25 Ağustos 2011 Perşembe

Çentiksiz Sokaklar


ELİMİZDE LİSTE, ROTA, HARİTA. BÜYÜK BİR İŞTAH, HEYECAN VE TELAŞLA ÇENTİKLER ATIYORUZ ŞEHİRLERİN SOKAKLARINA. PEKİ YA ÇENTİK ATMADIKLARIMIZ, DOKUNMADIKLARIMIZ, KİMSELERİN DOKUNMADIKLARI…


Her yıl İstanbul’a milyonlarca insan tatil ya da iş için geliyor ve ellerine tutuşturulan ezbere rotaları bir koşu tamamlayıp geri dönüyor. Dünyanın bir görülmeye değer şehrini daha görmüş, ölmeden önce yapılacaklar listesine bir çentik daha atmış olarak… O rotaları gezmiş, o çentikleri atmışsanız; yani Kapalıçarşı’nın üstünden girip Sultanahmet’in altından çıkmış, Beyoğlu kalabalığına doyup Adalar’daki tenhalığı ucundan tatmışsanız… Aheste revan bir keşfe - keyfinizin tek kâhyası olarak - başlayabilirsiniz. Şu ön kabulle elbette: İstanbul’da öyle her yeri gezip görmek kolay değil. Vakit ve nakit işleri bir yana arkanızı döndüğünüz anda geçtiğiniz sokağa yeni bir park serilebilir ya da dev cüsseli bir yapı tarihten silinebilir. O vakit, o yer; o yer olmaktan çıkıp yepyeni bir çehreye bürünebilir. Bu durumda hadi bakalım yeni baştan!

Yalnız nadir bir şey var İstanbul’da; dokunulmamış sokaklar… Nostalji kalesinin son bekçileri onlar. Üstelik çoğu öyle turistik filan değil; masum, mazbut, mülayim. Genellikle İstanbul'un pek güzel ama aşina yürüyüş güzergâhlarının dışında, yokuşlu yollardalar. O tıngır mıngır yokuşlarda; çay bahçeleri, kapı önü teyzeleri, çoluk – çocuk sesleri, sürpriz Bizans eserleri, naif Osmanlı çeşmeleri, acilen giderseniz dut ikramları beklemekte sizi.

“ÇOK GÜZEL OLACAK BURALAR”

İlk durak, tüm görmüş geçirmişlerin tercihi Zeyrek bölgesi. Yeri kolayda. Unkapanı Köprüsü’nden geçip Aksaray'a gider gibi yapınca sağda. Zeyrek Su Sarnıcı’nın bin yıllık taş duvarlarının yanı başından yukarıya doğru bir yol kıvrılmakta; zaten Zeyrekhane tabelası hemen orada. O tabela sizi doğrusun doğru Zeyrek Camii’ne – eski Pantokrator Kilisesi - götürecek. Bu, ayakta kalan en büyük ikinci Bizans kilisesi; birincisi Ayasofya. Biraz da bu sebeple zamanının gözdesi bölge. İstanbul'un fethinden sonra da öyle; bu defa seçkin bir Müslüman muhiti mahalle. İsmi de büyük Osmanlı bilgini Molla Zeyrek'ten gelme. Şu sıralar hummalı bir çalışma var etrafında. Zeyrekhane’nin bahçe ve park işlerinden sorumlu görevlisinin dediğine bakılırsa, “Orijinal Bizans Yolu’nu ortaya çıkaracaklar; mozaikler filan… Çok güzel olacak buralar.”

En eskilerin medresesi, biraz eskinin at barınağı Zeyrekhane dört başı mamur bir seyir yeri şimdilerde. Seyir ki ne seyir! En sağda Şehzadebaşı Külliyesi ve tüm endamıyla Süleymaniye, sola doğru Sultanahmet ve Ayasofya yan yana. Tam karşıda Topkapı Sarayı'nın kubbeleri, Haliç ve Karaköy Limanı. Ardı sıra Üsküdar ve Kız Kulesi. Temelli soldaysa Galata ile Beyoğlu. Soluklanıp iki lafın belini kırmak şart oldu!

İSMİ KISA, HİKÂYESİ UZUN: FİL YOKUŞU

Şimdi sıra Zeyrek Açık Hava Müzesi’ndeki zaman yolculuğunda. Eskilerin ‘Serçeden başka kuş, Zeyrek’ten başka yokuş tanımam’ dediğine bakılırsa zorlu bir yolculuk bu. En kıymetlisi Fil Yokuşu. İsmi kısa, hikayesi uzun. Ünü tırmanışının çetinliğinden ziyade Osmanlı ordusunun fillerle muaşakasından gelmekte. Yokuşun yanıbaşında Mehmet Emin Tokadi Hazretleri'nin türbesi, çevresinde nur yüzlü türbedarlar… Zaten neredeyse her köşebaşında ellerini göğe açmış çocuklar, çocuk kadınlar, kadınlar… Huşu içinde 3 Gulhuvalla bir Elham okumaktalar. Dik yokuşlar ve eğri büğrü yollarda birbirine yaslanarak güç bela ayakta duran ahşap evlerin de sırrıdır belki bu dualar.

Yollarda - kim bilir kaç yüzyıllık - ceviz ve dut ağaçları; sağlı sollu. Gölgelerinde yün mü çırpıyor kadınlar? “Pardon ama nasıl yaptınız bunu? Sonbaharlarda nasıl çatlamadı sizin hayatlarınız nar gibi? Tanelerinizi nasıl sakladınız içinizde de böyle nazlı nazenin kalabildiniz bu asude hayat içinde?” demek istiyoruz; dut ikram ediyorlar, susuyoruz. Azıcık suskunluk, bir tas dut; akşam kendi başına olmuş.



VE DAHASI…

Osmanlı mimarisi, mahalle havası, ahşap dokusu ve fesleğen kokusuna teslim nice sokak daha var İstanbul’da. Şehrin tarihi havasının teneffüs edilebildiği yerlerin başında Fatih çevresi geliyor. Özellikle de Kadınlar Pazarı/At Pazarı Meydanı. Uzun yıllar at pazarlığının yapıldığı bu küçük meydan şimdilerde sevimli kafeteryaları ve ayakta kalmış cumbalı evleriyle ünlü. Eskiyle yeninin harmanlandığı bir diğer yer Divan Yolu’ndaki Bileyiciler Sokağı. Geçmişte bileyici esnafı iş görürmüş burada, şimdi zaman yolculuğuna çıkmak isteyenlerin favorisi kendisi. Osmanlı'nın en eski yıllarına tanıklık eden Eyüp, kısmen de olsa tarihi dokusunu muhafaza etmiş bölgelerden. İlla bir sokak ismi gerekliyse, ismini eski bir mescidin haziresinde yatan Arpacı Hayrettin’den alan Arpacı Hayrettin Sokağı. Köhnemiş evlerini her şeye rağmen muhafaza eden bir sokak da Tophane’de: Sanatkârlar Sokağı. Bir diğeri ise Cibali’de: Tepedelen Çeşmesi Sokağı.


EVLİYA ÇELEBİ’NİN EVİ FİL YOKUŞU’NDA

Tarihin ünlü simalarından birkaçının çocukluğu Fil Yokuşu kıyısındaki evlerde geçmiş. Bunların başında Kasımpaşalı olduğu da söylenen fakat Unkapanı’nda doğmuş olması muhtemel, Saray kuyumcubaşılarından Derviş Mehmet Zılli Efendi’nin oğlu Evliya Çelebi var. İlköğrenimini sıbyan mektebinde tamamlayan Evliya Çelebi, Fil Yokuşu üzerindeki Hamit Efendi Medresesi’nde yedi yıl eğitim görmüş.


AYRANCI SOKAĞI’NDAKİ KONAKLAR

Eski İstanbul evleri denince illa ki Süleymaniye çevresi… Onarılmış eski ahşap evler, dokunulmamış ve epeski kalmış eski ahşap evler, Arnavut kaldırımları, yüzyıllık ağaçlar… Semtin en nostaljik ve hoş görünümlü sokağı Ayrancı. Sokaktaki kimi konaklar 16. yüzyıldan kalma. Soluklanmak için bir de güzel cafe var yukarıda.

TAZE KAVRULMUŞ ÇİĞ KAHVE

Eminönü, Mısır Çarşısı, Tahtakale… Şimdi neyse eskiden de öyle. Tarih boyunca herkes, aradığı her şeyi buradaki el kadar dükkânlarda bulmuş. Sokaklardan biri var ki taa uzaktan kendine doğru çekiyor insanı. Görüntüsünden önce kokusuyla… İsmi Tahmis; anlamı, kahve yapılan ve satılan yer. Sokağın ucunda başlayan kuyruğun sebebi anlaşıldı: Taze kavrulmuş kahve...

SANKİ BİR FİLM DEKORU

Zaman biraz acımasız. Karşısına çıkan her şeyi eskitip yıpratıyor. En çok da insanları ve evleri… Ona direnenlerin hallerini bir görmeli. Balat’ta, bilhassa Merdivenli Yokuş’ta. Yok, yok… Gerçek olamaz bu. Olsa olsa bir film dekoru! İki üç katlı mini mini kâgir evler birbirlerinden aldıkları destekle sıra sıra dizilmişler. Cumbalılar, çevrelerinde sardunyalar, pencerelerinde kediler, içlerinde – pek muhtemel - nur yüzlü teyzeler…


EN ŞANSLI ESKİ

Sultanahmet’teki Soğukçeşme Sokak şanslı bir eski; epey çentikli, yine de adını anmadan geçmeyelim şimdi. Çünkü – artık - eski değilse de tıpa tıp eskiymiş gibi, biblo gibi. Bir yanında Ayasofya, diğer yanında Topkapı Sarayı; trafiğe kapalı, tüm ahşap evleri birinci kalite restoreli. Sokağın ikişer üçer katlı evleri cumbalı ve kafesli. Asudelik mi? Yok, fazlaca süslendi ve birer pansiyona dönüştü her biri.


JÜLİDE KARAHAN

SKYLIFE / AĞUSTOS 2011

..

Hiç yorum yok: