27 Şubat 2010 Cumartesi

“SANAT UZUN VADELİ BİR KOŞU”

Türkiye’de çağdaş sanat piyasasının %70’ini elinde tuttuğu söylenen Galerist’in sahibi Murat Pilevneli’yle galeri özelinden sanat piyasası geneline uzun bir gezintiye çıktık. Yol boyunca; sermayenin sanat piyasasına fazlaca bulaşmasının tehlikelerinden spekülasyonun ayak seslerine pek çok gedikli konuya değindik.

Galerist’in neden işlevsel bir web sitesi yok?

Kurulduğumuzdan, yani 2001’den beri yok ve herkes durumdan şikâyetçi. Biliyorum, önemli ama şimdiye dek birkaç kez denememe rağmen içime sinen bir sayfa çıkmadı karşıma. Fena da olmadı. Galeri ulaşılmaz ve gizemli kaldı. Ama iyi haber: Sonunda Amerika’da bir şirketle anlaştık. Bugün yarın teslim edecekler.

Galerinin çalıştığı sanatçılar kimler?

30 sanatçımız var. Hüseyin Çağlayan, Haluk Akakçe, Taner Ceylan, Erinç Seymen, Ayşe Erkmen, Thomas Ruff, Michael Craig Martin ve Tony Cragg çalıştığımız isimlerden bazıları.

Sanatçılarınızla ilişkileriniz nasıl? İlgilenme, yönlendirme, imkân sağlama açısından…

Yönlendirme yapmıyoruz. Sanatçının aklında bir proje varsa öneri yapıyor, fikir veriyoruz ama kararı her zaman o veriyor.

2001’de yurtdışında yaşayan ve çalışan ama Türkiye’de bir galeriye bağlı olmayan sanatçılara yönelmiştiniz. Şimdi durum ne?

Başta öyleydi. Çünkü galeriyi yeni kurmuştuk ve yeni sanatçılar keşfetmek istiyorduk. Şimdi sadece Türk sanatına değil, uluslararası sanata odaklanıyoruz. Yetenek keşfi yapmıyoruz. Belki iki üç sene sonra…

Bu yıl Freeze Art Fair’e katılmadınız. Özel bir sebebi yok değil mi?

Hayır, çok özel bir sebebi var. 2007’de 8 - 9 uluslararası fuara katıldık. Brüksel, Dubai, Atina, Paris, Londra, Miami, Rotterdam… Öyle bir noktaya geldik ki, ‘şu fuar sirkini bir kenara bırakalım’ dedik. Bütün dünyayı gezerek olmuyor bu işler. Önce ev ödevlerini yapmak lazım. Karar verdik, sadece Miami ve Basel’e katılıyoruz artık.

Sirk mi dediniz?

Evet, öyle dedim. Bir noktadan sonra sirke dönüşüyor. Biz şöyleydik: Basel’de bir sanatçının eserini Belçikalı bir koleksiyonere sattık diyelim. Hadi şimdi bir de Belçika’ya gidelim, orada iş yapalım. Ama öyle yürümüyor. Koleksiyoner kendi şehrinde etkinlik etkinlik dolaşıyor o sırada. Amacı sanata bakmak değil, sosyalleşmek…

İstanbul’daki fuarlar için de geçerli mi bu?

İstanbul’da sadece 1. ve 4. yani son Contemporary’e katıldık. Bu seneki çok iyiydi.

Sirk gibi değil miydi?

Değildi. Ticari bir platform vardı. Ama yine de yabancı bir galerinin buraya katılması çok cazip değil.

Yabancı alıcılar Türk piyasasına ne kadar dâhil?

Dâhil ama olgun ve kaliteli bir alıcı kitlesi değil bu. Hatta biraz da tehlikeli bir kitle. Çünkü henüz müze gibi kurumsal alıcılarımız yok. Şu anki yabancı alıcılar çok spekülatif; şimdi alıp bir iki sene sonra müzayedelerde elden çıkarmayı planlıyorlar.

Satmamak daha mı doğru?

Hayır, dengeyi iyi oturtmak lazım. Bir, ucuza satmamalı. İki, çok fazla eser satmamalı.

Türk sanatçıların eserlerine kıymet veren yine Türk koleksiyonerler mi bu durumda?

Doğal olarak...

Nasıl bir yaklaşımla? Yani koltuğun rengine göre mi, ileride kâr etmek için mi, ‘bende bu var’ demek için mi?

Önce hepsi. Bir piramit gibi düşün. Aşağıda çok şey var, yukarı doğru azalıyor. Bir bakıyorsun karşındaki tam bir koleksiyoner olmuş.

Bir eser var, almak isteyen 5 kişi… Alıcıyı nasıl seçiyorsunuz?

Öncelikle sanatı sadece bir yatırım aracı olarak görenleri eliyoruz. Tercihimiz müze ve kurumsal koleksiyonerlerden yana.

Alıcılar nelere dikkat etmeli? Danışman kullansınlar mı mesela?

Kesinlikle kullanmasınlar. Danışman sadece malzeme toplamada yardımcı olabilir. ‘Bu çok iyi, şu yükselen değer’ muhabbetine hiç inanmıyorum. Çünkü koleksiyonerlik çok şahsi bir şey. Başkasının senin üzerine giydirmesiyle olmaz. Koleksiyoner ne yapmalı? Galeri gezip yayın takip ederek mümkün olduğunca çok sanat eseri görmeli bir kere. Yerel kalmak istese bile mümkün olduğunca yurtdışındaki sergi ve fuarları takip etmeli sonra. Çünkü ancak o zaman özgünlük ayrımı yapılabilir.

Sanatçı ve müşteriyi kriz zamanlarında nasıl koruyorsunuz?

Sanatçımızın her zaman arkasındayız. Fiyatları abartmıyoruz. Müşteriyi de koruyoruz, gerekirse eseri geri alıyoruz. 2009 krizinde zor durumda olan müşterilerimizden satın alımlar yaptık. Kötü günde yanlarındayız. Bu, uzun vadeli bir koşu…

Galerist 2009 krizini de, 2001 krizini de avantaja çevirdi. Nasıl oluyor bu?

İki krizin dinamikleri de, limitleri de farklıydı. 2001 krizinin avantajı ciddi bir güven bunalımı yaşanmasıydı. Hep anlatıyorum; bir arkadaşım 20 bin dolara aldığı bir eseri 5 bin dolara satamadı 2001’de. Biz bunun üzerine gittik, yeni bir söylem oturttuk ve yükseldik. Kolay oldu. Bugün Türkiye’nin dinamiği farklı. Biz kriz içinde yaşamayı bilen bir ülkeyiz. 2009’da krize rağmen Türkiye piyasasında çok fazla alıcı vardı. Hem İstanbul Modern, Santralistanbul, Borusan Holding gibi kurumsal müşteriler; hem de önümüzdeki aylarda müze açmayı planlayan koleksiyonerler… Bir de elinizde iyi eser varsa her dönemde satarsınız. İyi dönemde aradığınız ilk kişiye satarsınız, kötü dönemde 6. 7. kişiye... Ama satarsınız. İyi eser her zaman bulunmaz, değerlidir. Bir de hangi eserin kime teklif edileceğini bilmek lazım. Biz biliyoruz.

5 yıl sonra Türkiye’de çağdaş sanat… Cümleyi nasıl tamamlarsınız?

Çok yükselecek. İstanbul’da özellikle. Bu şehrin inanılmaz bir geçmişi ve birikimi var. Coğrafi ve politik olarak güçleneceğiz. Eskisi gibi ekonomik çalkantılar yaşayacağımızı da hiç düşünmüyorum. Bence Türkiye, kendi coğrafyası içinde çok sağlam bir ülkeye dönüşecek. Politik ve ekonomik gelişme, beraberinde kültürel bir iyileşme de getirecek. 5 yıl sonra İstanbul gerçekten çok ciddi bir sanat başkenti olacak. Yeni müze ve galeriler açılacak, yeni koleksiyonerler olacak, hatta yabancı sanatçılar İstanbul’da yaşamaya başlayacak.

Moby Dick’teki Kaptan Ahab beyaz balinaya ne kadar bağlıysa sanat da ekonomiye o kadar bağlı diyebilir miyiz?

Hayır, hayır o biraz gaddarca. Sanat her şekilde, her koşulda var olacaktır. Ama sermaye sayesinde bambaşka bir yere taşındığını inkâr edemeyiz.

Bu taşınma tehlikeli değil mi?

Sanatçı bir şirket olarak algılanır, sanat eseri de hisse senedi gibi görülürse elbette tehlikeli. Özellikle piyasada suni rakamlar oluşturan spekülatörlere karşı dikkatli olmak lazım.

Son aylarda Türkiye’de çok ciddi rakamlar konuşuldu. Burhan Doğançay’ın ‘Mavi Senfoni’si 2,2 milyon TL’ye satıldı. Duyduklarımız spekülasyonun ayak sesleri mi?

Olacak bu, oluyor da… Yerel piyasada, bilhassa müzayedelerde telaffuz edilen rakamlar hiç gerçekçi değil.

Galeri ve sanatçılar ne yapmalı?

Oyunlardan uzak durup sadece işini yapmalı. Sanatçı eserini üretecek, galerici de alıcısını iyi seçecek…

Zor iş. Baskı olmaz mı?

Olabilir. Ama ne olursa olsun mücevher bizim elimizde ve onu kime teslim edeceğimizin kararını biz veririz.


Jülide Karahan

Şubat 2010/Skylife Business

........

Hiç yorum yok: