl hayatlar ve hangi mesleklerde bulurdunuz kendinizi? Ya da bulmak isterdiniz diyelim… Ayrı ayrı cevaplayabilir misiniz?

GP: Müzisyen olmasaydım heykeltıraş, mimar veya tasarımcı olurdum diye düşünüyorum.

SP: Eğer müzisyen olmasaydım, muhakkak edebiyata veya resme yönelirdim. Bunlar beni müzik kadar heyecanlandırıyor. Felsefe de bir diğer heyecanım. Görüldüğü üzere bu hayata daha bir kaç kez geri dönmem gerekiyor.


JÜLİDE KARAHAN

SKYLIFE / OCAK 2010

..............................

Hiç yorum yok: